MİSTİK ÖĞRETİLERİN MÜZİKSEL ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE BİR KARŞILAŞTIRMA
“MEVLEVİLİKTE MUSİKİ İCRASI: MEVLEVİ AYİNLERİ
VE
TÜRKİYE YAHUDİLERİNE ÖZGÜ SÛFİ GELENEĞİ: MAFTİRİM İLAHİLERİ”
Mistisizm; insanoğlunun dini ve inanç sistemlerini yeniden yorumlama çabasına girdiğinden bugüne kadar ayrılmaz bir yol arkadaşı olmuştur. Özellikle ilahi dinlerde Tanrı’ya daha yakın olma çabası ile geliştirilen anlamsal arayış mistik öğretiler ile şekillenirken, duaların ve Tanrı’ya seslenişlerin de müzikle düzenlenmesi, dini müzikler alanında mistik bir form oluşturmuştur.
Müslümanlık ve Musevilik; gibi birbirinden farklı ancak Doğu geleneklerine özgü bu iki ilahi dinin mistik anlayışlarında vücut bulan ritüellerin mitolojik majilerinde gerçekleştirilen müzikli ayinler, özel gün ve bayramlarda düzenlenen törenler, ibadethanelerde söylenen ilahiler ile şekillenen repertuarlar 20. yüzyıla kadar şifahi olarak topluluk üyelerinin usta-çırak ilişkisiyle sürdürülmüştür. Bu ritüellerin içeriğinin yazıya dökülmesi, ilgili topluluklarca desteklenmediğinden yazılı ve görsel belgelere ulaşmak bir hayli zor olmuştur.
Müslümanlıkta gelişen Mevlevilik ile Musevilikte önceleri Ortaçağ’da Kabala öğretisi ile başlayıp 18. yüzyıldan itibaren Hasidizm adı altında gelişmiş mistik arayış farklı ülkelerde farklı şekillerde vücut bulmuştur. Günümüzde bu anlayışı hakikatiyle sürdüren Orta Avrupa’da çok küçük bir Musevi kesiminin varlığından söz edilmektedir. Yahudilerin bulundukları kültürlerin içinde sürdürmeye çalıştıkları mistik etkinlikleri her bölgede farklı anılmaktadır. Örneğin İspanyol Yahudileri Sefarat, Avrupa Yahudileri de Ashkenaz olarak adlandırılan kollara ayrılmışlardır ve geleneklerindeki mistik algı farklılıklar taşımaktadır. Türk Yahudileri ise Osmanlı gelenekleri içerisinde yaşamlarını sürdürmüşler ve dinsel yaşantılarının mistik yanlarını da formal ibadethanelerinde ya da evlerinde özel günlerde ortaya çıkarmışlardır (Seroissi, 2002).
Dini yorumlama ve Tanrı’ya felsefi bir biçimde ulaşma etkinlikleri içerisinde musiki önemli bir yer almaktadır.
Hz.Mevlana ile başladığı bildirilen Mevlevi Musikisi’nde Sema ritüelinde kullanılan Mevlevi Ayinleri ile Yahudi mistisizminin Osmanlı’dan günümüze kadar Türk Yahudileri tarafından sürdürülmüş dini formunda Maftirim ilahileri bu alanda mistik müzik repertuarının önemli eserlerindendir.
Bu iki müzik formunun kullanıldığı ritüelleri ise şöyle açıklamak mümkündür:
Semâ’, kulun hakikate yönelerek ve aşkla yücelip nefsini terk ederek Hakk’ta yok oluşu ve olgunlaşmış olarak tekrar geri dönüşünün anlatımıdır. Aslında kâinatta en ufak zerreden en büyük gezegenlere kadar her şey dönmektedir. İnsanın da büyük âlem olması dolayısı ile, hücrelerinin her biri içindeki dairevî hareket, vücudundaki kanın devretmesi, topraktan gelip tekrar toprağa dönmesi, dünyada bulunuşu sebebi ile dünya ile birlikte dönüşü, kendi kontrolünde olmayan bir dönüş halidir. Semâ’, bu halin şuurla kavranmasıdır. Mevlevi ayinleri bu ritüelde semazenlerin dönüşü ve mukabele esnasında kullanılan musiki formudur.
Sema ritüelinin bölümleri şöyledir:
“Semazenlerin ve ayine katılanların üzerlerine giydikleri hırkaları nefislerinin kabridir. Başlarındaki sikkeleri de nefislerinin mezar taşıdır. Ayinin başında eğer daha önce bir aşr-ı şerif okunmamışsa, konusu zikri öven ayetlerden oluşan birkaç ayet okunur. Daha sonra naathan tarafından Itrî’nin bestelediği rast makamındaki “Naa’t-ı Mevlana”yı okur. Bu eser Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî tarafından yazılmış olup Hazret-i Peygamber’i öven bir eserdir. Naa’tın okunuşu, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ayetinin, elest bezminde Allah tarafından tüm ruhlara soruluşunun ifadesidir.
Baş taksim öncesinde kudümzenbaşının kudüme yaptığı üç vuruş “kün” yani, Allah’ın “ol” emrinin ifadesidir. Oturdukları yerde ölü gibi hareketsiz duran semazenler neyin üflenişini, yani baş taksimi büyük bir huşû içinde dinlerler. Baş taksimin bitişi ile birlikte sazlar tarafından peşrev çalınmaya başlanır. Semazenler bu sırada, içlerinden “Allah” diyerek ellerini yere kuvvetlice vurup ayağa kalkarlar. Bu da, İsrafil’in “sûr” denilen boruya üflemesi ile kıyamet gününde bütün ölülerin dirileceğinin ney sesi ile hatırlatılmasıdır. Ellerin yere vurulmasının anlamı “Darb-ı Celâl” yani Allah adına vuruşla O’nun azametini ifade etmektir. Peşrevin çalınması sırasında “Devr-i Veledî” denilen selamlaşma ve semahaneyi yürüyerek devretme bölümüne başlanır. Bu bölümdeki üç selamlamanın anlamı ilme’l yakîn (ilimle biliş), ayne’l yakîn (görmekle biliş), hakka’l yakîn (olmakla biliş) denilen hakikatin kavranması safhalarını yaşamaktır. Aynı zamanda semâ’ya “mukabele” isminin verilmesi de, bu bölümde semâya katılan dervişlerin karşı karşıya gelip birbirlerini selamlaması dolayısı iledir. Bu bölümün sonunda şeyh posta gelince peşrev birkaç kudüm darbesi ile bitirilir ve kısa süren ikinci seferki ney taksimi yapılır. Bu da İsrafil’in “ sûr”a tekrar üflemesinin canlandırılışıdır.
Böylece semânın diğer bölümü olan ayinin okunuşu ve semazenlerin kendi etrafında ve semahânenin içinde sağdan sola doğru hareketle dönüşleri olan dört selam bölümü başlar.
Semâzenler sıtlarındaki hırkalarını çıkarıp arkalarına bırakırlar. Siyah renkteki bu hırka cismâniyeti temsil etmekte olup, rûhâniyeti ve nûraniyeti temsil eden beyaz tennureleri ile kalıp böylece semâ ederler. Fakat bu noktada kalış olmadığı için semânın sonunda tekrer cismâniyet hırkasını alır ve geriye gelirler. Semâzenler semâya girerken kollarını çapraz olarak tutup omuzlarından avuçları ile kavrarlar. Bu halleri ile bir rakamını andırıp Hakk’ın birliğine işaret ederler. Aynı zamanda bu halleri ile lâm elif harfini andırır. Yani başını ayak yapmış vaziyette Kelime-i tevhîdin başındaki lâm elifi vücudu ile temsil eder. Semâ’a başlayınca kollarını açması ve sağ elini yukarıya, sol elini de aşağıya doğru çevirmesi “Hakk’tan aldığımızı halka ulaştırırız kendimize bir şey mâletmeyiz” anlamı taşır. Bu bölümlerin ilki olan I. Selâmda semâzen, âlemleri seyrederek bilgi ile hakikati kavrayarak, şüphelerden kurtulup Rabb’inin varlığını ve kendi kulluğunu idrak eder. II. Selâmda, yaradılıştaki nizamı görerek hayranlıkla tüm varlığı Hakk’ın birliği içinde eritir.
III. Selâmda, hayranlık duygusu aşka dönüşerek aklın aşka kurban oluşu ile tam teslimiyete ulaşır. Böylece Hakk’ta yok oluşu idrak eder. IV. Selâmda ise varlık içinde yok oluşun idraki ile manevî yolculuğu tamamlayıp tekrar geri döner. Bu selâmda Şeyh de semâ’a katılıp eli ile hırkasının göğsünü hafifçe açarak, gönlünü herkese açtığını ifade eder.
Bu selâmın sonunda “Fecir” suresindeki “İrcıî” yani “Rabbin senden sen de Rabbinden hoşnut olarak geri dön kullarımın arasına katıl” anlamındaki ayete uyarak geri dönüp semâ’ya başladığı noktaya gelir sırtına maddesel dünya alemini temsil eden beşeriyet hırkasını alır.
Bu sırada Kurân-ı Kerimdeki “Bakara Suresi” 115. ayetinden başlayan bir aşr-ı şerif okunur.
Bu ayet “Yüzünüzü doğuya da batıya da döndürseniz Allah’ın yüzü oradadır” anlamı taşır.
Yani, bu etrafınızda dönerek yaptığınız Hakk’ı arayışınız sonunda Allah’ın tecellisine dönmüş olursunuz yorumuna ulaşılır. Bundan sonra yapılacak dua ve gülbankla semâ’ tamamlanmış olur.”(Uygun,2010 – Tanrıkorur, 2005).
Bu ritüele eşlik eden Mevlevi Ayinleri, Türk Musikisi’nin büyük bestekarlarınca bestelenmiş büyük formda eserlerdir. Sözleri çoğunlukla Hz.Mevlana’nın Mesnevi’sinden alınmıştır, bazı duaların da yine Mevlevi Ayinlerinde yer aldığı gözlemlenmiştir.
Yahudi mistisizminin Türkiye Yahudileri tarafından uygulanan ritüelleri ise Sefarat Yahudileri’ne benzemektedir. Bu ritüeller; günlük dualarında, evlilik törenlerinde ve Sinagoglardaki özel gün ve bayramlarda, özellikle Shabbat günlerinde uygulanmaktadır. Örneğin Shabbat günlerinde vd. özel günlerde duaların arasında söylenen hizum adı verilen ilahiler dışında Cumartesi ayinlerinin hazanlar tarafından seslendirilen doğaçlamaları makamsal örneklerdir. Bu doğaçlamalar Yahudi müziğinde Hizum ilahileri ve İstanbul’daki Türk Musikisi etkisiyle seslendirilmektedir. Kutlamalar ve bayramlarda ruhani bir liderin önderliğinde ortak bir ilhamla şarkı söyleme ve kimi zaman da kendinden geçerek nadiren dans etme uygulamaları Yahudilerin mistikal müzik özelliklerinde yer almaktadır. (Seriossi, 2002)
Ancak ilahiler ve Shabbat günlerinde seslendirilen melodik dualarda dans etme geleneği yoktur. Günümüzde bazı reformist Yahudiler bu ayinlere farklı yenilikler getirmeye çalışmışlarsa da asıl gelenek sürdürülmektedir. (Elmas, 2010)
Dans ve müzik ritüellerinde belirli bir mizansen hepsinde yer almamaktadır. Ancak geleneksel olan ve Tish –Tişa Beav adı verilen (tapınağın yıkılması ve çeşitli talihsiz olayların anıldığı matem günü) anma törenlerinde ve günlerinde belirli ritüeller vardır. Tanah’tan okunan yas ve yıkım dualarının arasında üzüntü ve keder ile bir melodik dua veya ilahi seslendirilmektedir.
Bu özel gün ve bayramlar çerçevesinde gelişen mistik melodilerin temel felsefesi manevi hislerin ifade edilmesini içermektedir . Doğal olarak yüksek bir manevi seviye olduğuna inanılmaktadır.
Yahudi mistisizminin müziksel yönünde; manevi bir hissin unutulmasının mümkün olmadığına inanılmaktadır. Çalınan ve bir kere hissedilen akılda kalıcıdır ve herhangi bir zamanda tekrarlanabilir. Bu his sonra yönlendirilebilir ve rafine edilmiş duygu tonları yaratılır. Her melodide farklı bir manevi hisse tekabül eden değişik hisler vardır. Bestecinin içinde olduğu yüksek manevi halden dolayı, her melodi bu dünyanın dışında olan şeylerden konuşur ve kişiyi yükselterek manevi dünyalara onunla eşlik eder. Bu müzik dinleyiciyi Tanrısal algıya, sonsuzluğa ve mükemmelliğe taşır. Bunun için Tanrı’ya çokca yakarmak, onu övmek ve ona yaklaşmak gerekir.
Bu felsefenin yaşayan bir örneğini Türkiye Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar sürdürmeye çalıştıkları İbranice ancak Türk Musikisi formunda bestelenmiş Maftirim İlahileri ve seslendirildikleri törenlerde görmek mümkündür.
Maftirim İlahileri; Yahudilerin kutsal günleri Cumartesi akşam üstü duası (Şabat) öncesi ve/ veya sonrası, ya da kimi zaman duaların aralarında seslendirilen koraller olarak bilinmektedirler. “Sonlandırmalar” anlamına gelen Maftirimler genellikle özel törenlerin ve günlerdeki duaların sonlarında seslendirilirler. 16. Yüzyıl’da Edirne’de Mevlevi Ayinleri’nden etkilenen Haham Şelomo Ben Mazaltov, ardından bestekar ve İbrani Mutasavvıf Israel ben Moşe Nadjara Avtalyon’un (1555-1625) çalışmalarıyla Türk Musikisi makamları ve usulleri ile bestelenmiş ya da kimi zaman enstrümantal Türk Musikisi eserlerine (örneğin peşrevler) İbranice söz yazılarak oluşturulan eserlerin repertuarının temelleri atılmıştır. Tanburi İzak, Musi ve Yahudi Harun’un besteledikleri tasavvuf ilahileri ile Maftirim oldukça geliştirilmiştir. 18. ve 19. Yüzyıllarda, Haham Şemuel Mandil’in (1829-1883) Mafitirim ilahi repertuarına büyük katkıları olduğu ifade edilmektedir (Dilmen, 2001). Bilhassa kendisinin Galata Mevlevihanesi Şeyhi Şey Atahullah Efendi ile olan dostluğu; Tanburi İzak’ın III. Selim ile musiki çalışmaları, bu iki topluluğu birbirine müziksel olarak da yaklaştırmıştır. Geçtiğimiz yüzyıla kadar süren bu birlik ve beraberlik ile Maftirim koroları kah Edirne’deki büyük Sinagog’da kah Mevlevihanelerde birlikte verilen konserler ile pekiştirilmiştir.
Edirne’de oluşturulan bu gelenek, 300 yıllık bir süreçte zaman zaman azalarak devam etmiş ve İstanbul’da varlığını sürdürmüştür.
Mafitirim ilahilerindeki güfteler de Tanrı’ya yakarış ve münacaat olarak değerlendirilmektedir.
İzmir’de de yer alan Maftirim ilahileri, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Santo Şikar tarafından yaygınlaştırılmıştır.
1923 yılından 1940 lı yıllara kadar İstanbul Maftirim Korosu, İsrael Sinagogu Hahamı Yakup Palaçi, Balat Sinagogu Hahamı Merkado Kohen, ve Algazi gibi isimlerle varlığını sürdürdü.
Günümüzde ise Aaron Kohen yönetiminde 1999-2000 yıllarında , geleneği sürdürebilmek amacıyla kurulmuş Maftirim Korosu, yalnızca Sinagoglarda dualara katılmakla kalmıyor, büyük kentlerde konserler de vererek bu mistik müziği tanıtmaya devam ediyor.
Mevlevi Ayinleri ve Maftirimlerde -e kadar Maftirimler Mevlevi Ayinlerinden etkilenmiş olurlarsa olsunlar- görülebilecek ortak tek özellik Tanrıya yakarış, övgü ve ona ulaşma anlamı olmalıdır. Ne kadar mistik yönü olursa olsun Maftirimler hem bir ritüel yaşamak adına hem de Tanrı’ya ulaşma çabası içinde Mevlevi Ayinleri’ne göre daha farklı bir formda gelişmektedir. Örneğin Maftirim ilahilerinde dans yer almamaktadır.Zikir yoktur. Yalnızca ilahi söylenir. Sadece bayramlarda danslar edilmektedir. Onun da bir ritüeli canlandırmak adına olup olmadığına dair bir malumat sahibi değiliz.
Her iki ilahi dinin bu mistik ritüellerinin çıkış noktaları inanç ve aidiyet. Uygulamadaki ortak noktaları ise; öncelikle ses. Tanrıya ulaşma ve O’na daha yakın olma çabalarında ses çok önemli bir unsur. Fakat ses farklı şekillerde kullanılabiliyor. Örneğin Maftirim’lerde esasen enstrüman kullanılmıyor. Son yıllarda Aaron Kohen’in topluluğunda kimi zaman eşlik amaçlı enstrümanlar kullanılabiliyor ama geleneğin aslında yani dualarda ve özel günlerde çalgı kullanılmıyor. Mevlevi Ayinleri’nde ise kudüm, bendir, ney çalgılarını daima görebilmek mümkün. Bir diğer nokta varlığını hiçe sayma bir nevi Tanrı’ya adama duygusu. Ayrıca dinen legal ve insanı pozitif yönde etkiler kabul edilen ritüeller olmaları da önemli bir husus. Duygusal algı ve meditatif özellikleri de mevcut. Her ikisinde de liderler mevcut. Bir diğer önemli nokta ise müzikle içiçe olan bu ritüellerde kadın kavramı maalesef yer almıyor. Yahudilerde Shabat günlerindeki dualar da bazen kadın ve erkek bir arada dua edebiliyor olsa da, musikide kadın yer almıyor. Aynı şekilde Mevlevi felsefesini yaşayan bir kadın bir Mevlevi Ayini’ne katılamıyor. Doğu toplumlarında kadının mistik müzikte en azından bu incelenen çalışmalarda yer almaması ilginç bir tesadüf . Sonuç olarak gelinen noktada dini nitelik taşıyan mistik ritüellerin amaçları bir nevi bireyi dünyevi algıdan çıkarıp daha Tanrısal bir hisse yönlendirmek, huşu ve bağlılık ile toplululuğun da devamını sağlayarak gelenekleri nesilden nesile taşıyabilmek.
BİBLİYOGRAFYA
MAKALE
Marshall, D. Behavior, Belonging and Belief: A Theory of Ritual Practise.
Source: Sociological Theory, Vol. 20, No. 3 (Nov., 2002), pp. 360-380 Published by: American Sociological Association Stable URL: http://www.jstor.org/stable/3108616 Accessed: 30/04/2010 07:22
Katz, S. The Epistemology of the Kabbalah: Toward a Jewish Philosophy of Rhetoric Author(s): Steven B. Katz Source: Rhetoric Society Quarterly, Vol. 25 (1995), pp. 107-122 Published by: Taylor & Francis, Ltd. Stable URL: http://www.jstor.org/stable/3886278 Accessed: 30/04/2010 07:23
Uygun, N. Sema’daki Sırlar.2010. Mevlana Eğitim ve Kültür Derneği
http://www.mekder.org/index.php?id=86&option=com_content&task=view
Jones, R. Jewish Mysticism. Source: The Harvard Theological Review, Vol. 36, No. 2 (Apr., 1943), pp. 155-163 Published by: Cambridge University Press on behalf of the Harvard Divinity School Stable URL: http://www.jstor.org/stable/1508343 Accessed: 30/05/2010 03:48
Seroussi, E. Music in the Religious Experience of Israeli Jews. The Garland Encyclopedia- “The Middle East” 2002.
Çobanoğlu, Ö. Osmanlı Devleti’nde Kültürel Etkileşim Bağlamında Türk Edebiyatı ve Musevi Kültürü. Folklor Edebiyat, c. 6, s.21. 2000/1
KİTAP
Tanrıkorur, C. 2005. Osmanlı Dönemi Türk Musikisi. Dergah Yayınları, İstanbul.
Shepher, J. Peter Wicke. 1997. Music and Cultural Theory. Oxford.
Epstein, P. 2008. Kabala: Musevi Mistiklerinin Yolu. Dharma. İstanbul.
Dr. Bensi Elmas – Diş Doktoru - Korist 27.05. 2010
Cako Taragano – Orkestra Şefi 20.05.2010.
AUDIO
Maftirim Korosu CD – 2001 Kalan Müzik
Maftirim Kitapçık – Lari Dilmen – 2001 Kalan Müzik
DVD Maftirim Korosu Çalışmaları – Dr.Bensi Elmas’ın Arşivi’nden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder