21 Ağustos 2021 Cumartesi

AŞKIN MÜZİKLE ATILAN ADIMLARI: TÜRK VALSLERİ

 



Dünya Müzik Tarihi'nin en romantik klasikleridir: Valsler...

 Bu danstaki ince zerafet ve aşkla atılan adımların, müzikle bütünleşen o şiirselliği adeta sizi bulunduğunuz an'ın çok ötesinde bir yerlere taşır.  Zira müzik bittiğinde  siz içinde bulunduğunuz an'a epey geç dönersiniz.
 Cumhuriyet Tarihi'mizin de önemli Batı danslarından olan valsler  aslında bir yaşam nezaketi olarak Türk Müzik hayatında yer almışlardır. 
 Değerli Hocamız dünyaca ünlü Keman Virtiözü Sn.Prof.Dr.Cihat AŞKIN'ın 2019 yılında Kalan Müzik tarafından yayınlanan "Türk Valsleri" albümü  Bizi o yılların zarafetine ve zaman dışı romantizmine  doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Albümün  açılışı Türk Musikisi'nin ilk valsi ve bir Dede Efendi klasiği olan Gül Nihal şarkısının farklı bir armonizasyon ve zengin bir melodik dokuda seslendirilmesiyle yapılmış...
İkinci şarkı; Berkant'ın o ünlü Samanyolu eseri...  Melodisine kadar romantik olsa da notasyonu bir o kadar yalın olan  bu eser albümde, virtiözitenin getirdiği yorumlama sanatıyla,  farklı enstrümanların tınısal geçişlerinin ahengiyle eşsiz bir form kazanmış.
Üçüncü şarkı, Muallim İsmail Hakkı Bey'in  nice filmlere ve  unutulmaz aşklara konu olmuş "Fikrimin İnce Gülü"  bestesi  kemanın ezgiselliğinin ruha en çok dokunduğu yerden başlayıp, eserin bitimine kadar sizi o aşkların arasında gezdirmiş.

    " Bana elerini ver,   
      Hayat seni sevince güzel,
      Yoluna adadım ömrümü ben,
      Gel kaçma güzel."

 Dördüncü eser enstrümantal düetler ve eşliklerin  muhteşem olduğu bir Özdemir Erdoğan klasiği...

"Kalbe dolan o ilk bakış,
Unutulmaz unutulmaz..."

Beşinci eser  çok kıymetli hocamız Sn.Erol Sayan'ın  enstrümantal olarak da duygu ve anlamını fazlasıyla hissedebileceğiniz  değerli bestesi...

Bu eserleri takip eden üç valsde ise Türk Müziği'nin naif, hüzünlü örneklerini dinliyoruz... Kelebek ve Neveser Kökdeş'in iki güzel bestesi: "Hayal Ufkunda Uçan Binbir Renkler ile Kuş Olup Uçsam" şarkıları...
Bu eserleri takip eden üç valsde ise Türk Müziği'nin naif, hüzünlü örneklerini dinliyoruz... Kelebek ve Neveser Kökdeş'in iki güzel bestesi: "Hayal Ufkunda Uçan Binbir Renkler ile Kuş Olup Uçsam" şarkıları...
Ve yine çok şık bir düzenleme ile seslendirilmiş iki Nihavend Makamı'ndaki  Türk Musikisi eserleri Arif Sami Toker'in Nihavend Makamı'ndaki bestesi "Erişti Nevbahar Eyyamı Açıldı Gül-i Gülşen"  ile bir Yavuz Özüstün bestesi olan "Bir Deniz ki Gözlerin" valsleri albümde özel bir yer alıyor...
"Gamze gamze bir gülüver şimdi
Beni göğsüne alıver şimdi
Mevsimi geldi susadım aşka
Benimle bir bütün oluver şimdi" 

Bir sonraki vals yine bir Özdemir Erdoğan klasiği olan "İkinci Bahar"... Bu  eserdeki derin duygusal temayı enstrümantal olarak yansıtan dinleyebileceğiniz en iyi performansla albümde yer alıyor...

Türk Müziği valslerinden seçkin bir örnekle devam eden albümde  Yesari Asım Arsoy'un Nihavend Bestesi  " Bekledim de Gelmedin" sözsüz icrasında da düet eşliklerle bize o nostaljik esintiyi fazlasıyla hissettiriyor...

Sonraki eserde Azeri Besteci Bekirof'un bestesi "Nazende Sevgilim" eserinde ise, hareketli ve lirik bir orkestrasyondan öne çıkan keman sololarındaki sanatlı ve teknik virtiözitenin yanısıra duygu yüklü tınıların anlam kattığı bambaşka bir dinleti bizlere sunuluyor...

Sıradaki eser; "Hatırla Ey Peri" ; Sabahaddin Ezgi'nin Rast Makamı'ndaki bestesi kemanın ilk temada etkili açılışının devamında orkestra ve düetler ile zenginleşirken son bölümde kemanın tüm armoninin üzerine tiz perdedeki hareketleri ile bambaşka bir renk kazanarak ana temadaki duygusallığına geri dönerek son buluyor...
 Albüm üç adet, Batı valsleriyle nihayete eriyor...
To Vals To Gamou;  Eserin açılışındaki keman girişi ve teknik üsluptan ziyade eserin duygusal ve estetik karakterini öne çıkaran ve orkestrasyon zenginliğiyle temayı güçlendiren keman hakimiyeti bu eserin diğer enstrümantal versiyonlarına göre bizlere bambaşka  bir dinleti yaşatıyor.... 

Albümdeki ikinci Batı valsi olan Carousel, orkestral olarak oldukça neşeli ve hareketli bir vals olup baharın bütün yeniliğini ve içtenliğini hissedebileceğiniz bir melodik dokuya sahip.... 

Müzik tarihinde ayrı bir ekole sahip bir besteci olan Shostakovich'in Op.2 numaralı valsinin daha önce hiç bir orkestrada duymadığım kadar güzel ve görkemli performansıyla bu valsler geçidi şöleni son buluyor. 

 Değerli Hocamız Keman Virtiözü Sn.Prof.Dr.Cihat Aşkın'a ve bu albümde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ve saygılarımızla....





17 Ağustos 2021 Salı

MÜZİK ESTETİĞİNİN KADİM DOĞUŞU: KRAL DAVUD VE MEZMURLAR

 



Gevrekzade Hafız Hasan Efendi'nin  kaleme aldığı musıki risalesinin bizlere aktardığı bilgilere göre musiki nazariyatının kaynağının Kral Davud'un (Davud Peygamberin) (mö.1055-974) olduğu ve müzik bilginleri ile alimler tarafından bu konuda fikir birliğine varıldığı ifade edilmektedir. Kral Davud'un (Davud Peygamberin) kutsal kitabı Zebur'daki metinleri incelediğimizde Tanrı'yla ilahi bağını müzik yolu ile güçlendirdiğini bizlere de şükrümüzü bu yolla ifade edebileceğimizi göstermiştir. İncelediğimiz örnek metinlerdeki dua ve beyitler şöyledir:

7.MEZMUR

"17 Şükredeyim doğruluğu için RAB'be,

Yüce RAB'bin adını ilahilerle öveyim."

9.MEZMUR

"1 Ya RAB, bütün yüreğimle sana şükredeceğim,

Yaptığın harikaların hepsini anlatacağım.

2 Sende sevinç bulacak, coşacağım,

Adını ilahilerle öveceğim, 

ey Yüceler Yücesi!"

13.MEZMUR

"5 Ben senin sevgine güveniyorum,

Yüreğim kurtarışınla coşsun.

6 Ezgiler söyleyeceğim sana, ya RAB,

Çünkü iyilik ettin bana."

28.MEZMUR

"7 RAB benim gücüm, kalkanımdır,

O'na yürekten güveniyor ve yardım görüyorum.

Yüreğim coşuyor,

Ezgilerimle O'na şükrediyorum."

33.MEZMUR

"1 Ey doğru insanlar, RAB'be sevinçle haykırın!

Dürüstlere O'nu övmek yaraşır.

2 Lir çalarak RAB'be şükredin,

On telli çenk eşliğinde O'nu ilahilerle övün.

3 O'na yeni bir ezgi söyleyin,

Sevinç çığlıklarıyla sazınızı konuşturun."

47.MEZMUR

"5 Rab Tanrı sevinç çığlıkları,

Boru sesleri arasında yükseldi.

6 Ezgiler sunun Tanrı'ya, ezgiler;

Ezgiler sunun Kralımız'a, ezgiler!

7 Çünkü Tanrı bütün dünyanın kralıdır,

Maskil sunun!"

68.MEZMUR

"24 Ey Tanrı, senin zafer alayını,

Tanrım'ın, Kralım'ın kutsal yere törenle gelişini gördüler:

25 Başta okuyucular, arkada çalgıcılar,

Ortada tef çalan genç kızlar."

Ve bunlar gibi pekçok metinde daha Kral Davud'un (Davud Peygamberin) şükrünü müzik yolu ile ifade ettiğini görebileceğiniz Mezmurlar pek çoktur. 

Son örnek olarak da onun bu konuda en içten duasının yer aldığı 57.Mezmur örneğinden sonra tespitlerimize geçebiliriz:

57.MEZMUR

"7 Kararlıyım, ey Tanrı, kararlıyım,

Ezgiler, ilahiler söyleyeceğim.

8 Uyan, ey canım,

Uyan, ey lir, ey çenk,

Seheri ben uyandırayım!

9 Halkların arasında sana şükürler sunayım, ya Rab,

Ulusların arasında seni ilahilerle öveyim."

 Müzik sanatının Tanrı'yla doğrudan bir bağı olduğuna  önceki yazılarımızda değinmiştik.  Antik çağlardaki filozof ve bilginlerden  18. yüzyılın sonuna kadar  müzik, düşüncesinde ilahi bağ daima var olmuştur. Nitekim ruhundaki iyilik, şükür ve minnet duygularını Tanrısal güzellikle buluşturma düşüncesi sanattaki estetik akımının temel felsefelerinden olup,  müziğe yansıyan en belirgin varlığı ilk olarak Kral Davud'un (Davud Peygamberin) Mezmur ilahilerinde görülmektedir. Bu ilahilerde gözlemlediğimiz makamlar "Zambaklar Makamı" ile "Mahalat Makami", ilahi formları "Mezmur, Maskil ve Miktam", çalgılar "Lir, Çeng, Tef ve Boru" olarak yer almaktadır. Müzik formları ve notalar hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz Değerli Hocamız Sn.Cem Behar'ın Pan Yayıncılık'tan çıkan  "Ali Ufkî ve Mezmurlar" eserini okuyabilirsiniz. 

Dolayısıyle Müzik düşüncesinin manevi formda ilk ve en kadim çıkış noktası olan Kral Davud'un (Davud Peygamberin) kutsal kitabı olan Zebur'da; Kral Davud (Davud Peygamber) Rab'be temiz duygularını, şükrünü ve sevincini musiki yoluyla ifade ediyor, halkına ve tüm insanlığa da bunu öğretiyor. Yani sanattaki estetik değerlerde yer alan ruhun güzele açılması ve ilahi bağını kurması arzusu ve düşüncesi ilk olarak Kral Davud'un (Davud Peygamberin) o zarif Tanrısal bağı kutsal kitabı Zebur'da Mezmur ilahilerindeki müzik yolu ile form buluyor. Dolayısıyle 19.yüzyılın sonuna kadar verilen tüm Dünya Müziği eserlerinde, teori kitaplarında, bestelerde ve  lirik şiirli eserlerde Kral Davud'un (Davud Peygamberin) Antik İsrail'in ve Doğu'nun Tanrısal güzellikteki musiki düşüncesi, müzik estetiğinde kadim bir çıkış noktası olarak yer alıyor.

BIBLIYOGRAFYA

Antik Müzikler için örnek güzel bir albüm

https://youtu.be/TpA17Oy0nK8

KRAL DAVUD - ZEBUR

AHMET HAKKI TURABI - GEVREKZADE HAFIZ HASAN EFENDI MUSIKI RISALESI

RAĞBET YAYINLARI - ISTANBUL -2005

CEM BEHAR - ALI UFKI VE MEZMURLAR- PAN YAYINCILIK - ISTANBUL-1990







11 Haziran 2021 Cuma

ABDÜLBÂKİ NASIR DEDE'NİN TEDKİK Ü TAHKİK ESERİNDE TÜRK MÛSIKÎSİ ESTETİĞİ

 


Sn.Prof.Yalçın Tura'nın kaleme aldığı ve çeviriyazımını açıklama ve notlarıyla bizlere sunduğu Tedkik ü Tahkik adlı eser Mevlevî Şeyhi Nâsır Abdülbâki Dede'ye ait, Türk Musikîsi'nin o dönemdeki muhtevası ve nazariyatı üzerine yazılmış bir eser olup, 1794 yılında tamamlanarak Padişah III.Selim'e sunulmuş 2  yıl sonra yine padişahın isteği üzerine yeni makam ve terkiblerin oldugu bir ek yazılmıştır. Bu eserde makam ve terkibler, Ney sazının hususiyetleri, usûller ve bir takım gerekli musiki bilgileri yer almaktadır. Kendisinden önce gelenlerin kısa bir özetini yazan Nâsır Abdülbâki Dede sade ve kısa anlatımlarla makam ve usulleri tanıtırken dünün musikisi üzerine yaptığı açıklamalarda oldukça dikkate değer estetik unsurlara yer vermiştir. 

              Abdülbâki Nâsır Dede'nin eserinde mûsıkiye bakış açısı diğer nazariye unsurlarına göre biraz farkli gelişmektedir.

Makam, terkib ve usul sıralamalarında değişikler  gözlemlendiği gibi musikiyi oldukça ciddiye alan ve uzun bir zaman dilimini bu kısa eserine yansıtan bir emek bulunmaktadır.

Tedkîk ü Tahkik eserinde; başlıbaşına Türk Mûsıkisi estetiğine özgü ifadelerle karşılaşılmaktadır. 

    Abdülbaki Nasır Dede'nin tanımlamalarında  dönemin Türk Musikisi Estetiği anlayışına dâir başlıbaşına bir anlatım görmekteyiz ve bu o dönemin müzik beğenilerini anlamamız açısından çok önemli.  İnsan doğası ve ruh halinin değişimlerine göre, müzik tercihlerinin belirlenmesi ve sınıfsal farklılık olmaksızın her bireyin bir musıki tercihi olduğu yorumu sıradan gibi gözükse de o dönem için dikkate değerdir.  Zira burada manevi olarak doğadan ve ilahi lezzetten uzak, kimselerin musıkiden zevk alamayacağı ezgi dinlemenin ve bundan zevk almanın gönül ve can sağlığına delil olduğunu anlatan Abdülbaki Nasır Dede  bunun bazı kimselere tinsellik kanıtı, bazılarına da Tanrı'nın huzurunun habercisi ve kimliğinin parıltısıdır derken,  güzel, gönüle ve kulağa hoş gelen musıkinin ilahi bir duyumsama olduğunu, estetik algıyı da bu nedenle beslediği yönünde  önemli bir bakış açısı ve tespitte bulunmuştur.  Müzisyenlik ve besteciliği de " Musikî Kuyumculuğu" deyimiyle tarif eden Abdülbaki Nâsır Dede  musıki sanatını, estetik olarak mücevher tasarımı zanaatıyla özdeşleştirmektedir. Yine mûsıkî  üstadlarının müziklerinin dinlemeye değer, estetik olgunluğa ve musıki kurallarının uyumuna riayet edebiliyor hale gelmesini, onların özel bir nefis terbiyesi sürecinden  geçmeleri neticesinde olabildiği görüşünü bizlerle paylaşmıştır.  Abdülbaki Nasır Dede  musıki besteciliğini  bir hekimin çeşitli  ilaç terkipleriyle hastalarına uyguladığı tedavi ile bir bestekarın çeşitli terkiplerle musıki makam ve eserlerini oluşturmasını, hayati noktada bir tutmuştur.  Yine bu bakış açısından musıki besteciliğindeki estetik olgunluğun dinleyenlere şifa olabileceği düşüncesini de taşıdığını görmekteyiz. 

     Makamların kişiler üzerindeki etkilerini de önce makamların kendi aralarındaki ses uyumuyla daha sonra bu makamların, insanda uyandırdıkları duygulara ve yaptıkları tesirlere göre, yine estetik olarak sınıflandırmıştır. Buna göre Rast, Segâh, Nevâ, Nişabur, Hüseyni, Rehâvi, Buselik ve Sûz i Dilara makamlarını gönülü geliştirip ferahlık veren makamlar olarak, Hicaz, Sabâ, Isfahan, Nihavend, Irak, Uşşak makamlarını da yürek yumuşaklığı, acıma duygusu ve incelik veren makamlar olarak tanımlamakla beraber bu etkileri dinlenildikleri zaman dilimiyle de özdeşleştirmektedir. (s.28-31, s.40-41)

    Sonuç olarak;  Abdülbaki Nasır Dede'nin  Türk Musıkisi Estetiği anlatımlarında  uzun bir musıki deneyimi,  terbiyesi ve üstadlarla ve yapılan istişareler ile Padişah huzurunda kurulan musikî meclislerinde bulunanların gözlemlenmesinin önemli bir payı olduğunu görmekteyiz. 

    Musiki nazariyatı alanında yazılmış değerli bir eser olan Abdülbâki Nâsır Dede'nin Tedkîk ü Tahkik adlı eseri 18.yüzyıl sonu ile 19. yüzyılın ilk yarısındaki Türk Mûsıkisi Estetiğini bize anlatan değerli bilgilere de yer vermiş olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Sn.Hocamız Prof.Yalçın Tura'ya bir kez daha bu değerli eseri inceleyerek bizlere kazandırmasından dolayı emekleri için sonsuz teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunarız. 

BİBLIYOGRAFYA

ABDÜLBÂKİ NÂSIR DEDE. "TEDKÎK Ü TAHKÎK" ÇEVİREN VE İNCELEYEN: PROF.YALÇIN TURA. PAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2006.

27 Mayıs 2021 Perşembe

18.YÜZYIL'DA FARKLI BİR MÜZİK ESTETİĞİ ANLAYIŞI


 Tanburi Küçük Artin'in Yazma Eserlerinde   

Musıki'nin Beğeni Kriteri

Türk Müziği'nde musıki ilmini yazan yazarların çoğundan farklı bir yazım üslubu olan Tanburi Küçük Artin  hayatı boyunca bulunduğu bölgelerdeki musıki deneyimlerini,  çalıştığı müzik teorilerini,  bir arada, müzik yaptığı üstatları,  onlardan öğrendiklerini  ve kendi ilmi ile geliştirdiği  müzik nazariyatı  sistemini  Hamparsum notası  olarak adlandırdığımız  özel bir nota yazım biçiminin geliştirilmiş haliyle  Karamanlica  alfabesinin de unsurlarıyla  musıki literatürüne iki yazma eser kazandırmıştır.  Bu eserler  ünlü müzik tarihi araştırmacısı Eugenia Popescu Judetz  tarafından  çeviri, yazım ile hazırlanılmış İngilizce ve Türkçe olarak  kendi yorumlarını da içeren bir araştırmayla kitap haline getirilmiştir.  

Bir 18. yüzyıl klasiği olarak  müzik tarihimizde yer alan Tanburi Küçük Artin  Ermeni bir müzisyen ve seyyahtır.  Çalışmalarında geniş bir kültürel alana yayılarak, Türk ve Hint müzikleri alanında  teori ve icra teknikleri bakımından o dönemin musıkisini detaylı ve farklı bakış açılarıyla bize ulaştırmıştır.  Birçok üstat ve mecliste bulunarak, elde ettiği birikimini  kaleme aldığı bu iki yazma eseri   incelediğimizde  müzik nazariyatının  makam yapısı,  usul İçerikleri,  çalgılar,  farklı bir nota yazım sistemi, Tanbur ve Ney sazının özellikleri,  bu sazların icra teknikleri,  ilim adamlarının  görüşleri ve musıkinin  beğenilmesindeki  estetik bakışı  bizlere kazandırarak çok önemli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. 

    Tanburi Küçük Artin'in Türk Müziği Estetiği  üzerine görüşleri  şimdiye kadar gördüğümüz estetik beğenilere dair tanımlamalardan  çok farklı ve alışılmışın dışında bir bakış açısına sahiptir.  Elyazması eserinin 6. bölümünde  üstatlar arasında musıki  üzerine yapılan bir konuşmayı  naklettiği bir husustan estetik bakışını  görebilmekteyiz. 

"  Kelân hükemâya  bir hükema sordu ki;  Musıki'nin tesiri(*) nedendir?  Kelân hükemâ dedi ki " Bu ilim ruhanidir, ilimdir ve kulağın marifetidir."  Çünkü insanın aynasıdır. Dört terkibdendir. Bu dört terkibden ikisi âliya ikisi suflidir. Aliya hangisi sufli hangisi dersen? Âliya ateşi ve hava, sufli toprakla su'dur. Evveli ki insan dört terkibdendir. Dört terkibin biri insana galip olmalı ki kiminin ateşi galip kimisinin havası galip, kimisinin suyu galip kimisinin toprağı galip. O ateşi galip olan kimseye badi makam agaze edenin gibi ona bir bükâ gelir. O ki havası galip olan kimseye ateşi makam agaze edindiğin (agaze etmek: ses vermek, dinletmek) gibi ona onun gibi bükâ gelir ve safa gelir. O ki suya galip olan kimseye ab-ı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir safâ gelir. O ki toprağı galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir ve safa gelir. O haz etmemek neden gelir dersen ateşi galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi o abı makamdan haz etmez. Niçin dersen ? Zıddıyet sebebi için. Ona kezâlik havası galip olan kimseye haki makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için. Suya galip olan kimseye ateşi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için . Ona kezâlik toprağı galip olan kimseye badi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için." 

   Bu görüş bizim musıki alanında bu yüzyıldaki kaynaklarda rastladığımız en farklı estetik bakış açısıdır.  Diğer edvar ve eserlerde görebileceğimiz üzere estetik bakış açıları, kurallara uygunluk musıki bestelerinin formlarında kusursuzluk gibi kavramlardan yola çıkarak oluşturuluyor iken  Bu eserde, biz doğadaki dört elementin insan üzerindeki etkisine göre beğenilerin şekillendiği düşüncesini görüyoruz.  Estetik beğeni ölçütlerinde daha önce böyle bir bakışa rastlamadık.  Bu dört elementin doğaya ve insan yaşamına ve de insan tabiatına etkisi  ilkçağ filozoflarından günümüze kadar hep araştırma konusu olmuştur.  Tabiattaki yerleri, insanlardaki karakteristik etkileri ve bilim alanında pekçok konu bu dört elemente izafe ettirilerek araştırılmıştır.  Lakin musıki adına estetik betimlemelerde  ilk kez karşımıza çıkmaktadır.

 Antik Yunan'dan  Aristo ve Eflatun ile günümüze kadar gelen  dört element  düşüncesi ve kuramları İslam filozoflarınca geliştirilerek  Doğu musıkisi kurallarında  Bu dört element dört şubeye (küçük ses grupları),  yedi gezegen yedi agazeye ( makam dizilerini oluşturan ses grupları),  yine astronomi yöntemine geliştirilmiş, on iki burç, on iki makam ile bağdaştırılmıştır.  Ancak, astronomi temelli bu müzik teorisi düzeninin, estetik bir bakışla ele alındığına bu kaynaklarda rastlanmamıştır.  Biz dört element ve astronomi temelindeki sistemsel müzik  teorisi çalışmalarının estetik değerlendirmede de kullanıldığını ilk kez Tanburi Küçük Artin'in yazma eserlerinde  gördük.

 Doğadaki dört elementin insan doğasındaki etkilerine göre beğenilerin oluştuğu yönünde hükemaların görüşünü, bizlerle paylaşan Tanburi Küçük Artin'in  yazma eserinde  subjektiviteye dayalı bir yorum olarak kabul edebiliriz. Şöyle ki;  insan doğasında galip gelen hangi element ise o elementin biraraya gelebileceği özellikleri taşıyan diğer elementin ağırlıklı olduğu eserlerin beğenilmesi  Bireye özgü, subjektif bir estetik görüş anlamına gelmektedir.  Zira 18. yüzyılda incelediğimiz diğer kaynaklarda  daha genele yayılan ve  musiki ilminin esaslarının gözönünde bulundurulduğu estetik değerlendirmeler yer almaktadır.  Buna rağmen elementlere dayalı tercihler neticesinde geliştirilen estetik algı teorisi müzikte dikkate değer  ve alışılmışın dışında bir görüş olarak  faydalanılmaya ve geliştirilmeye uygun bir konudur. 

KAYNAKÇA

JUDETZ, EUGENIA POPESCU: "TANBURİ KÜÇÜK ARTİN - A MUSICAL TRATISE OF THE EIGHTEEN CENTURY. PAN YAYINCILIK . 2002. İSTANBUL.


23 Mayıs 2021 Pazar

21.YÜZYIL'DA BİR BAŞYAPIT: NAZIM ORATORYOSU

 


" Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..."

                                      Nazım Hikmet


 Sahnelenmesinden iki yıl sonrasında izleyebildiğim,  fikir mücadelesinde  hapisten sürgüne adanmış bir ömrün,  belki de yaşamında duyulmadığı kadar yüksek ve coşkulu seslendirilişini izlediğim  Nazım Oratoryosu  dönemsel bir fikir mücadelesinin bugüne kadar gördüğüm en, sanatlı anlatımıydı. 

 Yaşayarak yazmak, dedikleri bu olsa gerek. Tıpkı Nazım'ın yaşarken, yazdığı gibi bu  oratoryo  da onu yaşayarak  ve dahi onunla yaşayarak yazılmış gibi. 

 Nitekim, sahnenin bütün detayları, bütün sunumları da izleyiciye onu yaşatıyordu.

 Genco Erkal'ın  Nazım Hikmet'mişcesine ve onun geçirdiği evrelerin üzerine yazdığı şiirleri sanki o evreleri geçirmiş de  söylüyormuşcasına  izleyiciyi büyülediği o  eşsiz üslubundan mı bahsedeyim,  Fazıl Say' ın  müzik dehasıyla bestelenmiş ve oratoryonun en ideal yerlerinde  en yüksek ifadeleri vurgularcasına kurgulanarak  anlatımlarla bütünleşen ve  orkestranın eşsiz zenginliği ve görkemli uyumuyla seslendirilen müziklerinden mi? 

 Nazım Hikmet'in " Kız Çocuğu" şiirinin   Zülfü Livaneli bestesinin de  bugünün dünyasında verilen mücadelenin ne kadar anlamlı olduğunu bize hissettiren sunumunun duygusallığı ile  dünyamızın sadece birtane olduğu ve sarı siyah beyaz tüm çocukların  yaşaması için el ele vermemiz gerektiği vurgusunun  sanatlı anlatımını görmenizi çok isterdim.  

      Orkestra ve koronun en görkemli anlarından olan  "Nazım Hikmet bir vatan haini olmaya devam ediyor hala"  diyerek, Genco Erkal'ın ifade ettiği gazete haberi  başlığının  kademe kademe en yüksek perdelere kadar her sesten her telden  söylenilmesi  günümüzde de üzülerek yaşadığımız, içsel suskunluğun müziksel bir çığlığıydı sanki....

   Ve...

     Yaşamayı ciddiye alacaksın....

     Yani o derece öylesine ki....

     Mesela, kolların bağlı sırtın duvarda...

     Yahut kocaman gözlüklerin...

     Beyaz gömleğin bir laboratuvarda...

     İnsanlar için ölebileceksin....

     Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar      için.....

     Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken....

      Hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde....

     Şiirinin finaliyle;  bugün, idealler uğruna yaşanmış ve adanmış ömürlerin çok azaldığını gördüğümüz dünya için  bir şeyler yapmamızı hatırlatırken  bu uğurda verilen kayıpların anısına seslendirilen  ve bir Zülfü Livaneli klasiği olan  "Yiğidim Aslanım" türküsüyle  tüm oratoryonun eşsiz anlatımı son buluyor. 

     Sizlere tek tek eserlerdeki tahlilleri yaparak, teknik detaylar vermeyeceğim.  Orkestranın zengin sanatlı ve muazzam etkileyici uyumu ile  bestelerin tematik bütünselliği  solistlerin duygu dolu yorumları  Genco Erkal'ın üstatlığı  Fazıl Say'ın  sanat kariyerinin  en anlamlı ve dahiyane besteleriyle  Piyanosunun birleştiği bu eser  bu yüzyılın bir başyapıtdır. 

Müzik tarihine  böyle geçmesi dileğiyle....  

Sonsuz şükranlarımızla....


2 Şubat 2021 Salı

SARAY MÜZİĞİ NASIL MEYHÂNE MÜZİĞİ OLDU?

 Değerli Okuyucularımız

 Bu yazıya, öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarından bir anı ile başlamak istiyorum. Lise birinci sınıfların bir dersinde Türk Sanat Müziği'nde makam kavramını incelememiz gereken bir ünitedeyiz.  Özel okuldaki öğrencilerin lise çağında olmalarının da verdiği rahatlık cevaplarına da yansıyor takdir edersiniz ki. Ben konuyu anlatmadan önce öğrencilerime, varolan bir fikirleri var ise paylaşsınlar düşüncesiyle önce soru olarak yöneltirim  o derste de çocuklarıma, "Makam nedir?" sorusunu sordum.  Bir öğrencim söz istedi. Öğretmenim dedi makam meyhane müziklerinin tamamıdır dedi. Bu cevap karşısında çok üzüldüm.  Bir, Türk çocuğunun alimlerin üstün emeklerle kaleme alıp tarihimize kazandırdığı edvârlardan,  bestecilerimizin meşk sistemi ile emek verip öğrenciyi yetiştirerek günümüz repertuarına aktarmak için büyük bir çaba gösterdiği eserlerden bize ulaşan, makam kavramını meyhane müziği olarak biliyor ve ifade ediyor olması beni çok sarsmıştı.  Bu meslek hayatımın en üzücü anlarından biriydi.  Zira bir önceki yazılarımda takip edebildi iseniz, on üçüncü yüzyıldan itibaren 650 yıllık bir süreçte çok değerli hükümdarların ilim adamlarının ve bestekarların musıki ye, Türk musıkisi'ne nasıl emek verdiklerini, gözlemleyebilirsiniz. Ve saray müziklerinin yapısına baktığınız zaman imparatorlukların ve onların halklarının gücünün en önemli göstergelerinden olduğunu görürsünüz. Osmanlı İmparatorluğu'nun da tarihi birikiminin gücüyle yoğurulmuş mûsıkîmiz malesef çöküş neticesinde bir hayli zarar gördüğünden epey badireler atlatmıştır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında medeniyetimizi Batı'ya uyarlamak düşüncesi ile medeni kanun, ekonomi, tarım, harf inkılabı gibi hususlarda yapılan reformlar oldukça adil ve başarılı görünse de  bu malesef kültürel süreçte mûsıkimiz için geçerli olamamıştır.  O dönemdeki kültürel kopuş neticesinde 700 yüzyıllık Osmanlı musıkisi bilinçli bir uygulama ile, hakir görülmüş ve bir dönem de yasaklanmış yok sayılmıştır.  Hatta bunun için kurulan okullar ekseninde yetişen eğitimci ve müzisyenler de ağız birliği etmişlercesine Türk müziğine karşı daha adı geçtiği anda burun kıvırmak şeklinde mimik hareketleriyle, zengin ve bir o kadar ihtişamlı mûsıkîmizi hakir görerek, daima ikinci sınıf muamelesi yapmışlardır. İşte malesef ki çocuğumun böyle bir cevap vermesine kendi öz mûsıkisini meyhâne müziği olarak tanıtan kendi tarihine yabancı eğitmenlik anlayışının eksikleri sebep olmuştur.  Hem Batı müziği hem Türk Müziği eğitimini en verimli haliyle bizlere sunan, okulumuz bile bu ayrımcılıktan nasibini almış, yıllarca dışlanmıştır.  Buna rağmen dönemin en iyi sanatkarları, hocaları, araştırmacıları ve bestecileri ile birlikte  musıki hayatımızın yaşatılmasına hem ilmi, hemde icrai alanda büyük emekler vermiştir. Malesef ki, sayısal çokluk ve hakim düşünceler sebebiyle  bu çabalar son onbeş yıla kadar zorlukla ilerleyebilmiştir. 1990 öncesi Nişantaşı'ndaki binasında geçirdiği yangın felaketi ile tüm eser ve çalgıları kül olan bu kurum sıfırdan kuruluşunu gerçekleştirmiş. 1990 yılı itibariyle imkansızlıklar içinde yeniden musıkimize hizmet etmeye başlamıştır.  O günlerden bugünlere geldiğimizde orientalist pencereden bile olsa Türk Sanat Musıkisi'ni bugün dünya tanımakta ve çok da ilgi göstererek yabancı üniversitelerin kürsülerinde dahi yer ayırıp bir araştırma sahası olarak kabul etmektedir.  Uluslararası kongre ve sempozyumlar sayesinde, kültürel arenada da büyük bir gelişme göstermiş ve müzikolojik ilgi  ve merak konusu olarak uluslararası araştırmacılar tarafından üzerinde ihtimamla durulmuştur. 

 Tüm bu verimli gelişmeler sayesinde  Türk Mûsıkimiz gençlerimiz arasında da ilgi ve merakları nispetinde yer bulmuş, bir Batı enstrümanı olan Piyano'da bile dinlemekten mutlu olur duruma gelmişlerdir.  Bugün ben en azından hiçbir çocuğumdan bu cevabı almayacağımı bu gelişmeler sayesinde ve son yıllardaki akademik emekler ve gelişmeler sayesinde biliyorum. Çalışılan saygın araştırmalar ve yayınlar ile topluma kazandırılan tarih bilinci neticesinde, hakettiği değere musıkimizin kavuştuğunu görmek çok anlamlı. Ve bu sürecin bizzat gelişiminde büyümek ve çocuklarına da bunu yaşatarak, yaşayarak anlatmak, yazılarımız yayınlandığında ilgiyle okunması ve sanatkâr arkadaşlarım eserlerini icra ettiklerinde ilgi ve beğeniyle dinlenilmesi ve mûsıkimizin meyhâne müziği kavramından kurtulup kültürel bir destan halini almasının önemi bugün benim için çok ayrı bir yerde inanın. Devamı dileğiyle... Ve

Yahya Kemâl'in:

"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden,

  Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden..."

Sözüyle noktalayıp sizlere müzikli ve sağlıklı günler dilerim...

27 Ocak 2021 Çarşamba

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT SONUÇ BÖLÜMÜ

 SONUÇ

   Timur İmparatorluğu Dönemi'nde musıki adına yaptığımız incelemeler ve araştırmalar neticesinde üzerinde durulması gereken hususları şu şekilde belirlemek mümkündür:

     Tarihsel süreç içerisinde görülür ki, aynı dönemlerde ve birbirlerine yakın olarak yaşayan toplumlar ticari ve siyasi faaliyetleri nedeniyle, kültürel anlamda da kendi aralarında sürekli bir etkileşim  içinde bulunmuşlardır. 

    İşte bu etkileşim, -14. ve 15. yüzyıllarda-  Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında kurulan bağlantılar sonucunda da oldukça net bir şekilde tespit edilmiştir.  Bu bağlantılar Türk sarayları çerçevesinde değerlendirilmiştir.  Zira,  Biliniyor ki her iki imparatorlukta da ilim ve sanatkarlar, dönemin hükümdarlarının saraylarında yaşamlarını sürdürürlerdi.  Bundan yola çıkarak denilebilir ki:  Osmanlı klasik saray fasılları, Herat'ta Hüseyin Baykara'nın sarayında düzenlenen ve, Hüseyin Baykara faslı olarak adlandırılan, konserler, örnek alınarak geliştirilmiştir.

     Nitekim, "Herat Sanat Okulu"  bünyesinde geliştirilen "Herat Müzik Ekolü"nün de,  icra özellikleri ile, form, makam ve usûl yapısı bakımından Osmanlı'da Türk Müziği'nin temelini teşkil edecek kadar yoğun tesirde bulunduğu görüşü artık sabittir. 

    Timur İmparatorluğu Dönemi müzik nazariyatçıları kendilerinden önce gelenlerin yaptıkları çalışmalar üzerine yeni ilaveler ile eserlerini telif etmişler ve bu nazari esaslar Osmanlıda bu alanda yapılan çalışmaların büyük bir bölümünde de 18. yy' a kadar uygulanmıştır. 

      Timurlularda, müzik nazariyatı adına Abdülkadir Merâgi ile tamamlanan dönem Osmanlıda onun oğlu Abdülaziz Çelebi ve torunu Mahmut Çelebi ile devam etmiştir. 

     Daha önce diğer güzel sanat dalları için belirttiğimiz Herat üslûbunun hususiyetlerini "Herat Müzik Ekolü" adına da şu maddeler ile belirtebiliriz : 

     1. Profesyonel anlamda müzik erkek müzisyenler tarafından yapılırdı.

     2.  Müzisyenler, eğitimlerini özel olarak üstatlardan alırlardı. Sarayda toplu bir müzik eğitimi verilmesi mecburiyeti söz konusu değildi. Ancak saraydaki ehil müzisyenler öğrenci adaylarının istek ve istidadları doğrultusunda hem saray içinde hem dışında medreselerde müzisyen  yetiştirebilirlerdi.

    3.  Saray tarafından himaye edilen müzisyenler yaptıkları çalışmalarda tamamen özgür bırakılırlardı.  Üzerlerinde herhangi bir kısıtlama söz konusu olmadığı gibi çalışmalarına karşılık oldukça mühim lütuflara mazhar olurlardı.

   4.  Hükümdarların daveti veya isteği ile getirilen müzisyenlerin yanında bazılarıda saray himayesinde bulunmaktan hoşlandıkları için kendileri gelerek buraya girerlerdi.

   5.   Sarayda, amatör müzisyenlerde bulunurdu. Ancak, bunlar profesyonel müzisyenler kadar itibar  görmeyip, onların yardımcıları konumundalardı.  Amatör müzisyenlerin hamisi görünümündeki üstatlar zaman zaman onların besteledikleri eserleri de icra edebiliyorlardı.

   6.  Profesyonel müzisyenler, muhakkak bir veya iki sazı iyi icra ederlerdi. Sazlardan en makbul olanları ise; ud, ney, kânun, çeng, ve Merâgi'nin tarif ettiği kemençeydi. Nitekim sazendelerin çoğu aynı zamanda hânende idiler.

   7. Bestekârlar ayrı bir itibar görürlerdi. İcracı olma mecburiyetleri yoktu.

   8. Müzisyenlerin, saray dışında dini tarikatlarla da ilişkileri bulunurdu.

   9. Zikredilen müzik formları arasında; ölçüsüz, serbest, ya da diğer bir tabirle doğaçlama bir tür yer almıyordu.

  10. Tek enstrümantal tür pesrev idi.

  11. Hükümdarlar  huzurunda yapılan mûsıkî icralarının belli kuralları vardı.

  12. Dönemin müzikalitesi itibarıyle büyük formların bestelenmesi ve icrası daha önemli bir yer tutardı. Müzik formları bakımından ayırım yapılması sözkonusuydu. En saygı gören form; "Nevbet-i Müretteb" idi, bunu nakış ve savt formları takip ederdi.

   13. Müzisyenlerin hemen hepsi aynı zamanda şâirdi.


     Timur İmparatorluğu dönemi musıkisi olarak incelediğimiz XIV.yy'ın sonları ile XV. yüzyılın tamamını kapsayan bu zaman dilimi adına görülmüştür ki elimizde tam anlamıyla müzikal olarak belirleme, yapabileceğimiz eserler yoktur. Herkesce sabit görülen o dönemin mûsıkîsi adına en önemli zorluk ve eksiklik de buradadır.  Zira mûsıkî edvârlarını, tezkireleri, vekâyinameleri ve onların müelliflerinin beyanlarını ne kadar incelersek inceleyelim bunlar dinleyerek betimleyebileceğimiz bir mûsıkî yaşantısının yerini tutamayacaktır. Bu alanda bilinen tek eser olan ve nüshasına bir türlü ulaşamadığımız Abdülkâdir Merâgi'nin Kenzü'l Elhân adlı eserinin bulunması,  iyi bir araştırma ve nazariye çalışması ile notaların ebced sistemi ile günümüz notasına çevrilmesi ve icra edilmelerinin bize bir gün o dönemin yaşayan müziğini tanıtabileceği  umudundayız. 


   Çok uzun zaman önce yapmış olduğumuz bu çalışmanın kültürel özelliklerdeki bölümlerini yeni katkılar ile geliştirerek  okuyucularımızla paylaştık. Çevirisi yapılan ebced notasyonu ile, incelenen müzik formları, usûller, gibi teorik esasları ile döneme ait çalgıları ilerleyen zamanlarda başka bir projedeki kültürel unsurlar ile birleştirerek sunmak dileğiyle...


BİBLİYOGRAFYA (Tüm Araştırmaya Dâir)


AGAYEVA, Dr.Süreyya:

 "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı", Mus.Mec., Yıl:51, Sayı: 462,1998, s.39-41.

"Türk Mûsıkîsi'nde Edvâr", Mus.Mec., Yıl:52, Sayı: 463, Kış,1999, s.57-59.

"15.yy'da Mûsıkî İlmi", Seminer, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 24.03.2000

AKA, Prof.Dr.İsmail: 

Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), TTK, Basımevi, Ankara, 1994.

Timurlular, TDV Yayınları, Ankara, 1995.

"Timur Devri Anadolusu", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.229-234

AKDOĞU, Onur: Türk Müziği Bibliyografyası 

(9.yy-1928) Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1989.

AKSOY, Dr.Bülent: "Ortadoğu Klâsik Mûsıkîsinin Bir Merkezi:İstanbul", 

Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, s.801-813.

AKSÜT, Sadün: Türk Mûsıkisinin 100 Bestekârı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993.

ALİ ŞÎR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Hazırlayan: Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara, 1993.

AREL, Hüseyin Sadettin: "Fatih Devrinde Türk Mûsıkîsi", Mus.Mec.,. Sayı:6/ 63-65, s.68-76.

AYAN,Prof.Dr.Gönül: " VX.yy-XVI.yy'ın Ünlü Aşk Hikâyesi Vâmuk u Azrâ'da Mûsıkî" , Mus.Mec. Sayı:466, 10.1999, s.20-22.


BABÜR, Gâzi Zahirüddin Muhammed: Babür'ün Hatıratı, Çev.Prof.Reşit Rahmeti Arat, TTK, Basımevi, Ankara-1987.

BARDAKÇI, Murat: Maragalı Abdülkâdir, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

BARTHOLD, Wilhelm: Uluğ Bey ve Zamanı, Çev.Prof.Dr.İsmail Aka, TTK Basımevi,.Ankara, 1997.

BAŞER, Fatma Adile: "Müzik Nazariyatının Dönemleri", Müzik Tarihi Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 1999.

BERL,.Emmanuel: Atillâ'dan Timur'a Avrupa ve Asya, Çev. Gülseren Devrim, Doğan Kitapçılık AŞ, İstanbul-1999.

BIYIKTAY, Halis. Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara, 1989.

DEVLETŞAH: Tezkire-i Devletşah, Çev.Prof.Necati Lugal. Tercüman Yayınları. Kervan Neşriyat, İstanbul,1977, C.4

FELDMAN, Walter: Music of the Ottoman Court, Copyright VWB, Berlin-Germany,1996.

HAREZMİ, Muhammed: Mefatihu'l Ulum, Yay.Ibrahim El-Ebiyari. 10.-11.yy.

İNANCER, Ömer Tuğrul: "Osmanlı Mûsikîsi Tarihinde Tasavvuf Mûsıkîsine Kısa Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara-1999, C.10, s.679-690.

İNALCIK, Prof.Dr. Halil: "Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.37-113.

İSMAİL Râcı el Farûki-2.Yazar Luis Lamie: İslâm-Kültür Atlası, Çev. Mustafa Okan-Zerrin Kibaroğlu, İnkilap Yayınevi, İstanbul,1991.

KANTEMİR, Dimitri: Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi , Çev.Dr.Özdemir Çobanoğlu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 1999

 2 Cilt.

KEHHALE, Ömer Rıza: Mücemü'l Müellifine Tetacimü Musannifi'l Kütübi'l Arabiyyeti, Beirut, 1984.

LEVEND, Agâh Sırrı: Türk Edebiyatı Tarihi, 1.Cilt, TTK Basımevi, Ankara,1999.

NEŞRİ, Mehmed: Kitâb-ı Cihân-nümâ, Neşri Tarihi, yay. Fâik Reşit Unat-Prof.Dr. Mehmet Köymen, TTK, Basımevi, Ankara,.1995, 2 Cilt.

ÖZTUNA, Yılmaz: Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, İstanbul, 1970. 

RAUF YEKTA BEY: Türk Mûsıkisi, Çev.Orhan Nasuhioğlu, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

ROUX, Jean Paul: Aksak Timur İslâmın Kutsal Savaşçısı, Çev. Ali Rıza Yalt, 

Milliyet Yayınları, İstanbul, 1994.

SAY, Ahmet: Türkiye'nin Müzik Atlası, Borusan Yayınları, İstanbul, 1998.

ŞAHİN, Erdal: "Osmanlıların İdil Boyu Tatar Türklerinin Kültürü ve Diline Etkileri" , Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999, C.9, s.353-360.

ŞÂMİ, Nizâmüddin: Zafernâme, Çev.Necati Lugal, TTK Basımevi, Ankara, 1987.

TANINDI, Prof.Dr.Zeren: "Osmanlı Sanatında Cilt", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, 1999, C.11, s.103-107.

TANRIKORUR, Cinuçen: Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998.

TURA, Prof.Yalçın:

Türk Mûsıkîsi'nin Mes'eleleri, Pan Yayıncılık, İstanbul,.1988.

"Ebced Notası" Müzik Paleografyası Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü.1997-1998.

UMAR, Bilge: Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi Türkiye Türklerinin Ulusunun Oluşması, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998.

USLU, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nâhifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yüzyılda Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, a.587-593.

UYGUN, Yrd.Doç.Dr.Mehmet Nuri: "Türk Mûsıkîsi Tarihinde Teorik Çalışmalar" Dees Notları, İstanbul Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, 1999.

ÜNGÖR, Etem Ruhi: 

"Mûsıkî Tarihimizde 600 yıl Önceki Abdülkâdir Merâgi-Gulam Şadi Kavgası", Musiki Mecmuasi, Yıl:50,.Sayı: 458, s.8-9, 1997.

"Osmanlı'da Türk Mûsıkîsi ve Çalgılar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999,.C.10, s.572-583.

WRIGHT,.Oven: The Model Systemof Arab and Persian Music A.D. 1250-1300, Oxford University Pres, London,.1978.

YAVAŞÇA, Dr.Alaeddin: "Safiyüddin Abdülmümin ve Abdülkadir Merâgi", 

Kök, C.2, Sayı:16, yıl:1982, s.6

YÜCEL, Prof.Dr.Yaşar: Timur'un Ortadoğu Anadolu Seferleri ve Sonuçları, (1393-1402), TTK, Basımevi, Ankara,.1989.


ANSİKLOPEDİK MADDELER

İA: İslam Ansiklopedisi

Iki ayrı baskısından faydalanıldığı için ayrı ayrı maddeler belirtildi.

Barthold, Wilhelm: mad."Ahmed Celâyir" C.1, s.182. , İ.A.Meb Basımevi, İstanbul,1965.

Beveridge, H: mad."Hüseyin Mirza" C.5, s.645-646. İA , İstanbul, 1965.

Ettinghausen, R. mad."Bihzad" C.2. s.605-609. İA. İstanbul, 1965.

Farmer, H.G. mad. "Abdülkadir" C.1, s.83-85

İ.A. İstanbul, 1965. 

Farmer, H.G. mad. "Mûsıkî", C.8, s.678-687. İ.A.,Maarif Matbaası, İstanbul, 1940.

Kafacı, Mustafa. mad. "Timur" C.12,.s.336-346 İ.A. , İstanbul, 1965.

Ritter, H. mad."Câmi" C.3, s.15-20  İ.A. İstanbul, 1965.

Roemer, Hans. R. mad." Timurlular" 

C.12, s.346-370, İ.A., İstanbul,1965. 

Togan, Zeki Velidi. 

mad. "Ali Şîr" C.1, s.349-357,

mad."Baysungur" C.2, s.428-430.

mad."Herat" C.5, s.429-442.

I.A., İstanbul, 1965.

Yınanç, Mükremin Halil. mad."Celâyir", 

C.3,.s.64-65, İ.A., İstanbul,.1965.


BL: Büyük Larousse Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul, 1986.

mad. "Abdülaziz Çelebi"C.1, s.26

mad."Abdülkâdir Merâgi"C.1, s.48

mad."Ali Şîr Nevâyi" C.1, s.387-388

mad." Babür" C.2, s.1167

mad."Bennâi" C.3, s.1517

mad."Câmi" C.4, s.2150-2151

mad."Celâyir" C.4. s.2249

mad."Celâyirliler" C.4 s. 2249

mad."Cengizhan" C.4. s.2264

mad."Herat" C.9, s.5195-5196

mad."Herat Müzik Okulu" C.9, s.5196

mad."Hüseyin Baykara" C.9,.s.5450

mad."Minyatür" C.13 s.8207-8210

mad."Moğolistan Halk Cumhuriyeti" C.13, s.8253-8255

mad. "Moğollar" C.13, s.8255

mad. "Timur" C.19, s.11540-11541

mad. "Timurlular" C.19, s.11541-11543

26 Ocak 2021 Salı

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -5-



KUL MUHAMMED

    Udi olarak bilinir. Baykara döneminin sâzende ve bestekârlarındandır. Kitareyi de güzel çaldığı belirtilmiştir. Bestelemiş olduğu peşrevlerin fazlalığı ve güzelliği ile ünlüdür. Peşrev dışındaki havaları fazla beğenilmemiştir. Sazda ileri gelen üstatlardan olan Kul Muhammed Ali Şîr Nevâyi'nin öğrencilerindendir.


MİR AZÛ

    Mirza Baykara döneminin iyi bestekarlarından olan Mir Azu'nun sâzendeliği yoktu. Besteleri az fakat zevkli bir üsluba sahipti.


MUHAMMED BÜ SAİD

   Asıl mesleği pehlivanlıktı ve pehlivanlıkta da ileri gelenlerdendi. Dönemin takdire değer görülen bestekârlarındandı. Savt ve Nakış formlarında eserler bestelemişti. Çargâh makamından bestelediği nakşı o dönemde tanınmıştır. Hoşsohbet mizacı ile bilinen Muhammed bü Said'in pehlivanlık ile sanatkârlığı nasıl bir araya getirdiği şaşkınlık yaratmıştır. 

    RAZIYÜDDİN RIDVANŞAH

     Celâyirliler hânedanının en önde gelen müzisyenlerinden biriydi. Abdülkâdir Merâgi'de eserlerinde kendisinden övgüyle söz etmiştir. Hâce Zeki Tebrizî'nin halefi olarak bilinir. Birkaç makam ve şubede bestelediği bir nevbeti olduğu söylenir. 

   ŞAH KULU GICEKİ

  Irak'tan Horasan'a gelmiştir. Saz meşkederek şöhret kazanmıştır. Birçok nakış, peşrev ve hava bestelemiştir. 


   ŞEYHİ NÂYİ

  Sultan Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ve en yetenekli sâzendeleri arasındadır. 12-13 yaşından beri çok iyi ney çalan Şeyhi Nâyi; ud ve kitareyi de iyi icrâ edermiş. Bâbür'ün Hatıratı'nda onun bu yeteneği ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:


   " Bir defa Bediüzzaman Mirza'nın sohbetinde bir havayı neyden güzel çıkarır. Kul Muhammed kitara da aynı havayı çıkaramaz ve " Kitara noksan bir sazdır" der. Şeyhi Nâyi derhal Kul Muhammed'in elinden kitarayı alıp o havayı kitarada güzel ve tam çalar. Kendisinin hakkında dediklerine göre o nağmeye o kadar vakıfmış ki hangi nağmeyi duysa "Filan neyin filan perdesi bu ahenktedir" dermiş. 

   Kendisi çok fazla beste yapmamıştır, ancak bir iki nakşın ona ait olduğu söylenmektedir. 


ZEYNEL ABİDİN HÜSEYNİ

(d.?-ö.1520)

   İlk olarak Hüseyin Baykara'nın sarayında gördüğümüz Zeynel Abidin, Gulâm Şâdi'nin talebesidir. Ûdî, kemençevî ve hânende olarak mûsıkî icra ederlerdi.  Hüseyin Baykara'dan sonra Akkoyunlu Sultan Yakub'un da yanında bulunmuş, bunun ardından davet üzerine Amasya Vâlisi Şehzâde Ahmet ile onun kardeşi Manisa valisi Sultan Korkud'un saraylarında fasıl mûsıkisi icra etmiştir. 


BİBLİYOGRAFYA

Aksoy, Dr.Bülent. "Ortadoğu Klâsik Mûsıkisinin Bir Merkezi, İstanbul", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, Ankara.C.10,.s.810-813.

Babür, G.Z."Babür'ün Hatıratı" C.2.S.186-200

Yavaşça, Dr.Alâeddin: "Asırlar Boyu Türk Mûsıkisi, Bestekârları ve Beste Formları", Kök Mec. 06.1982. C.2.Sayı:13 s.9


GÖRSEL

Temsilîdir. 

https://www.sahapedia.org/hindustani-khayal-music-sociocultural-history

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER 4



  HÜSEYİN BAYKARA

   (1438-1506)

    Sultan Hüseyin Mirza b.Mansur b.Baykara b.Ömer Şeyh b.Emir Timur 1438'de Herat'da doğdu. Hem anne tarafı  hem baba tarafından soyu Timur'a dayanan asil bir aileden geliyordu.  Çocukluğunda Ali Şir Nevâyi  ile eğitim gördü fakat henüz gençlik döneminde iken, siyasi mücadelelere girmek zorunda kaldı.


   Payitaht  olarak seçtiği Herat'ı, Ebu Said Mirza ile yaptığı uzun muharebeler sonucunda ancak Ebu Said'in ölümünün ardından ele geçirebildi ve 1469-1506 seneleri arasında orada hüküm sürdü. 


     1470 yılında, Şahruh'un torunu Yâdigâr Muhammed'in işgâlini, en yakın dostu Ali Şîr Nevâyi yardımıyla engelledi. 


    Şibâni Han'la bir muhaberesini müteakip sene içinde, 1506'da Herat'ta vefat etti. 


    Devrinde Herat'ı bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiş, mümkün olduğunca bilim adamlarını ve sanatkârları burada toplayarak himâyesi altına almıştır. 


    Molla Câmi, Ali Şir Nevâyi, Bennâi, Abdullah Mervârid, Gulam Şâdi, Şeyhi Nâyi, Şah Muzaffer, Behzad ve daha birçok sanatçı onun himayesi altında idiler. 


   Şâirliği de bulunan Mirza Baykara, mûsıkî ile de iştigal etmiş, Ali Şir Nevâyi ile eserler bestelemiştir. Fakat bu eserlerden günümüze gelen bulunmamaktadır.


HÜSEYİN CELÂYİR


   1374-1382 yılları arasında Celâyir Hânedânı'nın hükümdârı olup, Sultan Üveys'in oğludur.


    Döneminde, bilim ve sanata çok önem vermiş olanbu hükümdar, bizzat mûsıkî ile de ilgilenmişve Abdülkâdir Merâgi'nin öğrencisi olmuştur. Merâgi'ye büyük saygı duymuş ve itibar göstermiştir. 


    Merâgi dışında, Hâce Şeyhü'l Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin, Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömerşah gibi müzisyenleri de Tebriz'deki sarayında, mûsıkî meclislerinde gördüğümüz Hüseyin Celâyir bu fasıllara çok ilgili olarak bilinir. 


     Sultan Hüseyin Celâyir 1382'de kardeşi Sultan Ahmed Celâyir'in Tebriz'i zaptetmesiyle onun tarafından idam ettirilerek öldürülmüştür.


    HÜSEYİN ÛDÎ


   Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ud üstatlarından biridir. Udu zevkle çalması ve söylemesi ile meşhur olan Hüseyin Ûdî'nin tek kusurunun fevkâlâde nazla çalması olduğu söylenir. Udun tellerinden bir mızrap darbesi ile tek nağme çıkaran yalnız kendisidir. (Babür, age.C.2, s.200)


BİBLİYOGRAFYA


Bâbür."Babür'ün Hatırâtı", C.2,.s.177, 186-201.

Beveridge, H."Hüseyin Mirza", İ.A., C.5 , İstanbul,1965 MEB, s.645-646


GÖRSELLER

Kaman, Sevda. "Hüseyin Baykara Divânı'nın Bilinmeyen Bir Nüshası Üzerine" Araştırma makalesi. ISSN: 2529-0045.

25 Ocak 2021 Pazartesi

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2

 MÜZİSYENLER   3 



DERVİŞ BEY

   Timur Bey'in iyi karşıladığı, koruduğu, iki nesli Timur soyundan olan Derviş Bey , Hoca Ubeydullah Hazretleri'n8n de müridi idi. 

    Mûsıkî ilmini bilen bir müzisyen olup,  iyi saz çalardı.  Derviş Bey aynı zamanda bir şairdi. 

    Sultanahmet, Mirza, bir savaşta Çir suyu sahilinde yenik düştüğünde, Derviş Bey de Çir suyunda boğularak vefat etti. (Babür, age.C.2,s.22)


   DERVİŞ ŞÂDİ


    Onbeşinci yüzyılın ortalarında doğduğu sanılmakta olan Derviş Şadi döneminin Şah Muhammet ve Hoca Şeyhim-i Tebessi  ile birlikte üç önemli müzisyeninden biri olup, Hüseyin Baykara döneminde  yaşamışlardır.


     Mirza Baykara, Abdülkadir'in Timur döneminde bestelediği "Miatayn" a özenerek,   Bu 3 müzisyene başvurmuş,  Derviş Şadi Bey'de kendisinin epey yaşlandığını böyle bir görevin Hoca Şeyhim tarafından yerine getirilebileceğini  söylemiştir. (Agayeva, S.age.)


    Bestekar Gulam Şadi'nin de babası olan Üstad Şâdi, Herat alimlerinin arasında seçkin bir yere sahipti. Pek çok bestesi bulunan Derviş ve Üstad Şâdi'nin 12 talebesi olmuştur. Bestelediği 12 Nakışı,  bu 12 talebesine meşkeden Derviş Şâdi  bunları en iyi okuyanı o bestenin sahibi kılacağını söylemiştir.  Bu vesile ile onlardan en meşhur olanı Endicanlı Yusuf; Muhammes usûlünde Sümbülî Nakşı'na (Hoca Yusuf Nakşı olarak tanınır) Gulam Ali Şunbar, Türkidarb usûlünde Mah-ı Hilâl Nakşı'na, Mir Gur, Devr-i Şâhi usûlünde Dil Şişe bestesine Ali Kerdi Mal; Muhammes usûlünde Nakş-ı Hançere'ye, Ali Can Gıcaki'de diğer bir bestesine sahip olmuşlardır. Diğer bir oğlu Şâdi Beçe'de müzisyendir. (Agayeva, S.age.)


ENDİCANLI YUSUF

(D.?-1434)

   Hânendelik ve sâzendelikte, adı Abdülkâdir Merâgi ile anılan devrin en az onun kadar meşhur bir diğer mûsıkişinası da Endicanlı Yusuf'tur. Hükümdar Baysungur döneminin en değerli sanatkarı idi. Tezkire-i Devletşah'da ondan şöyle bahsediliyor:


    " Baysungur zamanında yetişen Yusuf-ı Endegâni'nin hanendelik ve mutriplikte  yedi iklimde eşi yok idi. Onun davudi sesi insanın yüreğini parça parça eder. Hüsrevâni ahengi, hasta yüreklerin yaralarına tuz ekerdi. Sultan İbrahim b. Şahruh kaç defa Tebriz'den kardeşine yazdı, onu Baysungur'dan istedi ve çok ricalarda bulundu. Bunun için 100.000 dinar gönderdi. Sultan Baysungur ise cevap olarak şu beyiti yazdı:

 "Biz Yusuf'umuzu satmayız. Sen kararmış gümüş paranı sakla."(Devletşah, age.C.3, s.407) 


Yusuf-ı Endegâni 1434 yılında ölmüştür. (Babür, age. C.2 s.489) 


GULÂM ŞÂDİ

(1412-1490)


   Hüseyin Baykara dönemi müzisyenlerindendir. Şâdi Hanende'nin oğludur. Sâzendedir ama sâzendelik seviyesinde bir icraya sahip değildir. Bestekâr olarak daha üstündü. İyi savt ve nakışları vardır ve zamanında bu formlarda onun kadar iyi eser besteleyen olmadığı söylenir. Şibâni Han onu Kazan Han'ı Muhammed Emin Han'ı yanına göndermiş, bu vakitten sonra kendisinden haber alınamamıştır. ( Babür, age. C.2, s.200) Merâgi'nin talebesi olduğu ve bilinmeyen bir sebeple araları açıldığı, daha sonra da Gulam Şâdi'nin Merâgi'yi bestelediği bir Pencügâh Kâr'la hicvettiği, Merâgi'nin de buna yine bir Pencügah Kâr ile cevap verdiği anlatılsa'da Dr.Süreyya Ageyeva bu 2 bestekâr arasında 60 yıllık bir fark olduğunu, Gulâm Şâdi'nin, Merâgi'nin değil talebesi, çağdaşı dahi olmadığını dolayısıyla bu meselenin de  doğru olmayacağını -belgelere dayanarak- ispatlamıştır. (Agayeva, S.age.)


HİREVÎ


   Herat'lı ünlü bir şâirdir. Onun bir müstezadı ile Abdülkadir Merâgi bir tasnif ve beste yapmıştır. Bu müstezat şöyledir:


   "Padişah huzurunda dilencilik halini  alatacak kimdir? Ahlar ve iniltilerden başka bülbülün feryat ve figânından sebâ rüzgarına ne haber gitmiştir. Aşkın sermayesi ya ağlayıp sızlamak ya altın,  yakut yahut da maşukun bizim ise ne altınımız var ne de senin merhametin yüzünden bazen bir nazarla dilenciye merhamet edileceğinden umidimi kesmemişim. Harmanın üstünde uyuyan bu siyah hangi yılandır. Senin kisvelerin midir? Yazık ki hata ise siyah hindu bir yerde uyuyorlar. Ey ikinci Yusuf senin çene çukurun gönüllerin meskeni olalıdan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğaldı. Senin endamın esvap içinde olası lâyık değildir. Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâhı da goncadan. Benim şâirime ve senin güzelliğine beyyine isterlerse o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi beyzâ ve asâ gibi mucizelerine şahit istemez." (Devletşah, age. C.2, s.280-281)


BİBLİYOGRAFYA


Ageyeva, Dr.Süreyya; "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı" , Mus.Mec. Yıl: 51, Sayı: 462, Ekim, -1998.


Üngör, Etem Ruhi; "Mûsıkî Tarihinde 600 yıl Önceki Abdülkadir Merâgi-Gulâm Şâdi Kavgası ", Mus.Mec.Yıl:50, Sayı:458, Eylül-1997.


Babür, Babür'ün Hatıratı. C.1, s.90-91, 

C.2, s.177.C.2, s.22,.


Devletşâh, Tezkire-i Devletşah, C.2, s.280-281

  • GÖRSEL
https://www.iias.asia/the-newsletter/article/commemorating-tamerlane-ideological-iconographical-approaches-timurid-museum





TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -2--




   BABÜR ŞAH

    (1483-1530)

  Zahirüddin Muhammed Babür b. Ömer Şeyh künyesidir. Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun kurucusu olan Babür'ün babası Ömer Şeyh, Timur'un 3.kuşaktan torunu, annesi Kutluğ Nigar Hanum Cengizhan'ın soyundandır. 14 Şubat 1483'de Fergana'da doğan Babür babasının vefatı üzerine 1494'de küçük yaşına rağmen Fergana tahtına geçen Babür, 1504 yılında Kâbil'i alarak buraya yerleşti. Bu vesileyle de Hindistan'i istilası için coğrafi durumu oldukça müsait olan bu bölgede kurmayı düşündüğü Hind-Türk İmparatorluğu'nun ilk temellerini atmış oluyordu. 1505'de Sind kıyılarına kadar ilerleyen Babür,.1506'da Horasan'a gitti ve orada uzun bir süre kaldı. Oradan da Herat'a geçerek bir süre de orada kaldı. Kâbil'e döndükten sonra 1507'de Padişah ünvanını alarak Timuroğullarının en büyük reisi olduğunu ilan etti. Bunu kendisi şöyle anlatır:

   "Bugüne kadar Timur Bey'im evlatlarına, saltanata rağmen, Mirza derlerdi. Bu defa bana Padişah demelerini emrettim."(Babür, age. C.2., s.203-208) 

   1511-1514 yılları arasında Mâverâünnehir'i ele geçirmek amacıyla düzenlediği sefer; bir ara Semerkand ve Buhara'yı ele geçirdi ise de yenilgiyle sonuçlandı. 15 Şubat 1519'da Pencab ile Senâb arasındaki bölgeyi zaptederek buraların hakimlerini vergiye bağladı.Timur'un meşru vârisi olması ünvânı ile bu bölgede hakimiyetini tanıtmasının ardından Kandehar'ı 1522'de siyâsi bir anlaşma ile elde etti. 1524'de Lahur'u ve Pencab'ı alan Babür 1525'de yeniden Hindistan üzerine yürüdü ve nihayet 1526'da Hindistan'ı alarak Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun hakimi oldu. 

   Bu zaferin ardından, aynı yıl kendisine karşı isyan çıkaran Afgan emirlerini de mağlub etti. 1527'de en kuvvetli düşmanı olan Raca Sanga'nın üzerine yürüdü ve gayri müslim Hintlilere karşı kazandığı bu zaferle "Gâzi" ünvanını aldı. Bunun üzerine emrindeki askerlere memleketleri olan ve oğlu Hümayun'un hüküm sürdüğü Bedehşan'a dönmeleri için izin verdi. Kendisi de Agra'ya yerleşti. (KÖPRÜLÜ, Fuat: "Babür" , İ.A., C.2., İstanbul 1965, s.180-187.)

    1528'de Luknav'ı zaptetti. Semerkand'ı da geri almak istediyse de Hindistan'daki devlet işleri buna mani oldu. 1529'da Mahmud'a ve Ganj'ı geçerek Nusretşah'a karşı  zaferler kazandıktan sonra Agra'ya döndü. Sağlık sorunları yaşayan Babür Şah, ölmeden önce devlet erkânını çağırarak tahtı oğlu Hümayun'a bıraktı, Onu veliaht ilan etti ve 1530'da  Agra'da vefat etti. 

    Kabiliyetli ve iradeli bir devlet adamı, marifetli bir kumandan, sağduyulu bir  diplomat olarak değerlendirilen Babür, döneminin fikir, sanat ve edebiyat hayatına da çok önem vermiş bu alanlarda eserler dahi telif etmiştir...

    Sıklıkla tertip ettiği fasıllarda devrinin mûsıkîşinaslarını, şâirlerini, .hattat ve nakkaşlarını biraraya getirir,  onlarla müzakerelerde bulunur, bu meclislere büyük önem verirdi.

    

    SANATI ve ESERLERİ


     Timurlular Dönemi, hükümdarlarının aynı zamanda sanatkâr olanları arasında en önde isimlerden biri olan Babür, edebi ilimlere olabildiğince fazla vâkıftı. Yalnız edebiyatla değil yazı ve süsleme sanatları ile de ilgilenmiş ve "Hatt-ı Bâbürî" adında bir hat üslûbü geliştirmiştir. (Köprülü, agm.s.185)

   Aynı zamanda mûsıkîşinas olan Bâbür; iyi bir bestekâr ve sâzende olarak bilinir. Çargâh makâmında bestelediği bir savtı olduğu kendi beyânıdır. Müzik nazariyatı adına da çalışmalar yapmıştır. (Babür, age.C.2.s.435)

       ESERLERİ

   BABÜRNÂME:  Bâbür'ün en yaygın ve bilinen ve en bilinen eseridir.  Çocukluk yıllarından son günlerine kadar Babür'ün bütün hayatını konu alan bu eser, dönemin sosyal siyasal hukuki, askeri, kültürel ve sanatsal olaylarını da içeren tam bir otobiyografi tarzındadır.  Babür hayatını kaleme alırken, son derece içten ve dürüst bir anlatımla yazmıştır.

    MUFASSAL : Aruz ve kifâye hakkında açıklamalı geniş kapsamlı geniş kapsamlı  bir aruz risalesi.

    MÜBEYYEN : Mesnevî şeklinde  Kaleme alınan bu eser, Hanefi fıkhı ile ilgilidir.

   RİSÂLE-i VÂLİDİYE TERCÜMESİ: Hoca Ahrar'ın Vâlidiye adlı risâlesinin nazım şekliyle Bâbür tarafından Türkçe'ye çevrilmiş olanıdır.

   DİVÂN: Gazel, mesnevî, rubâî, tuyuğ, muamma ve müfredlerden  oluşan bu eser Türkçe'dir ve Nevayi'den sonra başlıca Türk Çağatay edebiyatının örneklerinden sayılmıştır.

BELHİ

   Tıp ve Mûsıkî ilimlerine vâkıf olan Belhi, aynı zamanda iyi bir şâirdi. Bedehşân'da yaşardı. Şu şiir onundur:


" Bizim yarimizin vuslatı evde bir ömürden can bağışlayan, lâl-i âb-ı hattan daha hoştur.  Onun saçları kamet devrinde Bir fitnedir.  Yanaklarının aşkı ile gizlice hep meşgul olmak daha hoştur.  Canın her damarı, onunla ilgilenmekte bir  ünisiyet bulunur.  Yüreği temiz âşıkların dilber, 

ruhan meyletmeleri daha hoştur.  Her ne kadar sabah rüzgarlarının dostlara, haber getirmesi, güzel ise de gönlün derdini dille söylemek daha hoştur.  Bu maceramızın akıbetinin hoş olması bize yeter. Bundan gayrısı baş ağrısıdır. Ey şerif bu teferruatı  bilmemek senin için daima hoştur." (Devletşâh, age. C.4.s.526-527)


BINÂİ (BENNÂİ)

(d.? - ö.1512)

     Herat müzisyenlerinden olan Bınâi'nin babası Üstad Muhammed Ser-bennâ (baş mimar) olduğu için bu mahlâsı almıştır. Tertib etmiş olduğu bir divânın yanısıra hafif vezninde iki mesnevîsi Behram ve Bihruz adındadır. 

    Kendisi Hüseyin Baykara döneminin mûsıkîşinaslarındandır. Ancak o zamanlar musıki ile iştigal etmediğinden ve musıki den bihaber olmasından dolayı  Ali Şir  Nevâiyi kendisini sürekli olarak azarlar ve küçük görürmüş.  Buna çok içerleyen Bınâi  bir sene Ali Şir Nevâyi ve Mirza Baykara, kışı geçirmek için, Merv'e gittiklerinde Herat'da kalarak musıki öğrenir.  Yazın Baykara ve Ali Şir, dönünce bestelediği savt ve nakışları okur ve Ali Şir Nevayi buna çok şaşırır. ( Babür, age. C.2 s.197) (Uslu, R."age.s.587-593)

     Binâi'nin  gerçekten güzel besteleri savt ve nakışları olduğu bilinir. Bunlardan biri Nüh-Reng adındadır ve Rast Makamı'dır.  Bir de musıki üzerine Risâle der Mûsıkî adında bir eseri mevcuttur. Ayrıca Nevâ faslında bestelenmiş bir gazeli vardır. 

     Ali Şir Nevâyi ile  sürekli tartışmaları nedeni ile, Herat'dan ayrılan Bınâi, Irak ve Azerbaycan'a giderek Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey'in yanında bulunmuş, onun vefatının ardından Semerkand'a giderek Timurlulardan Sultan Ali'ye kapılanmıştır. Daha sonra yine bu hânedandan Sultan Mahmud'un sarayının şâirlerinden oldu. 

    Şeybâni Han Semerkand'ı alınca Molla Binâi'yi de mülâzemetine almış ve kadıaskerlik görevine getirmiştir. 

   Şah İsmâil Özbeklere karşı galibiyeti sonrasında, Binâi'yi de 1512 yılında öldürtmüştür. 


BİBLİYOGRAFYA


Babür, age. C.1., s.1., C.2.S.435, C.2. s.203-208

Bıyıktay, Halis: Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara 1989, s.38.

Devletşah, age. C.4, s.526-527.

Köprülü, Fuat. "Bâbür", İ.A. , C.2, İstanbul 1965, s.180-187.

Uslu, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nahifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yy'da Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999. C.10, s.587-593.


GÖRSEL

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Bab%C3%BCr






TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

İLİM VE EDEBİYAT ÜSTÂDI, 

TÜRK EDEBİYATI VE TÜRKÇE'NİN HÂMİSİ,

MÛSIKİŞİNAS BİR BEY


ALİ ŞİR NEVÂYİ

(1441-1501)

     Nizamüddin Ali Şir adı, Nevâyi mahlasıdır. 9 Şubat 1441'de Herat'da doğdu. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyasüddin Kiçkine Bahadır ya da Kiçkine Bahşi, Horasan hâkimi Ebu'l Kasım Babür'ün hizmetinde idi. Aslen ecdadı, 7 nesilden beri Timur ve Timuroğullarının hizmetinde idi. Anne tarafından büyük babası Ebu Said Çisek ise Mirza Baykara'nın beylerbeyi idi. 1447'de Mirza Şahruh'un vefatıyla bölgede çıkan karışıklıklar nedeniyle babası ile birlikte Yezd üzerinden Irak'a gitmek üzere yola koyulan,  bu yolculuk sırasında da  Zafernâme'nin yazarı, Emir Timur'un Moverrihi Şerafeddin Yezdi ile tanışan Ali Şîr henüz 6 yaşındaydı. 1449-1457 seneleri arası; Kiçkine Bahadır, Ali Şir ve Hüseyin Baykara Horasan'da Ebu'l Kasım Bâbür'ün mahiyetinde bulunmuşlar, burada Ebu'l Kasım; Ali Şir ve Hüseyin Baykara'nın eğitimleri ile özel olarak ilgilenmiş, Hüseyin Baykara ile Ali Şir Nevâyi arasında sözü edilen dostluk bu yıllarda oluşmustur. Hatta Ebu'l Kâsım Meshed'e giderken onları da yanında götürmüş 1457'de vefatının ardından Baykara Merv'e dönmüş, Ali Şir Nevâyi ise bir süre daha Meshed'de kalıp egitimine devam edip, bir ara da Seyyid Hasan Ardaşir'in hizmetinde bulundu ise de o da babasının 1457'de vefat etmesiyle Herat'a dönmüştür. Ali Şir Nevâyi, Herat'a döndükten sonra Ebu Said onu yanından uzaklaştırdı. Buradan Semerkand'a giden Ali Şir, Hâce Fazlullah Ebû Leysi'nin hangâhında iki sene süreyle eğitim görmüştür.  Bu iki sene içerisinde, Semerkant'ı idare eden Ahmet Hacı Bey, kendisinin eski dostu olduğundan onu korumuş ve Ali Şir'den hiçbir yardımı esirgememiştir.

     1469 yılında Hüseyin Baykara'nın Herat'ı işgal ederek, Horasan Sultanı olmasının üzerine Ali Şir Nevâyi, Herat'a dönerek, Hüseyin Baykara'nın hizmetine girdi.

 Hüseyin Baykara, kendisine önce mühürdarlık görevini verdi, bu görevi dışında Mirza Baykara'nın en yakın dostu ve destekçisi olan Nevâyi o esnada meydana gelen bir ayaklanmayı bastırdı. Yaptığı hizmetlerle iyi bir devlet adamı olarak görülen Ali Şir Nevâyi 1472 yılında "Divan Beyi" olarak tayin edildi. 1472 yılında büyük hürmet beslediği yakın dostu Abdurrahman Câmi'nin irşadı ile Nakşibendi tarikatına girdi.1484 yılında Hamse'sini tamamlayan Nevâyi 1487-1488 yıllarında Esterâbâd Valiliği yaptı, daha sonra görevinden affını isteyerek Herat'a döndü. 1489'da üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan Erdeşir'in vefatı üzerine, Erdeşir'in hayatı ile ilgili risâlesini yazan Ali Şir Nevâyi, 1490 yılında da Divân Beyliği'nden ayrılarak Mirza Baykara'nın nedimi olarak kalmayı tercih etti. 1492 yılında Abdurrahman Câmi'nin vefatı üzerine çok üzülen Nevâyi, 1498'de Meshed'e gitmiştir. 1499'da Hacc'a gitmek için izin istemiş bunun üzerine Mirza Baykara bir ferman çıkararak bu izni vermiş ise de bir dost ve devlet adamı olarak kendisine ihtiyaç duyduğunu belirtmesinin üzerine Nevâyi'de Hacc'a gidemeyip, Herat'a dönmek zorunda kalmıştır. Son yıllarında Herat'da sanatıyla meşgul olan Nevâyi, Mirza Baykara Esterâbâd seferinden döndüğünde onu karşılamaya gitmiş kendisi ile görüştükten sonra kalp krizi geçirerek 1501 tarihinde vefat etmiştir. Türbesi sarayının yanındaki Kudsiye Camii'nde yer alır. 

   Ali Şir Nevâyi hiç evlenmemiş ve hiç çocuk sahibi olmamıştır. Hayatını sanat ve ilimle, ayrıca devlet adamlığı ile uğraşarak geçiren Ali Şir Nevâyi memuriyetlerinden elde ettiği kazanç dışında aileden de yüklü bir servete sahip olup bunu hayır işlerinde kullanırdı.  Medreseler, mescitler, ribatlar, hayır kurumları, darüşşifalar ve vakıflar yaptırdı, bunların tamamının beş yüze yakın olduğu söylenir. 1476 yılında Herat'ın kuzeyinde kendisine Sultan tarafından  Tahsis edilen araziye kendi adını taşıyan bir mahalle sarayı, Unsiya'nın yanına Kudsiya adında büyük bir cami, İhlasiya adında bir medrese, Halasiya adında bir han, Herat'da bir mescid-i cami, hangâh, darüşşifa, hamam, bunların dışında Ribat-ı Aşk ve Nişabur civarında Ribat-ı Dirabad yaptırdığı mimari eserlerden bazılarıdır.



SANATI ve ESERLERİ

    Ali Şir Nevâyi, Türk Edebiyatı'nın gelişiminin tarihi teşekkülü adına şüphesiz ki en önemli ismidir. O, dönemin ediplerinin, Farsça'yı kullanmanın marifet ve meziyet kabul ettikleri, Fars dilinin zirvede olduğu, bir ortamda, Fars Edebiyatı'nı Türk ruhuna uygun bir biçime getirmiş, Türkçe'nin birçok yönden Farsça'dan üstün bir dil olduğunu savunmuş ve Türk dilini kullanarak yüksek sanat değeri taşıyan edebi eserler de verilebileceğini ispatlamıştır. 

    Nevâyi, Abdurrahman Câmi ve Hüsrev-i Dehlevî'den etkilenmiş olmasına rağmen, orjinalitesini koruyarak, onları taklit yoluna gitmemiş, hatta onları aşabilmiştir. Her eserinde devrinin ayrı ayrı, sosyal, kültürel, vs. yönlerini aydınlatan Nevâyi bu eserlerinde milli bilinci sanat çerçevesi içerisinde her dâim vurgulamıştır. Bu vesile ile de Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynamıştır.

    Nevâyi,  Edebiyat dışında Resim, Hat, Nakkaşlık ve Mûsıki sanatları üzerine de çalışmıştır. Mûsıkîde  hocasının, Yusuf Burhan olduğunu, söyler. Çok güzel nakış ve besteleri olduğu bilinir. Horasan'da bilinen bestelerden "Yedi Bahr" usûlü Ali Şir Nevâyi tarafından kuş sesleri esas tutularak yapıldığı birer birer sayılarak gösterilmiştir. Nevâyi'ye ait olduğu söylenen eserler Horasan, Özbek ve Kafkasya Türkmenleri arasında yaygındır. Hüsrev-i Dehlevî ile Nevâyi arasında geçen bir nazireye, Dehlevî'nin verdiği cevaptan Nevâyi'nin erganun çaldığınıda görmekteyiz :

"Nevâyi'nin erganunun sesi biçâre aşıklara doğru yolu gösterir."(Devletşah, age. C.4.s.578)

ESERLERİ

HAMSE

   . Hayretü'l Ebrâr

   . Ferhad ile Şirin

   . Leylâ ile Mecnun

   . Seb'a-i Seyyare

   . Sedd-i iskenderi

DİVÂNLAR

  . Hazâ'inü'l Meâni: Bütün şiirlerini ihtivâ eden bu divanı 55000 mısradan ibarettir ve 4 kısıma ayrılır:

 

1. Gara'ibü's Siğar / 2. Nevâdirü'ş Şebâb /              3. Bedâyi'ül Vasat / 4. Fevâidü'l Kiber

  

   . Farsça Divânı: 12000 mısradan oluşur.


TEZKİRELERİ

   . Mecâlisü'n Nefâis : 1491'de yazılmıştır. Câmi'nin Nefâhâtü'l Üns eserinin tercümesi şeklinde, İran ve Türk şâirleri üzerinedir.

   . Nesaimü'l Mahabbe min Şamaim el-Fütuva: 1495'de yazılmıştır.


DİL ve EDEBİYAT ESERLERİ 

  . Risale-i Muamma

  . Mizânü'l Evzân : Aruz üzerinedir.

  . Muhakemetu'l Lugateyn: 1498'de yazılmıştır. 


DİNİ ve AHLAKÎ ESERLERİ

  . Münacat

  . Çihil Hadis

  . Nezmü'l Cevâhir

  . Lisanü't Tayr: 1498'de Farideddin Attar'ın Mantık et Tayr eserine nazire olarak yazılmıştır ve 7000 mısradan oluşmuştur.

  . Siracü'l Müslimin

TARİHİ ESERLERİ ve BELGELER

  . Tarih-i Enbiyâ vü Hükema

  . Tarih-i Mülûk-i Acem

  . Zübdetü't Tevârih 

  . Vakfıyye

  . Münşeat


BİYOGRAFİK ESERLERİ

  . Hâlât- ı Seyyid Hasan Erdşir  

  . Hamsetü'l Mütehayyirin 

  . Hâlât-ı Pehlevan Muhammed


Abdurrahman Câmi, Hasan Erdşir ve Pehlivan Muhammed'in hayat hikayeleri ve Nevâyi'nin onlara ait hatıralarını içeren eserlerdir. 

BİBLİYOGRAFYA 


ALİ ŞİR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Haz. Prof.Dr.Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara,1993.

BABÜR, age.C.2 s.186-189

DEVLETŞAH, age.C.4. s.580-581.

TOGAN, Zeki Velidi: "Ali Şîr", mad. İ.A., Meb Basımevi 1965, İstanbul.


GÖRSELLER

https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-sir-nevai


TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -1-

İnceleme ve araştırmamızın en büyük bölümünü müzik ve müzisyenler teşkil ettiğinden alfabetik sıraya göre fasıllar halinde onların biyografilerini paylaşmaya devam ediyoruz.


ABDULLAH MERVÂRİD 

  (d.?-ö.1516)

  Sultan Hüseyin Baykara (1438-1506) zamanının, şair, hattat ve  müzisyenlerindendir.(Babür, age.C.2

s.191) 

   Hâce Şihâbüddin Abdullah Mervârid olarak da tanınır. Babası Destur-ı Azam Hâce Şemsüddin Muhammed Mervârid, yıllarca sultanların vezirliğini yapmış,  bu vazifesi vesilesiyle  Devrin din bilginleri ile fikir alışverişinde bulunarak, onlardan faydalanmış ve dindar, hayır işleri ile meşgul olan iyi bir zattır ve Kirman'ın ileri gelenlerindendir. (Devletşah, age.C.4 s.589-590)

     Abdullah Mervârid'de devlet mertebelerinde görev almış sonrasında yükselmiş, mukarrep ve Bey olup, sultanın yakın çevresinde yer almıştır. Devlet adamlığının yanısıra pekçok fazilete sahip bir sanatkar olarak bilinir.  Çok iyi bir şairdir  şiirde "Beyâni" mahlasını kullanmıştır. Bir hattat olarak da oldukça ünlenmiştir. Muhtelif yazı şekilleri arasından özellikte Tâlik'i iyi yazdığı belirtilmektedir. (Babür, age.C.2.s.191). İnşaasından övgüyle bahsedilmektedir. Devletşah tezkiresinde kendisinin yazıdaki mahareti hakkında şu tanımlama yapılmaktadır: 

"Yazısı güzellikte tavus kanadı, inşası fikir itibarıyle ruh gibidir."( Devletşah, age.s.539)

 Onun musıki ile olan ilgisi kanun çalmasından ileri geliyordu, devrinin en iyi kanun üstadı olarak bilinir ayrıca kanunda girifti yapmayı da onun icad ettiği söylenmektedir. Babür'de şu şekilde anlatılmaktadır:

   " Kanunu, onun kadar iyi çalan adam yoktu o kanunda girifti yapmak onun icadıdır" (Babür, age.C.2s.191)

    Onun şairliğine bu devrenin en önemli üstadı pek çok alimin hocası olan Abdurrahman Cami'nin "ilkbaharda benim toprağımda gül, bittiği vakit onun goncaları benim yüreğimin kanı ile mülemma olur" şiirine söylediği şu nazireyi örnek olarak verebiliriz:

"Ah gönlüm kimden vefa ümit ettiyse ondan ümitsizlikten başka birşey eline geçmedi"(Devletşah age.C.4.s.590)


ABDÜLKADİR MERÂGİ (BİN GAYBİ)

(1350?60-1435)


   14.yy  ortalarında, Güney Azerbaycan'ın Meraga kentinde doğan Abdülkadir Meragi' nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1350 1360 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır yetişme çağında ilköğrenimini ve eğitimini pekçok ilimde ve mûsıkîde döneminin en ünlü isimlerinden olan babası Gıyasettin Gaybi'den alan Merâgi onun kendisine mûsıkî eğitimi verme sebebini Kur'an ezberletmek ve gereken nağmeleri öğrenerek beğenilen ezgilerle okumasını sağlamak şeklinde açıklıyor. Babasından aldığı eğitimin ardından din, müzik, edebiyat ve hat sanatı konularında da eğitim gören Abdülkadir Merâgi'nin çocukluk ve ilk gençlik dönemlerine ait bilgiler hiç yok gibidir. ( Bardakçı, M.age.s.21)

 Pekçok dönem ve padişah görmüş, pekçok sarayda önemli bir yer tutmuş ve dönemin hükümdarlarının hayranlıkla övdüğü, Merâgi, ilk olarak Celâyirliler hanedanında karşımıza çıkar. Celâyirlilerden ilk önce Sultan Üveys'in (1356-1376) sarayında bulunan Hoca Abdülkadir sultanın büyük takdirine, ilgi ve lütuflarına mazhar olarak mûsıkîde büyük şöhrete sahip olmuştur. (Bardakçı, age.s23)

   Sultan Uveys'in ardından tahta geçen Hüseyin Celâyir'in sarayında bu hükümdar tarafından oldukça ilgi ve lütuf görmüş ayrıca sultanın mûsıkide hocalığını yapmıştır. Hatta Sultan Hüseyin Celâyir şu ifadelerle hocasına teşekkürünü arz etmiştir.

"...bu kulu şu fende ve daha bir çok fenlerde behre sahibi kılarak kudretini gösterdi"... (Bardakçı, age.s24)

    Bu sırada  1378 yılının Ocak ayında Erdebil'deki Safevi Şeyhi Sadrettin'in de huzurunda bulunmuş, kendi icadı olan "Sâz-ı Tâsat" isimli çalgıyı çalmıştır.

    Sultan Hüseyin Celayir'in sarayında geçen ve Meragî ile ilgili hemen her kaynakta aktarılan hocanın musıki de kendini aşması ve sanat hayatının dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz 100000 dinarlık nevbet i mürettep bahsi ise şu şekilde  gerçekleşmiştir:

 10 Ocak 1377'de Sultan Hüseyin'in Tebriz'deki sarayında Hace Şeyh'ül Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin Fazlullah'ul Abidi, Hâce Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömer Şah gibi dönemin  önemli bilgin ve müzisyenlerinin ve teorisyenlerinin bulunduğu bir musıki meclisinde konu o dönemin müzik formlarının en genişi olan bir eserin birkaç gün içinde bestelenmesinin imkansız olduğu iddiya edilir.

    Abdülkadir burada konuya dahil olarak kendisinin "Allahın izniyle" hergün bir Nevbet-i Müretteb  besteleyebileceğini söyler ve birkaç gün sonra başlayacak olan Ramazan ayı boyunca günde bir nevbet i mürettep besteleyerek arife gününde 30 nevbet i mürettebi tekrardan icra edeceğini öne sürer. 

    Bunun üzerine Rıdvanşah, Merâgi'ye kabul ederse kendisi ile 100 bin altın dinarlık bir bahse girebileceğini söyler ve orada bulunanların şahitliğiyle bahse girerler. 

    Yalnız bu bahse girerken Merâgi,  sözlerine, makamların ve usullerin önceden belirlenerek her gün kendisine o gün bestelenecek eserle ilgili olanın verilmesi şartıyla girer. Bu istek üzerine Sultan Hüseyin, tartışmaya müdahale eder ve beyitlerin Hâce Şeyh'ul Kucec, Emir Zekeriya, Mevlânâ Celaleddin Fazlullah ve Hâce Selman-ı Sâveci  tarafından huzurunda belirlenmesinin, makam ve ikâları ise Rıdvanşah'ın tespit etmesini emreder.  Yine, Sultanın emriyle ilk nevbetin beyitlerinin Arapça olanlarını, Mevlana Celaleddin, Farsça olanlarını Hâce Selman, Sultan adına düzenlenmiş olarak hemen orada hazırlayaca Abdülkadir 5 kıtalık bu eserin ilk 4 kıtasını Hüseyni makamını, son kıtasını ise 12 makam ve 6 âvâzeyi kullanarak hemen orada ilk Nevbet-i mürettebi besteleyecekti.  Bu emri yerine getiren Merâgi,  Sonraki günlerde de bu sözünü tutmuş ve sonunda 30 Nevbet-i Mürettebi bir kez daha Arefe günü Sultan Hüseyin'in huzurunda icra ederek bahsi kazanmıştır. Bahsin  bu şekilde nihayet bulunmasıyla Rıdvanşah'da 100 bin dinarı, Abdülkadir'in evine kızıyla yollar. 

    Sultan Hüseyin'in vefatıyla tahta geçen Sultan Ahmed Celâyir (1392) zamanında da Sultan'ın birinci hanendesi ve nedimi olarak yine Celâyir sarayında aynı saygı ve hürmetle yerini aldığını gördüğümüz Merâgi, Sultan'a çok yakın olup, daima sohbetlerinde bulunmuş ve Ahmed Celâyir'e bağlılığıni, sevgisini diğer saraylarda bulunduğu süre içinde bile korumuştur.(Farmer,H.G."Abdülkadir", İ.A.C.1 İstanbul, 1965, s.83-85)

   1386'da Timur'un Tebriz'i alması ile Ahmed Celâyir Bağdad'a kaçmış ve Merâgi'de onunla birlikte gitmiştir. Fakat 7 yıl sonra 21 Ağustos 1393'de Timur'un Bağdad'a hareketi ile oradan da kaçmışlar Ahmed Celâyir Mısır'a gitmiş onunla birlikte kaçan ailesi -aralarında Merâgi'nin de bulunduğu- Bağdad'ın seçkin sanatçıları ve ileri gelenleri Kerbelâ'da yakalanmışlardır. Bunun üzerine Merâgi Bağdad'a gönderilmiş ve Emir Timur'un huzuruna çıkmıştır. Bu olaydan sonra diğer sanatçılarla beraber Semerkand'a yollanan Abdülkadir Merâgi burada çok iyi karşılanmış kendisine köy, ev, bağ ve bostan bağışlanmış, Timur kendisini sık sık dinlemiş ve ailece de yakınlığına kabul etme lütfunda bulunmuştur.

     Merâgi, daha sonra Semerkand'dan ayrılır ve Tebriz'de Timur'un oğlu Miranşah'ın yanında nedimi olarak bulunur. 

Ancak Miranşah'ın geçirdiği bir kaza nedeniyle yönetimden uzaklaşmak zorunda kalınca Emir Timur torunu Ebubekir'e yönetimi devretmiş ancak oğlunun geçirdiği bu kazadan içlerinde Abdülkâdir Merâgi'nin de bulunduğu nedimlerini sorumlu tutarak idamlarını ferman buyurmuştu. Bu fermandan erken haberdar olan Merâgi derviş kıyafeti ile tebdili kıyafet Bağdâd'a Sultan Ahmed Celâyir'in sarayına sığındı ise de 1401'de Emir Timur'un Bağdad'ı işgâli sırasında yakalanmış ve hakkındaki hükmün infazı için huzuruna çıkarılmıştır. Ancak Emir Timur'un huzurunda hafızlığının da getirdiği kabiliyetle etkileyici üslûbuyla Kuran-ı Kerim Kıraat eden Abdülkâdir Merâgi Sultanın affına mazhar olarak canını kurtarmış ve tekrardan Emir Timur'un hizmetine alınmıştır. 1405 senesinde Emir Timur'un vefatına kadar yanında bulunan bestekâr daha sonra Timur'un oğlu Mirza Şahruh'un (1405-1447) sarayında Herat'da bulunmuştur. 

   Abdülkâdir Merâgi Mirza Şahruh'un sarayında da oldukça güzel günler geçirmiş ve 1405 yılımda tamamladığı mühim eseri Câmi'ül Elhân'ı kendisine ithaf etmiştir. Bundan sonra yazdığı Makâsıdü'l Elhân'ı 1421'de Osmanlı Padişahı II.Murad'a ithaf etmiş ve Bursa'ya gelerek Padişah'a eserini sunduğu o sıralarda Osmanlı'da yaşayan karışıklıklar nedeniyle sarayda fazla kalamayarak ülkesine döndüğü rivayet edilmektedir. Ancak Timur tarihi açısından önemli bir kaynak olan Habibü's Siyer'de Şahruh'un yanından hiç ayrılmadığı bilgisi ve Merâgi'nin otobiyografisinde II.Murad'a değinmemiş olması Osmanlı'ya gelmediğini o  sıralarda çok yaşlı olması bu eseri  oğlu Abdülaziz Çelebi ile göndermiş olabileceği fikrini düşündürtmüştür.(Agayeva, Süreyya, Seminer, İTÜTMDK, 2000) Abdülkadir Meragi'nin 3 oğlu vardı. Nureddin Abdurrahman (d.1394), Nizameddin Abdürrahim (d.1397-98?), Abdülaziz Çelebi ise en küçükleridir kendisinin  oğlu olan Mahmud Çelebi'de mûsıkîşinasdır. (Bardakçı, M. age s42, Farmer, H.G. agm)


SANATI VE ESERLERİ 

    Bu devrin en büyük musıki üstadı, bestekarı nazariyecisi ve ud çalmaktaki meşhur mahareti ile sazendesi,  mükemmel sesiyle de hanendesidir, Abdülkadir Merâgi.

    Müzik nazariyatı adına Osmanlı öncesi Türk İslam geleneği, Farabi ile başlamış ve İbni Sina, Urmevî, Şirazi ile devam etmiş ve Abdülkadir Merâgi ile nihayet bulmuştur.

     Merâgi, kaleme aldığı eserlerinde sadece nazariye değil devrin musıki meclisleri, bu meclislerde yer alan mûsikîşinaslar, çalgılar,  devrin icra formları, hükümdar, hayatları, vs. gibi o dönem hakkında  önemli bilgiler veren pekçok konuyu işlemiştir.

     Bugünkü elde bulunan 35 40 kadar eserin ise Merâgi'ye ait olup olmadığı halen tartışılmakta ise de o eserleri, hocanın üslubundan etkilenen musıkişinasların bestelemiş oldukları ve Meragi'ye atfettikleri görüşü daha yaygındır. Etem Ruhi Üngör ise bu eserlerin Abdülkâdir Merâgi'ye atfettikleri görüşü daha yaygındır. Etem Ruhi Üngör ise bu eserlerim Abdülkadir Merâgi'ye ait oldukları görüşü üzerinde durmaktadır. 17.yy'a kadar Osmanlı'da Türk Mûsıkî'sinin temeli Merâgi ve neslinin devamı oğlu Abdülaziz Çelebi ve torunu  Mahmut Çelebi'ye dayandırılmaktadır. 

ESERLERİ


-CÂMİ'ÜL ELHÂN

Mukaddime,.12 bab ve hatimeden meydana gelen eserin mukaddime bölümü Mûsıkînin tarifi, doğuşu, konuları, ilmi prensipleri, sebep ve sonucu şeklinde 5 fasıldan oluşmaktadır.  Genel olarak 12 bâbın içerdiği konular, ses ve nağmenin oluşumu, Urmevî'nin  ses sisteminin elde edilmesi ve başka sistemlere göre yorumu, buudlar meselesi, cinsler, dörtlü-beşliler, tabakalar ve devirler, tel pozisyonları ile beraber, Ud-ı kadim ve Udi kamil sazlari, 12 makam edvârının tabakaları, 7 avaze, Şirâzî, Urmevî ve Merâgi'nin birbirlerinin çalışmaları ile görüşleri, meşhur devirleri, Arapça ve Farsça nağme adları avaze-şube ve perde ilişkileri, dem, ud icrası, taksim icrası, taksim, çalgılar ve özellikleri, eski ikâ devirleri yeni ikâ devirleri ve Merâgi'nin icadı olan devirler, nağmelerdeki duygu unsuru, altı parmak ile usûl icrası ve mûsıkî formları şeklinde sıralanabilir. 

    Hatime 6 fasıldır, mûsıkî öğrenmeye başlayanların uymaları gereken meclis âdâbı değişik meclislerde icraları için bestelenmiş eserlerin güfteleri, mûsıkîde tecrübe sahibi olmak, kökler, ünlü mûsıkîşinaslar ve şedd bahislerini içerir. 


Eserin Bilinen Nüshaları (Farmer,H.G agm s.94, Bardakçı, M. age s.140)


1. Oxford Bodleian Lib. Marsh 282. 1405'de kendi el yazısı ile yazdığı ve oğlu Nureddin Abdurrahman'a hediye ettiği, 1413'te ise geri alarak tekrar gözden geçirdiği nüsha. 

2. İstanbul Nuruosmaniye Küt., no.3644. 1415 tarihli Şahruh'a ithafın yer aldığı, yine kendi el yazısı ile kaleme alınmış nüsha.

3. Aynı kütüphanede, 3645 nolu nüsha. Bir önceki ile farklılık göstermektedir.

4. Bodleian Lib.,Ouseley no.264' bulunan, 1418'de Şahruh'un oğlu Mirza Baysungur'a ithafen kaleme alınmış nüsha.

5.İstanbul Belediye Küt. no.057, XX.yy'ın başlarında Nuruosmaniye Küt.'de yer alan 3644 no'lu istinsahı.


MAKÂSID'ÜL ELHÂN


   Mukaddime, 12 bâb ve hâtime oluşan eserin Mukaddime bölümünde güzel ses ile ilgili olarak Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (sav.) buyurduğu söylenen hadisler yer alır.

   Sırasıyla 12 bâbda yer alan bahisler, savt-nağme-buud-cem tarifleri, mûsıkî içeriği, perdelerin tel üzerindeki konumları, uyusmazlığın sebepleri ve yine buudlar, dörtlü-beşliler,onların terkibinden oluşan devirler, 12 makam, telli çalgılarda akord, 7 âvâze ve oluşumları, Şirâzî ve Urmevî'nin bu konudaki görüşlerine itiraz, âvâzelerin telli sazlardan şube uyumları, usûl yapma yolları, terci ( bir tür akord), iki oktav içinde dörtlü tabakalar, ikâ devirleri, nağmelerde duygu unsurunun önemi, mûsıkî meclislerinde âdâb, 6 parmak metodu, nağmelerin Arapça ve Yunanca isimlerinin kıyası, mugannilik-hânendelik üzerinedir. 

   Hâtime bölümünde, çalgılar, önde gelen mûsıkîşinaslar, usûller, bestekârlık üzerine beyitler ve şiirler yer almaktadır. 


Eserin Bilinen Nüshaları:


1.Leiden Uni.Lib. (Hollanda) Or. 270-71: Bu eserin 1421'de Sultan II.Murad için yazıldığı zikredilmiştir. 

2. Rauf Yekta Bey küt. 1423 tarihli nüsha.

3. Bodleian Lib. Ouseley no.385.

4. Topkapı Sarayı Küt. R.1726. 1434'de istinsah edilmiştir. 

5. İstanbul Nuruosmaniye Küt., 3656. 1497'de istinsahı yapılmıştır.

6. İran-Meshed, Razavi Küt., 539. 1418.

7. Aynı küt. 6454. Bir önceki nüshanın istisahı.

8. Tahran, Melik Küt. I.387. 1433'de istinsah edilmiştir.

9. Aynı küt. no.1656 .

10  İstanbul Belediye Küt. K.4 XX. yy'ın başlarında Nuruosmaniye nüshasında istinsah edilmiştir. 

11. Oxford Bodleian Lib., 1418 tarihli.

12. Aynı küt. no.1844. 1666 tarihli nüsha.

13. Celâleddin Çebi Nüshası.1983'de Konya Mevlânâ Müzesine hediye olan nüshadır. Bazı fasılların eksik olduğu belirtilmiştir.


ŞERHÜ'L KİTABÜ'L EDVÂR


Safiyüddin Urmevî'nin Kitabü'l Edvâr isimli eserinin şerhidir. 


Mukaddime, mûsıkînin anlamı, konusu, prensiplerini anlatan 3 fasıl, makale bölümü, Kitabü'l Edvâr'ın şerhleri ile 15 fasıldan ve nota örneklerinden, Hâtime ise mûsıkiye yeni başlayanlara verdiği tavsiyelerden oluşmaktadır. 


Eserin bilinen nüshaları:


1. İstanbul Nuruosmaniye Küt. no.3651

2. Topkapı Sarayı Küt., A.3470, 15.yy'da istinsah edilmiştir.

3. İstanbul Belediye Küt., 027 Nuruosmaniye nüshasından 20.yy başlarında istinsah edilmiştir. 

4. İran, Şiraz, Dr.Visal Küt. 29.1547'de istinsah edilmiştir.

5. Tahran Melik Küt., 1647.


FEVÂİD-İ AŞERE


Diğer kitaplarının bir özeti mahiyetinde olup, 2'şer fasıllık 10 faideden oluşmuştur. 


Eserin bilinen nüshaları:

1. İstanbul Nuruosmaniye Küt., 3651/II.

2. İstanbul Belediye Küt., 058, Nuruosmaniye Küt.'deki nüshadan 20.yy'ın başlarında istinsah edilmiştir.


ZÜBDETÜ'L EDVÂR


   Eserin muhteviyatı hakkında çok fazla bilgi bulunmamakla beraber, bir tek nüshanın Rauf Yekta Bey'e hediye edildiğinin bilinmesine rağmen yeri meçhuldür.


KENZÜ'L ELHÂN

 

   Merâgi'nin bu eseri o döneme ait nota örneklerini içeren en önemli eserlerinden biridir. Bir tek nüshası:


Tahran, Melik Kütüphanesi 6317/2 kaydındadır.


ZİKR'UN NAGAM ve USÛLHA


Muhteviyatı ana ve şed diziler ile onlar hakkında bilgiler veren 10 fasıldan ibarettir. 

Eserin bilinen nüshaları:


1.Viyana Devlet Küt.,.829/2

2. Berlin Devlet Küt. ,.1738

3. Almanya,.Herzogliche Küt. , 1350/3



ABDÜLAZİZ ÇELEBİ


Abdülkadir Merâgi'nin en küçük oğludur. 15.yy'ın ilk çeyreğinde doğduğu sanılmaktadır. Babasının vefatından sonra İstanbul'a yerleşmiştir. Abdülaziz Çelebi, Merâgi'nin eserlerinden faydalanarak onların özeti görünümde bir mûsıkî kitabı yazarak Fatih Sultan Mehmet'e ithaf etmiştir. 


Bilinen Eserleri:


NEKÂVETÜ'L EDVÂR


Bir giriş, 12 bölüm ve bir sonuçtan meydana gelmiş bir eserdir.


Eserin bilinen nüshaları:


1. Nuruosmaniye Küt. no. 3646

2. Türkiyat Enstitüsü, Arel K

 

AHMED CELÂYİR ( SULTAN)

(d.?-ö.1410) 


    Celâyirliler hânedânının dördüncü hükümdarı olan Sultan Ahmet Celâyir, Sultan Üveys'in dördüncü oğlu, Sultan Hüseyin Celâyir'in kardeşidir. Timur İmparatorluğu ile hanedanı arasındaki savaşlarla süregelen hükümdarlığının yanında sanatkârlığı ve sanatçılara değer veren üslûbu ile de bilinmektedir. Hatta Abdülkâdir Merâgi'ye sarayında yer vermiş ve öğrencisi olmuştur. Mûsıkiye dair edvârlar kaleme aldığı belirtilmiştir. (Devletşah, age., C.3., S.370, ŞÂMİ, Nizamüddin, Zafernâme, s.169, Barthold, W. mad."Ahmed Celâyir" İ.A. C.1 İstanbul-1965,.s.182)


BİBLİOGRAFYA


BARDAKÇI, Murat. Maragalı Abdülkâdir Pan Yayıncılık. İstanbul-1986

BARTHOLD, W. "Ahmed Celâyir" mad. İslam Ansiklopedisi., C.1.M.E.B Basımevi, İstanbul,.1965, s.182

FARMER,H.G. "Abdülkâdir" mad. İ.A. C.1, İstanbul, 1965.s.83-85.

ŞAMİ, Nizamüddin: Zafernâme. Çev  Necati Lugal, TTK Basımevi, Ankara,1987.


Bazı bibliyografyalar bir önceki yazılarda yer aldığından tekrara girmedik. Bununla beraber incelemenin son bölümünde tüm bibliyografya yeniden paylaşılacaktır.



GÖRSELLER


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BClkadir_Meragi


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Timur