26 Ocak 2021 Salı

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -5-



KUL MUHAMMED

    Udi olarak bilinir. Baykara döneminin sâzende ve bestekârlarındandır. Kitareyi de güzel çaldığı belirtilmiştir. Bestelemiş olduğu peşrevlerin fazlalığı ve güzelliği ile ünlüdür. Peşrev dışındaki havaları fazla beğenilmemiştir. Sazda ileri gelen üstatlardan olan Kul Muhammed Ali Şîr Nevâyi'nin öğrencilerindendir.


MİR AZÛ

    Mirza Baykara döneminin iyi bestekarlarından olan Mir Azu'nun sâzendeliği yoktu. Besteleri az fakat zevkli bir üsluba sahipti.


MUHAMMED BÜ SAİD

   Asıl mesleği pehlivanlıktı ve pehlivanlıkta da ileri gelenlerdendi. Dönemin takdire değer görülen bestekârlarındandı. Savt ve Nakış formlarında eserler bestelemişti. Çargâh makamından bestelediği nakşı o dönemde tanınmıştır. Hoşsohbet mizacı ile bilinen Muhammed bü Said'in pehlivanlık ile sanatkârlığı nasıl bir araya getirdiği şaşkınlık yaratmıştır. 

    RAZIYÜDDİN RIDVANŞAH

     Celâyirliler hânedanının en önde gelen müzisyenlerinden biriydi. Abdülkâdir Merâgi'de eserlerinde kendisinden övgüyle söz etmiştir. Hâce Zeki Tebrizî'nin halefi olarak bilinir. Birkaç makam ve şubede bestelediği bir nevbeti olduğu söylenir. 

   ŞAH KULU GICEKİ

  Irak'tan Horasan'a gelmiştir. Saz meşkederek şöhret kazanmıştır. Birçok nakış, peşrev ve hava bestelemiştir. 


   ŞEYHİ NÂYİ

  Sultan Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ve en yetenekli sâzendeleri arasındadır. 12-13 yaşından beri çok iyi ney çalan Şeyhi Nâyi; ud ve kitareyi de iyi icrâ edermiş. Bâbür'ün Hatıratı'nda onun bu yeteneği ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:


   " Bir defa Bediüzzaman Mirza'nın sohbetinde bir havayı neyden güzel çıkarır. Kul Muhammed kitara da aynı havayı çıkaramaz ve " Kitara noksan bir sazdır" der. Şeyhi Nâyi derhal Kul Muhammed'in elinden kitarayı alıp o havayı kitarada güzel ve tam çalar. Kendisinin hakkında dediklerine göre o nağmeye o kadar vakıfmış ki hangi nağmeyi duysa "Filan neyin filan perdesi bu ahenktedir" dermiş. 

   Kendisi çok fazla beste yapmamıştır, ancak bir iki nakşın ona ait olduğu söylenmektedir. 


ZEYNEL ABİDİN HÜSEYNİ

(d.?-ö.1520)

   İlk olarak Hüseyin Baykara'nın sarayında gördüğümüz Zeynel Abidin, Gulâm Şâdi'nin talebesidir. Ûdî, kemençevî ve hânende olarak mûsıkî icra ederlerdi.  Hüseyin Baykara'dan sonra Akkoyunlu Sultan Yakub'un da yanında bulunmuş, bunun ardından davet üzerine Amasya Vâlisi Şehzâde Ahmet ile onun kardeşi Manisa valisi Sultan Korkud'un saraylarında fasıl mûsıkisi icra etmiştir. 


BİBLİYOGRAFYA

Aksoy, Dr.Bülent. "Ortadoğu Klâsik Mûsıkisinin Bir Merkezi, İstanbul", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, Ankara.C.10,.s.810-813.

Babür, G.Z."Babür'ün Hatıratı" C.2.S.186-200

Yavaşça, Dr.Alâeddin: "Asırlar Boyu Türk Mûsıkisi, Bestekârları ve Beste Formları", Kök Mec. 06.1982. C.2.Sayı:13 s.9


GÖRSEL

Temsilîdir. 

https://www.sahapedia.org/hindustani-khayal-music-sociocultural-history

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER 4



  HÜSEYİN BAYKARA

   (1438-1506)

    Sultan Hüseyin Mirza b.Mansur b.Baykara b.Ömer Şeyh b.Emir Timur 1438'de Herat'da doğdu. Hem anne tarafı  hem baba tarafından soyu Timur'a dayanan asil bir aileden geliyordu.  Çocukluğunda Ali Şir Nevâyi  ile eğitim gördü fakat henüz gençlik döneminde iken, siyasi mücadelelere girmek zorunda kaldı.


   Payitaht  olarak seçtiği Herat'ı, Ebu Said Mirza ile yaptığı uzun muharebeler sonucunda ancak Ebu Said'in ölümünün ardından ele geçirebildi ve 1469-1506 seneleri arasında orada hüküm sürdü. 


     1470 yılında, Şahruh'un torunu Yâdigâr Muhammed'in işgâlini, en yakın dostu Ali Şîr Nevâyi yardımıyla engelledi. 


    Şibâni Han'la bir muhaberesini müteakip sene içinde, 1506'da Herat'ta vefat etti. 


    Devrinde Herat'ı bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiş, mümkün olduğunca bilim adamlarını ve sanatkârları burada toplayarak himâyesi altına almıştır. 


    Molla Câmi, Ali Şir Nevâyi, Bennâi, Abdullah Mervârid, Gulam Şâdi, Şeyhi Nâyi, Şah Muzaffer, Behzad ve daha birçok sanatçı onun himayesi altında idiler. 


   Şâirliği de bulunan Mirza Baykara, mûsıkî ile de iştigal etmiş, Ali Şir Nevâyi ile eserler bestelemiştir. Fakat bu eserlerden günümüze gelen bulunmamaktadır.


HÜSEYİN CELÂYİR


   1374-1382 yılları arasında Celâyir Hânedânı'nın hükümdârı olup, Sultan Üveys'in oğludur.


    Döneminde, bilim ve sanata çok önem vermiş olanbu hükümdar, bizzat mûsıkî ile de ilgilenmişve Abdülkâdir Merâgi'nin öğrencisi olmuştur. Merâgi'ye büyük saygı duymuş ve itibar göstermiştir. 


    Merâgi dışında, Hâce Şeyhü'l Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin, Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömerşah gibi müzisyenleri de Tebriz'deki sarayında, mûsıkî meclislerinde gördüğümüz Hüseyin Celâyir bu fasıllara çok ilgili olarak bilinir. 


     Sultan Hüseyin Celâyir 1382'de kardeşi Sultan Ahmed Celâyir'in Tebriz'i zaptetmesiyle onun tarafından idam ettirilerek öldürülmüştür.


    HÜSEYİN ÛDÎ


   Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ud üstatlarından biridir. Udu zevkle çalması ve söylemesi ile meşhur olan Hüseyin Ûdî'nin tek kusurunun fevkâlâde nazla çalması olduğu söylenir. Udun tellerinden bir mızrap darbesi ile tek nağme çıkaran yalnız kendisidir. (Babür, age.C.2, s.200)


BİBLİYOGRAFYA


Bâbür."Babür'ün Hatırâtı", C.2,.s.177, 186-201.

Beveridge, H."Hüseyin Mirza", İ.A., C.5 , İstanbul,1965 MEB, s.645-646


GÖRSELLER

Kaman, Sevda. "Hüseyin Baykara Divânı'nın Bilinmeyen Bir Nüshası Üzerine" Araştırma makalesi. ISSN: 2529-0045.

25 Ocak 2021 Pazartesi

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2

 MÜZİSYENLER   3 



DERVİŞ BEY

   Timur Bey'in iyi karşıladığı, koruduğu, iki nesli Timur soyundan olan Derviş Bey , Hoca Ubeydullah Hazretleri'n8n de müridi idi. 

    Mûsıkî ilmini bilen bir müzisyen olup,  iyi saz çalardı.  Derviş Bey aynı zamanda bir şairdi. 

    Sultanahmet, Mirza, bir savaşta Çir suyu sahilinde yenik düştüğünde, Derviş Bey de Çir suyunda boğularak vefat etti. (Babür, age.C.2,s.22)


   DERVİŞ ŞÂDİ


    Onbeşinci yüzyılın ortalarında doğduğu sanılmakta olan Derviş Şadi döneminin Şah Muhammet ve Hoca Şeyhim-i Tebessi  ile birlikte üç önemli müzisyeninden biri olup, Hüseyin Baykara döneminde  yaşamışlardır.


     Mirza Baykara, Abdülkadir'in Timur döneminde bestelediği "Miatayn" a özenerek,   Bu 3 müzisyene başvurmuş,  Derviş Şadi Bey'de kendisinin epey yaşlandığını böyle bir görevin Hoca Şeyhim tarafından yerine getirilebileceğini  söylemiştir. (Agayeva, S.age.)


    Bestekar Gulam Şadi'nin de babası olan Üstad Şâdi, Herat alimlerinin arasında seçkin bir yere sahipti. Pek çok bestesi bulunan Derviş ve Üstad Şâdi'nin 12 talebesi olmuştur. Bestelediği 12 Nakışı,  bu 12 talebesine meşkeden Derviş Şâdi  bunları en iyi okuyanı o bestenin sahibi kılacağını söylemiştir.  Bu vesile ile onlardan en meşhur olanı Endicanlı Yusuf; Muhammes usûlünde Sümbülî Nakşı'na (Hoca Yusuf Nakşı olarak tanınır) Gulam Ali Şunbar, Türkidarb usûlünde Mah-ı Hilâl Nakşı'na, Mir Gur, Devr-i Şâhi usûlünde Dil Şişe bestesine Ali Kerdi Mal; Muhammes usûlünde Nakş-ı Hançere'ye, Ali Can Gıcaki'de diğer bir bestesine sahip olmuşlardır. Diğer bir oğlu Şâdi Beçe'de müzisyendir. (Agayeva, S.age.)


ENDİCANLI YUSUF

(D.?-1434)

   Hânendelik ve sâzendelikte, adı Abdülkâdir Merâgi ile anılan devrin en az onun kadar meşhur bir diğer mûsıkişinası da Endicanlı Yusuf'tur. Hükümdar Baysungur döneminin en değerli sanatkarı idi. Tezkire-i Devletşah'da ondan şöyle bahsediliyor:


    " Baysungur zamanında yetişen Yusuf-ı Endegâni'nin hanendelik ve mutriplikte  yedi iklimde eşi yok idi. Onun davudi sesi insanın yüreğini parça parça eder. Hüsrevâni ahengi, hasta yüreklerin yaralarına tuz ekerdi. Sultan İbrahim b. Şahruh kaç defa Tebriz'den kardeşine yazdı, onu Baysungur'dan istedi ve çok ricalarda bulundu. Bunun için 100.000 dinar gönderdi. Sultan Baysungur ise cevap olarak şu beyiti yazdı:

 "Biz Yusuf'umuzu satmayız. Sen kararmış gümüş paranı sakla."(Devletşah, age.C.3, s.407) 


Yusuf-ı Endegâni 1434 yılında ölmüştür. (Babür, age. C.2 s.489) 


GULÂM ŞÂDİ

(1412-1490)


   Hüseyin Baykara dönemi müzisyenlerindendir. Şâdi Hanende'nin oğludur. Sâzendedir ama sâzendelik seviyesinde bir icraya sahip değildir. Bestekâr olarak daha üstündü. İyi savt ve nakışları vardır ve zamanında bu formlarda onun kadar iyi eser besteleyen olmadığı söylenir. Şibâni Han onu Kazan Han'ı Muhammed Emin Han'ı yanına göndermiş, bu vakitten sonra kendisinden haber alınamamıştır. ( Babür, age. C.2, s.200) Merâgi'nin talebesi olduğu ve bilinmeyen bir sebeple araları açıldığı, daha sonra da Gulam Şâdi'nin Merâgi'yi bestelediği bir Pencügâh Kâr'la hicvettiği, Merâgi'nin de buna yine bir Pencügah Kâr ile cevap verdiği anlatılsa'da Dr.Süreyya Ageyeva bu 2 bestekâr arasında 60 yıllık bir fark olduğunu, Gulâm Şâdi'nin, Merâgi'nin değil talebesi, çağdaşı dahi olmadığını dolayısıyla bu meselenin de  doğru olmayacağını -belgelere dayanarak- ispatlamıştır. (Agayeva, S.age.)


HİREVÎ


   Herat'lı ünlü bir şâirdir. Onun bir müstezadı ile Abdülkadir Merâgi bir tasnif ve beste yapmıştır. Bu müstezat şöyledir:


   "Padişah huzurunda dilencilik halini  alatacak kimdir? Ahlar ve iniltilerden başka bülbülün feryat ve figânından sebâ rüzgarına ne haber gitmiştir. Aşkın sermayesi ya ağlayıp sızlamak ya altın,  yakut yahut da maşukun bizim ise ne altınımız var ne de senin merhametin yüzünden bazen bir nazarla dilenciye merhamet edileceğinden umidimi kesmemişim. Harmanın üstünde uyuyan bu siyah hangi yılandır. Senin kisvelerin midir? Yazık ki hata ise siyah hindu bir yerde uyuyorlar. Ey ikinci Yusuf senin çene çukurun gönüllerin meskeni olalıdan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğaldı. Senin endamın esvap içinde olası lâyık değildir. Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâhı da goncadan. Benim şâirime ve senin güzelliğine beyyine isterlerse o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi beyzâ ve asâ gibi mucizelerine şahit istemez." (Devletşah, age. C.2, s.280-281)


BİBLİYOGRAFYA


Ageyeva, Dr.Süreyya; "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı" , Mus.Mec. Yıl: 51, Sayı: 462, Ekim, -1998.


Üngör, Etem Ruhi; "Mûsıkî Tarihinde 600 yıl Önceki Abdülkadir Merâgi-Gulâm Şâdi Kavgası ", Mus.Mec.Yıl:50, Sayı:458, Eylül-1997.


Babür, Babür'ün Hatıratı. C.1, s.90-91, 

C.2, s.177.C.2, s.22,.


Devletşâh, Tezkire-i Devletşah, C.2, s.280-281

  • GÖRSEL
https://www.iias.asia/the-newsletter/article/commemorating-tamerlane-ideological-iconographical-approaches-timurid-museum





TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -2--




   BABÜR ŞAH

    (1483-1530)

  Zahirüddin Muhammed Babür b. Ömer Şeyh künyesidir. Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun kurucusu olan Babür'ün babası Ömer Şeyh, Timur'un 3.kuşaktan torunu, annesi Kutluğ Nigar Hanum Cengizhan'ın soyundandır. 14 Şubat 1483'de Fergana'da doğan Babür babasının vefatı üzerine 1494'de küçük yaşına rağmen Fergana tahtına geçen Babür, 1504 yılında Kâbil'i alarak buraya yerleşti. Bu vesileyle de Hindistan'i istilası için coğrafi durumu oldukça müsait olan bu bölgede kurmayı düşündüğü Hind-Türk İmparatorluğu'nun ilk temellerini atmış oluyordu. 1505'de Sind kıyılarına kadar ilerleyen Babür,.1506'da Horasan'a gitti ve orada uzun bir süre kaldı. Oradan da Herat'a geçerek bir süre de orada kaldı. Kâbil'e döndükten sonra 1507'de Padişah ünvanını alarak Timuroğullarının en büyük reisi olduğunu ilan etti. Bunu kendisi şöyle anlatır:

   "Bugüne kadar Timur Bey'im evlatlarına, saltanata rağmen, Mirza derlerdi. Bu defa bana Padişah demelerini emrettim."(Babür, age. C.2., s.203-208) 

   1511-1514 yılları arasında Mâverâünnehir'i ele geçirmek amacıyla düzenlediği sefer; bir ara Semerkand ve Buhara'yı ele geçirdi ise de yenilgiyle sonuçlandı. 15 Şubat 1519'da Pencab ile Senâb arasındaki bölgeyi zaptederek buraların hakimlerini vergiye bağladı.Timur'un meşru vârisi olması ünvânı ile bu bölgede hakimiyetini tanıtmasının ardından Kandehar'ı 1522'de siyâsi bir anlaşma ile elde etti. 1524'de Lahur'u ve Pencab'ı alan Babür 1525'de yeniden Hindistan üzerine yürüdü ve nihayet 1526'da Hindistan'ı alarak Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun hakimi oldu. 

   Bu zaferin ardından, aynı yıl kendisine karşı isyan çıkaran Afgan emirlerini de mağlub etti. 1527'de en kuvvetli düşmanı olan Raca Sanga'nın üzerine yürüdü ve gayri müslim Hintlilere karşı kazandığı bu zaferle "Gâzi" ünvanını aldı. Bunun üzerine emrindeki askerlere memleketleri olan ve oğlu Hümayun'un hüküm sürdüğü Bedehşan'a dönmeleri için izin verdi. Kendisi de Agra'ya yerleşti. (KÖPRÜLÜ, Fuat: "Babür" , İ.A., C.2., İstanbul 1965, s.180-187.)

    1528'de Luknav'ı zaptetti. Semerkand'ı da geri almak istediyse de Hindistan'daki devlet işleri buna mani oldu. 1529'da Mahmud'a ve Ganj'ı geçerek Nusretşah'a karşı  zaferler kazandıktan sonra Agra'ya döndü. Sağlık sorunları yaşayan Babür Şah, ölmeden önce devlet erkânını çağırarak tahtı oğlu Hümayun'a bıraktı, Onu veliaht ilan etti ve 1530'da  Agra'da vefat etti. 

    Kabiliyetli ve iradeli bir devlet adamı, marifetli bir kumandan, sağduyulu bir  diplomat olarak değerlendirilen Babür, döneminin fikir, sanat ve edebiyat hayatına da çok önem vermiş bu alanlarda eserler dahi telif etmiştir...

    Sıklıkla tertip ettiği fasıllarda devrinin mûsıkîşinaslarını, şâirlerini, .hattat ve nakkaşlarını biraraya getirir,  onlarla müzakerelerde bulunur, bu meclislere büyük önem verirdi.

    

    SANATI ve ESERLERİ


     Timurlular Dönemi, hükümdarlarının aynı zamanda sanatkâr olanları arasında en önde isimlerden biri olan Babür, edebi ilimlere olabildiğince fazla vâkıftı. Yalnız edebiyatla değil yazı ve süsleme sanatları ile de ilgilenmiş ve "Hatt-ı Bâbürî" adında bir hat üslûbü geliştirmiştir. (Köprülü, agm.s.185)

   Aynı zamanda mûsıkîşinas olan Bâbür; iyi bir bestekâr ve sâzende olarak bilinir. Çargâh makâmında bestelediği bir savtı olduğu kendi beyânıdır. Müzik nazariyatı adına da çalışmalar yapmıştır. (Babür, age.C.2.s.435)

       ESERLERİ

   BABÜRNÂME:  Bâbür'ün en yaygın ve bilinen ve en bilinen eseridir.  Çocukluk yıllarından son günlerine kadar Babür'ün bütün hayatını konu alan bu eser, dönemin sosyal siyasal hukuki, askeri, kültürel ve sanatsal olaylarını da içeren tam bir otobiyografi tarzındadır.  Babür hayatını kaleme alırken, son derece içten ve dürüst bir anlatımla yazmıştır.

    MUFASSAL : Aruz ve kifâye hakkında açıklamalı geniş kapsamlı geniş kapsamlı  bir aruz risalesi.

    MÜBEYYEN : Mesnevî şeklinde  Kaleme alınan bu eser, Hanefi fıkhı ile ilgilidir.

   RİSÂLE-i VÂLİDİYE TERCÜMESİ: Hoca Ahrar'ın Vâlidiye adlı risâlesinin nazım şekliyle Bâbür tarafından Türkçe'ye çevrilmiş olanıdır.

   DİVÂN: Gazel, mesnevî, rubâî, tuyuğ, muamma ve müfredlerden  oluşan bu eser Türkçe'dir ve Nevayi'den sonra başlıca Türk Çağatay edebiyatının örneklerinden sayılmıştır.

BELHİ

   Tıp ve Mûsıkî ilimlerine vâkıf olan Belhi, aynı zamanda iyi bir şâirdi. Bedehşân'da yaşardı. Şu şiir onundur:


" Bizim yarimizin vuslatı evde bir ömürden can bağışlayan, lâl-i âb-ı hattan daha hoştur.  Onun saçları kamet devrinde Bir fitnedir.  Yanaklarının aşkı ile gizlice hep meşgul olmak daha hoştur.  Canın her damarı, onunla ilgilenmekte bir  ünisiyet bulunur.  Yüreği temiz âşıkların dilber, 

ruhan meyletmeleri daha hoştur.  Her ne kadar sabah rüzgarlarının dostlara, haber getirmesi, güzel ise de gönlün derdini dille söylemek daha hoştur.  Bu maceramızın akıbetinin hoş olması bize yeter. Bundan gayrısı baş ağrısıdır. Ey şerif bu teferruatı  bilmemek senin için daima hoştur." (Devletşâh, age. C.4.s.526-527)


BINÂİ (BENNÂİ)

(d.? - ö.1512)

     Herat müzisyenlerinden olan Bınâi'nin babası Üstad Muhammed Ser-bennâ (baş mimar) olduğu için bu mahlâsı almıştır. Tertib etmiş olduğu bir divânın yanısıra hafif vezninde iki mesnevîsi Behram ve Bihruz adındadır. 

    Kendisi Hüseyin Baykara döneminin mûsıkîşinaslarındandır. Ancak o zamanlar musıki ile iştigal etmediğinden ve musıki den bihaber olmasından dolayı  Ali Şir  Nevâiyi kendisini sürekli olarak azarlar ve küçük görürmüş.  Buna çok içerleyen Bınâi  bir sene Ali Şir Nevâyi ve Mirza Baykara, kışı geçirmek için, Merv'e gittiklerinde Herat'da kalarak musıki öğrenir.  Yazın Baykara ve Ali Şir, dönünce bestelediği savt ve nakışları okur ve Ali Şir Nevayi buna çok şaşırır. ( Babür, age. C.2 s.197) (Uslu, R."age.s.587-593)

     Binâi'nin  gerçekten güzel besteleri savt ve nakışları olduğu bilinir. Bunlardan biri Nüh-Reng adındadır ve Rast Makamı'dır.  Bir de musıki üzerine Risâle der Mûsıkî adında bir eseri mevcuttur. Ayrıca Nevâ faslında bestelenmiş bir gazeli vardır. 

     Ali Şir Nevâyi ile  sürekli tartışmaları nedeni ile, Herat'dan ayrılan Bınâi, Irak ve Azerbaycan'a giderek Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey'in yanında bulunmuş, onun vefatının ardından Semerkand'a giderek Timurlulardan Sultan Ali'ye kapılanmıştır. Daha sonra yine bu hânedandan Sultan Mahmud'un sarayının şâirlerinden oldu. 

    Şeybâni Han Semerkand'ı alınca Molla Binâi'yi de mülâzemetine almış ve kadıaskerlik görevine getirmiştir. 

   Şah İsmâil Özbeklere karşı galibiyeti sonrasında, Binâi'yi de 1512 yılında öldürtmüştür. 


BİBLİYOGRAFYA


Babür, age. C.1., s.1., C.2.S.435, C.2. s.203-208

Bıyıktay, Halis: Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara 1989, s.38.

Devletşah, age. C.4, s.526-527.

Köprülü, Fuat. "Bâbür", İ.A. , C.2, İstanbul 1965, s.180-187.

Uslu, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nahifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yy'da Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999. C.10, s.587-593.


GÖRSEL

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Bab%C3%BCr






TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

İLİM VE EDEBİYAT ÜSTÂDI, 

TÜRK EDEBİYATI VE TÜRKÇE'NİN HÂMİSİ,

MÛSIKİŞİNAS BİR BEY


ALİ ŞİR NEVÂYİ

(1441-1501)

     Nizamüddin Ali Şir adı, Nevâyi mahlasıdır. 9 Şubat 1441'de Herat'da doğdu. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyasüddin Kiçkine Bahadır ya da Kiçkine Bahşi, Horasan hâkimi Ebu'l Kasım Babür'ün hizmetinde idi. Aslen ecdadı, 7 nesilden beri Timur ve Timuroğullarının hizmetinde idi. Anne tarafından büyük babası Ebu Said Çisek ise Mirza Baykara'nın beylerbeyi idi. 1447'de Mirza Şahruh'un vefatıyla bölgede çıkan karışıklıklar nedeniyle babası ile birlikte Yezd üzerinden Irak'a gitmek üzere yola koyulan,  bu yolculuk sırasında da  Zafernâme'nin yazarı, Emir Timur'un Moverrihi Şerafeddin Yezdi ile tanışan Ali Şîr henüz 6 yaşındaydı. 1449-1457 seneleri arası; Kiçkine Bahadır, Ali Şir ve Hüseyin Baykara Horasan'da Ebu'l Kasım Bâbür'ün mahiyetinde bulunmuşlar, burada Ebu'l Kasım; Ali Şir ve Hüseyin Baykara'nın eğitimleri ile özel olarak ilgilenmiş, Hüseyin Baykara ile Ali Şir Nevâyi arasında sözü edilen dostluk bu yıllarda oluşmustur. Hatta Ebu'l Kâsım Meshed'e giderken onları da yanında götürmüş 1457'de vefatının ardından Baykara Merv'e dönmüş, Ali Şir Nevâyi ise bir süre daha Meshed'de kalıp egitimine devam edip, bir ara da Seyyid Hasan Ardaşir'in hizmetinde bulundu ise de o da babasının 1457'de vefat etmesiyle Herat'a dönmüştür. Ali Şir Nevâyi, Herat'a döndükten sonra Ebu Said onu yanından uzaklaştırdı. Buradan Semerkand'a giden Ali Şir, Hâce Fazlullah Ebû Leysi'nin hangâhında iki sene süreyle eğitim görmüştür.  Bu iki sene içerisinde, Semerkant'ı idare eden Ahmet Hacı Bey, kendisinin eski dostu olduğundan onu korumuş ve Ali Şir'den hiçbir yardımı esirgememiştir.

     1469 yılında Hüseyin Baykara'nın Herat'ı işgal ederek, Horasan Sultanı olmasının üzerine Ali Şir Nevâyi, Herat'a dönerek, Hüseyin Baykara'nın hizmetine girdi.

 Hüseyin Baykara, kendisine önce mühürdarlık görevini verdi, bu görevi dışında Mirza Baykara'nın en yakın dostu ve destekçisi olan Nevâyi o esnada meydana gelen bir ayaklanmayı bastırdı. Yaptığı hizmetlerle iyi bir devlet adamı olarak görülen Ali Şir Nevâyi 1472 yılında "Divan Beyi" olarak tayin edildi. 1472 yılında büyük hürmet beslediği yakın dostu Abdurrahman Câmi'nin irşadı ile Nakşibendi tarikatına girdi.1484 yılında Hamse'sini tamamlayan Nevâyi 1487-1488 yıllarında Esterâbâd Valiliği yaptı, daha sonra görevinden affını isteyerek Herat'a döndü. 1489'da üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan Erdeşir'in vefatı üzerine, Erdeşir'in hayatı ile ilgili risâlesini yazan Ali Şir Nevâyi, 1490 yılında da Divân Beyliği'nden ayrılarak Mirza Baykara'nın nedimi olarak kalmayı tercih etti. 1492 yılında Abdurrahman Câmi'nin vefatı üzerine çok üzülen Nevâyi, 1498'de Meshed'e gitmiştir. 1499'da Hacc'a gitmek için izin istemiş bunun üzerine Mirza Baykara bir ferman çıkararak bu izni vermiş ise de bir dost ve devlet adamı olarak kendisine ihtiyaç duyduğunu belirtmesinin üzerine Nevâyi'de Hacc'a gidemeyip, Herat'a dönmek zorunda kalmıştır. Son yıllarında Herat'da sanatıyla meşgul olan Nevâyi, Mirza Baykara Esterâbâd seferinden döndüğünde onu karşılamaya gitmiş kendisi ile görüştükten sonra kalp krizi geçirerek 1501 tarihinde vefat etmiştir. Türbesi sarayının yanındaki Kudsiye Camii'nde yer alır. 

   Ali Şir Nevâyi hiç evlenmemiş ve hiç çocuk sahibi olmamıştır. Hayatını sanat ve ilimle, ayrıca devlet adamlığı ile uğraşarak geçiren Ali Şir Nevâyi memuriyetlerinden elde ettiği kazanç dışında aileden de yüklü bir servete sahip olup bunu hayır işlerinde kullanırdı.  Medreseler, mescitler, ribatlar, hayır kurumları, darüşşifalar ve vakıflar yaptırdı, bunların tamamının beş yüze yakın olduğu söylenir. 1476 yılında Herat'ın kuzeyinde kendisine Sultan tarafından  Tahsis edilen araziye kendi adını taşıyan bir mahalle sarayı, Unsiya'nın yanına Kudsiya adında büyük bir cami, İhlasiya adında bir medrese, Halasiya adında bir han, Herat'da bir mescid-i cami, hangâh, darüşşifa, hamam, bunların dışında Ribat-ı Aşk ve Nişabur civarında Ribat-ı Dirabad yaptırdığı mimari eserlerden bazılarıdır.



SANATI ve ESERLERİ

    Ali Şir Nevâyi, Türk Edebiyatı'nın gelişiminin tarihi teşekkülü adına şüphesiz ki en önemli ismidir. O, dönemin ediplerinin, Farsça'yı kullanmanın marifet ve meziyet kabul ettikleri, Fars dilinin zirvede olduğu, bir ortamda, Fars Edebiyatı'nı Türk ruhuna uygun bir biçime getirmiş, Türkçe'nin birçok yönden Farsça'dan üstün bir dil olduğunu savunmuş ve Türk dilini kullanarak yüksek sanat değeri taşıyan edebi eserler de verilebileceğini ispatlamıştır. 

    Nevâyi, Abdurrahman Câmi ve Hüsrev-i Dehlevî'den etkilenmiş olmasına rağmen, orjinalitesini koruyarak, onları taklit yoluna gitmemiş, hatta onları aşabilmiştir. Her eserinde devrinin ayrı ayrı, sosyal, kültürel, vs. yönlerini aydınlatan Nevâyi bu eserlerinde milli bilinci sanat çerçevesi içerisinde her dâim vurgulamıştır. Bu vesile ile de Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynamıştır.

    Nevâyi,  Edebiyat dışında Resim, Hat, Nakkaşlık ve Mûsıki sanatları üzerine de çalışmıştır. Mûsıkîde  hocasının, Yusuf Burhan olduğunu, söyler. Çok güzel nakış ve besteleri olduğu bilinir. Horasan'da bilinen bestelerden "Yedi Bahr" usûlü Ali Şir Nevâyi tarafından kuş sesleri esas tutularak yapıldığı birer birer sayılarak gösterilmiştir. Nevâyi'ye ait olduğu söylenen eserler Horasan, Özbek ve Kafkasya Türkmenleri arasında yaygındır. Hüsrev-i Dehlevî ile Nevâyi arasında geçen bir nazireye, Dehlevî'nin verdiği cevaptan Nevâyi'nin erganun çaldığınıda görmekteyiz :

"Nevâyi'nin erganunun sesi biçâre aşıklara doğru yolu gösterir."(Devletşah, age. C.4.s.578)

ESERLERİ

HAMSE

   . Hayretü'l Ebrâr

   . Ferhad ile Şirin

   . Leylâ ile Mecnun

   . Seb'a-i Seyyare

   . Sedd-i iskenderi

DİVÂNLAR

  . Hazâ'inü'l Meâni: Bütün şiirlerini ihtivâ eden bu divanı 55000 mısradan ibarettir ve 4 kısıma ayrılır:

 

1. Gara'ibü's Siğar / 2. Nevâdirü'ş Şebâb /              3. Bedâyi'ül Vasat / 4. Fevâidü'l Kiber

  

   . Farsça Divânı: 12000 mısradan oluşur.


TEZKİRELERİ

   . Mecâlisü'n Nefâis : 1491'de yazılmıştır. Câmi'nin Nefâhâtü'l Üns eserinin tercümesi şeklinde, İran ve Türk şâirleri üzerinedir.

   . Nesaimü'l Mahabbe min Şamaim el-Fütuva: 1495'de yazılmıştır.


DİL ve EDEBİYAT ESERLERİ 

  . Risale-i Muamma

  . Mizânü'l Evzân : Aruz üzerinedir.

  . Muhakemetu'l Lugateyn: 1498'de yazılmıştır. 


DİNİ ve AHLAKÎ ESERLERİ

  . Münacat

  . Çihil Hadis

  . Nezmü'l Cevâhir

  . Lisanü't Tayr: 1498'de Farideddin Attar'ın Mantık et Tayr eserine nazire olarak yazılmıştır ve 7000 mısradan oluşmuştur.

  . Siracü'l Müslimin

TARİHİ ESERLERİ ve BELGELER

  . Tarih-i Enbiyâ vü Hükema

  . Tarih-i Mülûk-i Acem

  . Zübdetü't Tevârih 

  . Vakfıyye

  . Münşeat


BİYOGRAFİK ESERLERİ

  . Hâlât- ı Seyyid Hasan Erdşir  

  . Hamsetü'l Mütehayyirin 

  . Hâlât-ı Pehlevan Muhammed


Abdurrahman Câmi, Hasan Erdşir ve Pehlivan Muhammed'in hayat hikayeleri ve Nevâyi'nin onlara ait hatıralarını içeren eserlerdir. 

BİBLİYOGRAFYA 


ALİ ŞİR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Haz. Prof.Dr.Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara,1993.

BABÜR, age.C.2 s.186-189

DEVLETŞAH, age.C.4. s.580-581.

TOGAN, Zeki Velidi: "Ali Şîr", mad. İ.A., Meb Basımevi 1965, İstanbul.


GÖRSELLER

https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-sir-nevai


TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -1-

İnceleme ve araştırmamızın en büyük bölümünü müzik ve müzisyenler teşkil ettiğinden alfabetik sıraya göre fasıllar halinde onların biyografilerini paylaşmaya devam ediyoruz.


ABDULLAH MERVÂRİD 

  (d.?-ö.1516)

  Sultan Hüseyin Baykara (1438-1506) zamanının, şair, hattat ve  müzisyenlerindendir.(Babür, age.C.2

s.191) 

   Hâce Şihâbüddin Abdullah Mervârid olarak da tanınır. Babası Destur-ı Azam Hâce Şemsüddin Muhammed Mervârid, yıllarca sultanların vezirliğini yapmış,  bu vazifesi vesilesiyle  Devrin din bilginleri ile fikir alışverişinde bulunarak, onlardan faydalanmış ve dindar, hayır işleri ile meşgul olan iyi bir zattır ve Kirman'ın ileri gelenlerindendir. (Devletşah, age.C.4 s.589-590)

     Abdullah Mervârid'de devlet mertebelerinde görev almış sonrasında yükselmiş, mukarrep ve Bey olup, sultanın yakın çevresinde yer almıştır. Devlet adamlığının yanısıra pekçok fazilete sahip bir sanatkar olarak bilinir.  Çok iyi bir şairdir  şiirde "Beyâni" mahlasını kullanmıştır. Bir hattat olarak da oldukça ünlenmiştir. Muhtelif yazı şekilleri arasından özellikte Tâlik'i iyi yazdığı belirtilmektedir. (Babür, age.C.2.s.191). İnşaasından övgüyle bahsedilmektedir. Devletşah tezkiresinde kendisinin yazıdaki mahareti hakkında şu tanımlama yapılmaktadır: 

"Yazısı güzellikte tavus kanadı, inşası fikir itibarıyle ruh gibidir."( Devletşah, age.s.539)

 Onun musıki ile olan ilgisi kanun çalmasından ileri geliyordu, devrinin en iyi kanun üstadı olarak bilinir ayrıca kanunda girifti yapmayı da onun icad ettiği söylenmektedir. Babür'de şu şekilde anlatılmaktadır:

   " Kanunu, onun kadar iyi çalan adam yoktu o kanunda girifti yapmak onun icadıdır" (Babür, age.C.2s.191)

    Onun şairliğine bu devrenin en önemli üstadı pek çok alimin hocası olan Abdurrahman Cami'nin "ilkbaharda benim toprağımda gül, bittiği vakit onun goncaları benim yüreğimin kanı ile mülemma olur" şiirine söylediği şu nazireyi örnek olarak verebiliriz:

"Ah gönlüm kimden vefa ümit ettiyse ondan ümitsizlikten başka birşey eline geçmedi"(Devletşah age.C.4.s.590)


ABDÜLKADİR MERÂGİ (BİN GAYBİ)

(1350?60-1435)


   14.yy  ortalarında, Güney Azerbaycan'ın Meraga kentinde doğan Abdülkadir Meragi' nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1350 1360 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır yetişme çağında ilköğrenimini ve eğitimini pekçok ilimde ve mûsıkîde döneminin en ünlü isimlerinden olan babası Gıyasettin Gaybi'den alan Merâgi onun kendisine mûsıkî eğitimi verme sebebini Kur'an ezberletmek ve gereken nağmeleri öğrenerek beğenilen ezgilerle okumasını sağlamak şeklinde açıklıyor. Babasından aldığı eğitimin ardından din, müzik, edebiyat ve hat sanatı konularında da eğitim gören Abdülkadir Merâgi'nin çocukluk ve ilk gençlik dönemlerine ait bilgiler hiç yok gibidir. ( Bardakçı, M.age.s.21)

 Pekçok dönem ve padişah görmüş, pekçok sarayda önemli bir yer tutmuş ve dönemin hükümdarlarının hayranlıkla övdüğü, Merâgi, ilk olarak Celâyirliler hanedanında karşımıza çıkar. Celâyirlilerden ilk önce Sultan Üveys'in (1356-1376) sarayında bulunan Hoca Abdülkadir sultanın büyük takdirine, ilgi ve lütuflarına mazhar olarak mûsıkîde büyük şöhrete sahip olmuştur. (Bardakçı, age.s23)

   Sultan Uveys'in ardından tahta geçen Hüseyin Celâyir'in sarayında bu hükümdar tarafından oldukça ilgi ve lütuf görmüş ayrıca sultanın mûsıkide hocalığını yapmıştır. Hatta Sultan Hüseyin Celâyir şu ifadelerle hocasına teşekkürünü arz etmiştir.

"...bu kulu şu fende ve daha bir çok fenlerde behre sahibi kılarak kudretini gösterdi"... (Bardakçı, age.s24)

    Bu sırada  1378 yılının Ocak ayında Erdebil'deki Safevi Şeyhi Sadrettin'in de huzurunda bulunmuş, kendi icadı olan "Sâz-ı Tâsat" isimli çalgıyı çalmıştır.

    Sultan Hüseyin Celayir'in sarayında geçen ve Meragî ile ilgili hemen her kaynakta aktarılan hocanın musıki de kendini aşması ve sanat hayatının dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz 100000 dinarlık nevbet i mürettep bahsi ise şu şekilde  gerçekleşmiştir:

 10 Ocak 1377'de Sultan Hüseyin'in Tebriz'deki sarayında Hace Şeyh'ül Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin Fazlullah'ul Abidi, Hâce Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömer Şah gibi dönemin  önemli bilgin ve müzisyenlerinin ve teorisyenlerinin bulunduğu bir musıki meclisinde konu o dönemin müzik formlarının en genişi olan bir eserin birkaç gün içinde bestelenmesinin imkansız olduğu iddiya edilir.

    Abdülkadir burada konuya dahil olarak kendisinin "Allahın izniyle" hergün bir Nevbet-i Müretteb  besteleyebileceğini söyler ve birkaç gün sonra başlayacak olan Ramazan ayı boyunca günde bir nevbet i mürettep besteleyerek arife gününde 30 nevbet i mürettebi tekrardan icra edeceğini öne sürer. 

    Bunun üzerine Rıdvanşah, Merâgi'ye kabul ederse kendisi ile 100 bin altın dinarlık bir bahse girebileceğini söyler ve orada bulunanların şahitliğiyle bahse girerler. 

    Yalnız bu bahse girerken Merâgi,  sözlerine, makamların ve usullerin önceden belirlenerek her gün kendisine o gün bestelenecek eserle ilgili olanın verilmesi şartıyla girer. Bu istek üzerine Sultan Hüseyin, tartışmaya müdahale eder ve beyitlerin Hâce Şeyh'ul Kucec, Emir Zekeriya, Mevlânâ Celaleddin Fazlullah ve Hâce Selman-ı Sâveci  tarafından huzurunda belirlenmesinin, makam ve ikâları ise Rıdvanşah'ın tespit etmesini emreder.  Yine, Sultanın emriyle ilk nevbetin beyitlerinin Arapça olanlarını, Mevlana Celaleddin, Farsça olanlarını Hâce Selman, Sultan adına düzenlenmiş olarak hemen orada hazırlayaca Abdülkadir 5 kıtalık bu eserin ilk 4 kıtasını Hüseyni makamını, son kıtasını ise 12 makam ve 6 âvâzeyi kullanarak hemen orada ilk Nevbet-i mürettebi besteleyecekti.  Bu emri yerine getiren Merâgi,  Sonraki günlerde de bu sözünü tutmuş ve sonunda 30 Nevbet-i Mürettebi bir kez daha Arefe günü Sultan Hüseyin'in huzurunda icra ederek bahsi kazanmıştır. Bahsin  bu şekilde nihayet bulunmasıyla Rıdvanşah'da 100 bin dinarı, Abdülkadir'in evine kızıyla yollar. 

    Sultan Hüseyin'in vefatıyla tahta geçen Sultan Ahmed Celâyir (1392) zamanında da Sultan'ın birinci hanendesi ve nedimi olarak yine Celâyir sarayında aynı saygı ve hürmetle yerini aldığını gördüğümüz Merâgi, Sultan'a çok yakın olup, daima sohbetlerinde bulunmuş ve Ahmed Celâyir'e bağlılığıni, sevgisini diğer saraylarda bulunduğu süre içinde bile korumuştur.(Farmer,H.G."Abdülkadir", İ.A.C.1 İstanbul, 1965, s.83-85)

   1386'da Timur'un Tebriz'i alması ile Ahmed Celâyir Bağdad'a kaçmış ve Merâgi'de onunla birlikte gitmiştir. Fakat 7 yıl sonra 21 Ağustos 1393'de Timur'un Bağdad'a hareketi ile oradan da kaçmışlar Ahmed Celâyir Mısır'a gitmiş onunla birlikte kaçan ailesi -aralarında Merâgi'nin de bulunduğu- Bağdad'ın seçkin sanatçıları ve ileri gelenleri Kerbelâ'da yakalanmışlardır. Bunun üzerine Merâgi Bağdad'a gönderilmiş ve Emir Timur'un huzuruna çıkmıştır. Bu olaydan sonra diğer sanatçılarla beraber Semerkand'a yollanan Abdülkadir Merâgi burada çok iyi karşılanmış kendisine köy, ev, bağ ve bostan bağışlanmış, Timur kendisini sık sık dinlemiş ve ailece de yakınlığına kabul etme lütfunda bulunmuştur.

     Merâgi, daha sonra Semerkand'dan ayrılır ve Tebriz'de Timur'un oğlu Miranşah'ın yanında nedimi olarak bulunur. 

Ancak Miranşah'ın geçirdiği bir kaza nedeniyle yönetimden uzaklaşmak zorunda kalınca Emir Timur torunu Ebubekir'e yönetimi devretmiş ancak oğlunun geçirdiği bu kazadan içlerinde Abdülkâdir Merâgi'nin de bulunduğu nedimlerini sorumlu tutarak idamlarını ferman buyurmuştu. Bu fermandan erken haberdar olan Merâgi derviş kıyafeti ile tebdili kıyafet Bağdâd'a Sultan Ahmed Celâyir'in sarayına sığındı ise de 1401'de Emir Timur'un Bağdad'ı işgâli sırasında yakalanmış ve hakkındaki hükmün infazı için huzuruna çıkarılmıştır. Ancak Emir Timur'un huzurunda hafızlığının da getirdiği kabiliyetle etkileyici üslûbuyla Kuran-ı Kerim Kıraat eden Abdülkâdir Merâgi Sultanın affına mazhar olarak canını kurtarmış ve tekrardan Emir Timur'un hizmetine alınmıştır. 1405 senesinde Emir Timur'un vefatına kadar yanında bulunan bestekâr daha sonra Timur'un oğlu Mirza Şahruh'un (1405-1447) sarayında Herat'da bulunmuştur. 

   Abdülkâdir Merâgi Mirza Şahruh'un sarayında da oldukça güzel günler geçirmiş ve 1405 yılımda tamamladığı mühim eseri Câmi'ül Elhân'ı kendisine ithaf etmiştir. Bundan sonra yazdığı Makâsıdü'l Elhân'ı 1421'de Osmanlı Padişahı II.Murad'a ithaf etmiş ve Bursa'ya gelerek Padişah'a eserini sunduğu o sıralarda Osmanlı'da yaşayan karışıklıklar nedeniyle sarayda fazla kalamayarak ülkesine döndüğü rivayet edilmektedir. Ancak Timur tarihi açısından önemli bir kaynak olan Habibü's Siyer'de Şahruh'un yanından hiç ayrılmadığı bilgisi ve Merâgi'nin otobiyografisinde II.Murad'a değinmemiş olması Osmanlı'ya gelmediğini o  sıralarda çok yaşlı olması bu eseri  oğlu Abdülaziz Çelebi ile göndermiş olabileceği fikrini düşündürtmüştür.(Agayeva, Süreyya, Seminer, İTÜTMDK, 2000) Abdülkadir Meragi'nin 3 oğlu vardı. Nureddin Abdurrahman (d.1394), Nizameddin Abdürrahim (d.1397-98?), Abdülaziz Çelebi ise en küçükleridir kendisinin  oğlu olan Mahmud Çelebi'de mûsıkîşinasdır. (Bardakçı, M. age s42, Farmer, H.G. agm)


SANATI VE ESERLERİ 

    Bu devrin en büyük musıki üstadı, bestekarı nazariyecisi ve ud çalmaktaki meşhur mahareti ile sazendesi,  mükemmel sesiyle de hanendesidir, Abdülkadir Merâgi.

    Müzik nazariyatı adına Osmanlı öncesi Türk İslam geleneği, Farabi ile başlamış ve İbni Sina, Urmevî, Şirazi ile devam etmiş ve Abdülkadir Merâgi ile nihayet bulmuştur.

     Merâgi, kaleme aldığı eserlerinde sadece nazariye değil devrin musıki meclisleri, bu meclislerde yer alan mûsikîşinaslar, çalgılar,  devrin icra formları, hükümdar, hayatları, vs. gibi o dönem hakkında  önemli bilgiler veren pekçok konuyu işlemiştir.

     Bugünkü elde bulunan 35 40 kadar eserin ise Merâgi'ye ait olup olmadığı halen tartışılmakta ise de o eserleri, hocanın üslubundan etkilenen musıkişinasların bestelemiş oldukları ve Meragi'ye atfettikleri görüşü daha yaygındır. Etem Ruhi Üngör ise bu eserlerin Abdülkâdir Merâgi'ye atfettikleri görüşü daha yaygındır. Etem Ruhi Üngör ise bu eserlerim Abdülkadir Merâgi'ye ait oldukları görüşü üzerinde durmaktadır. 17.yy'a kadar Osmanlı'da Türk Mûsıkî'sinin temeli Merâgi ve neslinin devamı oğlu Abdülaziz Çelebi ve torunu  Mahmut Çelebi'ye dayandırılmaktadır. 

ESERLERİ


-CÂMİ'ÜL ELHÂN

Mukaddime,.12 bab ve hatimeden meydana gelen eserin mukaddime bölümü Mûsıkînin tarifi, doğuşu, konuları, ilmi prensipleri, sebep ve sonucu şeklinde 5 fasıldan oluşmaktadır.  Genel olarak 12 bâbın içerdiği konular, ses ve nağmenin oluşumu, Urmevî'nin  ses sisteminin elde edilmesi ve başka sistemlere göre yorumu, buudlar meselesi, cinsler, dörtlü-beşliler, tabakalar ve devirler, tel pozisyonları ile beraber, Ud-ı kadim ve Udi kamil sazlari, 12 makam edvârının tabakaları, 7 avaze, Şirâzî, Urmevî ve Merâgi'nin birbirlerinin çalışmaları ile görüşleri, meşhur devirleri, Arapça ve Farsça nağme adları avaze-şube ve perde ilişkileri, dem, ud icrası, taksim icrası, taksim, çalgılar ve özellikleri, eski ikâ devirleri yeni ikâ devirleri ve Merâgi'nin icadı olan devirler, nağmelerdeki duygu unsuru, altı parmak ile usûl icrası ve mûsıkî formları şeklinde sıralanabilir. 

    Hatime 6 fasıldır, mûsıkî öğrenmeye başlayanların uymaları gereken meclis âdâbı değişik meclislerde icraları için bestelenmiş eserlerin güfteleri, mûsıkîde tecrübe sahibi olmak, kökler, ünlü mûsıkîşinaslar ve şedd bahislerini içerir. 


Eserin Bilinen Nüshaları (Farmer,H.G agm s.94, Bardakçı, M. age s.140)


1. Oxford Bodleian Lib. Marsh 282. 1405'de kendi el yazısı ile yazdığı ve oğlu Nureddin Abdurrahman'a hediye ettiği, 1413'te ise geri alarak tekrar gözden geçirdiği nüsha. 

2. İstanbul Nuruosmaniye Küt., no.3644. 1415 tarihli Şahruh'a ithafın yer aldığı, yine kendi el yazısı ile kaleme alınmış nüsha.

3. Aynı kütüphanede, 3645 nolu nüsha. Bir önceki ile farklılık göstermektedir.

4. Bodleian Lib.,Ouseley no.264' bulunan, 1418'de Şahruh'un oğlu Mirza Baysungur'a ithafen kaleme alınmış nüsha.

5.İstanbul Belediye Küt. no.057, XX.yy'ın başlarında Nuruosmaniye Küt.'de yer alan 3644 no'lu istinsahı.


MAKÂSID'ÜL ELHÂN


   Mukaddime, 12 bâb ve hâtime oluşan eserin Mukaddime bölümünde güzel ses ile ilgili olarak Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (sav.) buyurduğu söylenen hadisler yer alır.

   Sırasıyla 12 bâbda yer alan bahisler, savt-nağme-buud-cem tarifleri, mûsıkî içeriği, perdelerin tel üzerindeki konumları, uyusmazlığın sebepleri ve yine buudlar, dörtlü-beşliler,onların terkibinden oluşan devirler, 12 makam, telli çalgılarda akord, 7 âvâze ve oluşumları, Şirâzî ve Urmevî'nin bu konudaki görüşlerine itiraz, âvâzelerin telli sazlardan şube uyumları, usûl yapma yolları, terci ( bir tür akord), iki oktav içinde dörtlü tabakalar, ikâ devirleri, nağmelerde duygu unsurunun önemi, mûsıkî meclislerinde âdâb, 6 parmak metodu, nağmelerin Arapça ve Yunanca isimlerinin kıyası, mugannilik-hânendelik üzerinedir. 

   Hâtime bölümünde, çalgılar, önde gelen mûsıkîşinaslar, usûller, bestekârlık üzerine beyitler ve şiirler yer almaktadır. 


Eserin Bilinen Nüshaları:


1.Leiden Uni.Lib. (Hollanda) Or. 270-71: Bu eserin 1421'de Sultan II.Murad için yazıldığı zikredilmiştir. 

2. Rauf Yekta Bey küt. 1423 tarihli nüsha.

3. Bodleian Lib. Ouseley no.385.

4. Topkapı Sarayı Küt. R.1726. 1434'de istinsah edilmiştir. 

5. İstanbul Nuruosmaniye Küt., 3656. 1497'de istinsahı yapılmıştır.

6. İran-Meshed, Razavi Küt., 539. 1418.

7. Aynı küt. 6454. Bir önceki nüshanın istisahı.

8. Tahran, Melik Küt. I.387. 1433'de istinsah edilmiştir.

9. Aynı küt. no.1656 .

10  İstanbul Belediye Küt. K.4 XX. yy'ın başlarında Nuruosmaniye nüshasında istinsah edilmiştir. 

11. Oxford Bodleian Lib., 1418 tarihli.

12. Aynı küt. no.1844. 1666 tarihli nüsha.

13. Celâleddin Çebi Nüshası.1983'de Konya Mevlânâ Müzesine hediye olan nüshadır. Bazı fasılların eksik olduğu belirtilmiştir.


ŞERHÜ'L KİTABÜ'L EDVÂR


Safiyüddin Urmevî'nin Kitabü'l Edvâr isimli eserinin şerhidir. 


Mukaddime, mûsıkînin anlamı, konusu, prensiplerini anlatan 3 fasıl, makale bölümü, Kitabü'l Edvâr'ın şerhleri ile 15 fasıldan ve nota örneklerinden, Hâtime ise mûsıkiye yeni başlayanlara verdiği tavsiyelerden oluşmaktadır. 


Eserin bilinen nüshaları:


1. İstanbul Nuruosmaniye Küt. no.3651

2. Topkapı Sarayı Küt., A.3470, 15.yy'da istinsah edilmiştir.

3. İstanbul Belediye Küt., 027 Nuruosmaniye nüshasından 20.yy başlarında istinsah edilmiştir. 

4. İran, Şiraz, Dr.Visal Küt. 29.1547'de istinsah edilmiştir.

5. Tahran Melik Küt., 1647.


FEVÂİD-İ AŞERE


Diğer kitaplarının bir özeti mahiyetinde olup, 2'şer fasıllık 10 faideden oluşmuştur. 


Eserin bilinen nüshaları:

1. İstanbul Nuruosmaniye Küt., 3651/II.

2. İstanbul Belediye Küt., 058, Nuruosmaniye Küt.'deki nüshadan 20.yy'ın başlarında istinsah edilmiştir.


ZÜBDETÜ'L EDVÂR


   Eserin muhteviyatı hakkında çok fazla bilgi bulunmamakla beraber, bir tek nüshanın Rauf Yekta Bey'e hediye edildiğinin bilinmesine rağmen yeri meçhuldür.


KENZÜ'L ELHÂN

 

   Merâgi'nin bu eseri o döneme ait nota örneklerini içeren en önemli eserlerinden biridir. Bir tek nüshası:


Tahran, Melik Kütüphanesi 6317/2 kaydındadır.


ZİKR'UN NAGAM ve USÛLHA


Muhteviyatı ana ve şed diziler ile onlar hakkında bilgiler veren 10 fasıldan ibarettir. 

Eserin bilinen nüshaları:


1.Viyana Devlet Küt.,.829/2

2. Berlin Devlet Küt. ,.1738

3. Almanya,.Herzogliche Küt. , 1350/3



ABDÜLAZİZ ÇELEBİ


Abdülkadir Merâgi'nin en küçük oğludur. 15.yy'ın ilk çeyreğinde doğduğu sanılmaktadır. Babasının vefatından sonra İstanbul'a yerleşmiştir. Abdülaziz Çelebi, Merâgi'nin eserlerinden faydalanarak onların özeti görünümde bir mûsıkî kitabı yazarak Fatih Sultan Mehmet'e ithaf etmiştir. 


Bilinen Eserleri:


NEKÂVETÜ'L EDVÂR


Bir giriş, 12 bölüm ve bir sonuçtan meydana gelmiş bir eserdir.


Eserin bilinen nüshaları:


1. Nuruosmaniye Küt. no. 3646

2. Türkiyat Enstitüsü, Arel K

 

AHMED CELÂYİR ( SULTAN)

(d.?-ö.1410) 


    Celâyirliler hânedânının dördüncü hükümdarı olan Sultan Ahmet Celâyir, Sultan Üveys'in dördüncü oğlu, Sultan Hüseyin Celâyir'in kardeşidir. Timur İmparatorluğu ile hanedanı arasındaki savaşlarla süregelen hükümdarlığının yanında sanatkârlığı ve sanatçılara değer veren üslûbu ile de bilinmektedir. Hatta Abdülkâdir Merâgi'ye sarayında yer vermiş ve öğrencisi olmuştur. Mûsıkiye dair edvârlar kaleme aldığı belirtilmiştir. (Devletşah, age., C.3., S.370, ŞÂMİ, Nizamüddin, Zafernâme, s.169, Barthold, W. mad."Ahmed Celâyir" İ.A. C.1 İstanbul-1965,.s.182)


BİBLİOGRAFYA


BARDAKÇI, Murat. Maragalı Abdülkâdir Pan Yayıncılık. İstanbul-1986

BARTHOLD, W. "Ahmed Celâyir" mad. İslam Ansiklopedisi., C.1.M.E.B Basımevi, İstanbul,.1965, s.182

FARMER,H.G. "Abdülkâdir" mad. İ.A. C.1, İstanbul, 1965.s.83-85.

ŞAMİ, Nizamüddin: Zafernâme. Çev  Necati Lugal, TTK Basımevi, Ankara,1987.


Bazı bibliyografyalar bir önceki yazılarda yer aldığından tekrara girmedik. Bununla beraber incelemenin son bölümünde tüm bibliyografya yeniden paylaşılacaktır.



GÖRSELLER


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BClkadir_Meragi


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Timur

24 Ocak 2021 Pazar

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 




SANATKÂRLARIN BİYOGRAFİLERİ

HAT VE MİNYATÜR

Çalışmamıza bu dönemde oldukça gelişme gösteren hat ve minyatür sanatının iki önemli temsilcisini tanıyarak devam ediyoruz .


  GIYASEDDİN BAYSUNGUR

    Timur'un torunu ve Mirza Şahruh'un oğlu olan Baysungur, meşhur bir hattat ve resim sanatının hâmisi olarak tanınır.

   15 Eylül 1397'de Herat'da doğdu. 1414 yılında, Şahruh tarafından, Tus, Nişabar ve Esterâbâd vilayetlerinin umûmi vâlisi tayin edildi. 1417'de babasının yanında "divân-ı âlî-i emîri" ye girdi ve bilfiil veliahd sayıldı. 1420'de Tebriz, 1431'de ise yeniden Tus, Nişabur ve Esterâbâd valisi olan Baysumgur, Herat'tan çok fazla ayrılmamış, Şahruh Herat'ta yokken payitaht vekilliği yapmış, Şahruh payitahtta iken de idarede yetkinin büyük bir bölümünü kendisine bırakmıştır. 

   Uluğ Bey'in riyâzi ilimlere olan ilgisine karşın; Baysungur edebî ve güzel sanatlara vakıf olmuştur. 

   Eserlerini Farsça kaleme alan Baysungur, Arapça'ya da oldukça hakimdi. 

   Firdevsî'nin Şahnâmesi'nin bir nüshasını, eleştirilerini de ekleyerek hazırlamış, ayrıca diğer nüshalarını da biraraya toplamış ve tasnif etmiştir. 1426'da tamamladığı bu tasnife bir giriş bölümü yazarak Firdevsî'nin hayatını anlatan Baysungur, Şahnâme ve İran'da şahnâmeciliğin tarihsel gelişimini ilk inceleyen isimlerdendir. 1428 ve 1430'da, Baysungur'un mahiyetindeki hattatlar tarafından yazılıp ressamları tarafından da resimler ile süslenen bu eserin 2 nüshasından biri Tahran'da Gülistan müzesinde, diğeri özel bir koleksiyonda yer almaktadır. 

    Şâirlik yönü de kuvvetli olan Baysungur en çok hattat olarak tanınır. Türkistan'da bazı özel koleksiyonlarda bulunan rik'a tarzında yazılmış levhalar dışında Meşhed Câmii'nde kendi el yazısı olan bir kitabesi de mevcuttur. Annesi Gevher-Şâd Hatun'un 1430'da yaptırdığı ve İslâm-Türk mimârisinin en güzel örneklerinden olduğu kabul edilen Büyük Câmii'nin yazıları da yine Baysungur'un  kendi el yazısıyla yazılmışlardır. Camiinin mimarı Kıvâmeddin Tayyan da bunları çiniye almıştır. Câminin güney eyvanını süsleyen yazılar beyaz çini ile sülûs, aralarındakiler de kûfi hat ile yazılmıştır. Ancak 1676'da  yaşanan zelzele ile bu bölümü zedelenmiş daha sonra 2.Abbas Safevî tarafından hattat Muhammed Rıza'ya tamir ettirilmiştir. 

   Baysungur, Herat'taki  özel kütüphanesini zamanın Kültür ve sanat merkezi haline getirmiş, burada devrinin en seçkin hattat ressam minyatür üstadı, müzehhip ve mücellitlerinden yaklaşık 40 kadar sanatkarı toplayarak kendi idaresi altında çalıştırmış,  bunlar genellikle "Baysungurî"  nisbetini kullanmışlardır.

   Cafer Baysungûri'nin başkanlığında çalışmaları yürüten bu heyet "Baysungur Sanat Akademisi"ni oluşturmuşlardır.

    Baysungur, kurduğu bu sanat akademisi ile Celâyirli okuluna, kuvvetli bir rakip olmakla beraber geliştirdiği yeni ifade tarzıyla özellikle resimde, erişilmez bir renk çeşitliliği ile onu geçmişti.

    Sanatsal faaliyetler Baysungur döneminde kemâle ermiştir. 

   Akademinin en güçlü üyelerinden olan Gıyaseddin Nakkaş tarafından yapılan Hâce Kirmâni'nin Huma Humayun yazmasının resimleri ile Cafer Baysumgûrî ve Halil Baysungurî tarafından yapılan-Gülistan müzesinde yer alan- Şahnâme'de bulunan İsfendiyâr ve Muhrasp, Baysungur model alınarak resmedilmişlerdir. Ayrıca; Şahnâme'de Baysungur'un kendi resminin dışında, hattat, ressam ve müzehhiplerinin de resimleri bulunuyorsa da bunlar henüz neşredilmemişlerdir. 

     Baysungur dönemi eserlerinde, Timurluların geleneksel Çin kıyafeti ile tasvir edilmeleri Baysungur'un, Gıyasettin Nakkaş'ı Çin'e elçi olarak göndermesinden ileri gelen bir etki olarak değerlendirilse de durum bundan biraz daha fazladır.

       Mirza Baysungur'un Uluğ Bey'e nisbetle daha nitelikli bir devlet ve idare adamı olduğu ifade edilmekte ve döneminde yapılan isyanları, dirayetli ve soğukkanlı bir şekilde bastırabildiği bildirilmektedir. 

       Baysungur 1433 yılında Herat dışında bulunan Bâğ-ı Sefid Sarayında vefat etti.

       Vefatı üzerine tutulan yasın bir daha ancak Şah Ruh, Ali Şîr Nevayi ve Hüseyin Baykara'nın, cenazelerinde görüldüğü söylenir.

       Baysungur'un vefatından sonra Timurlularda resim ve minyatür sanatları, Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevâi döneminde bir kez daha gelişme göstermiştir. Şah Muzaffer resimde, Bihzâd ise resim ve minyatürde Timurluların son dönem önemli sanatkârlarıdır.

 

    ÜSTAD KEMALEDDİN BİHZAD

     1450  yılı civarında doğduğu düşünülen Bihzad bazı kaynaklarda, İranlı olarak gösteriliyorsa da önemli bir Türk kültür merkezi olan Herat'da Hüseyin Baykara, zamanında Ali Şir Nevayi tarafından yetiştirilmesi ve kendisininde tercihen Derviş Muhammed Nakkaş adında Türk bir yardımcıyla çalışması onun da Türk olduğu bilgisini doğrulamaktadır. 

      Hüseyin Baykara'dan sonra Herat'ı ele geçiren Şivani Hân'ın yanında bir süre kalan bir süre kalan Bihzad daha sonra Şibâni Hân'ı mağlub eden Safevî hükümdarı Şah İsmail ile birlikte Tebriz'e gitti.  Şah, kendisini 1522'de, Saray Kütüphanesi Müdürlüğüne tayin etti.

   Bihzad'ın talebeleri olarak Kâsım Ali, Maksud, Molla Yusuf, Horasanlı Şehzade, Aka Mirak, Muzaffer Ali, isimleri zikredilmektedir. 

   Bihzad yaklaşık olarak 1534 ile 1537 yılları arasında vefat etmiş olup mezarı Tebriz'de bulunmaktadır.

   Bihzad sanatta yeni bir çığır açmaktan ziyade, Timurlular Dönemi üslûbunu, kemâle erdiren bir sanatkâr olarak değerlendirilmiştir. Minyatürlerindeki üstün zerafeti ve resimlerinde hayatı tasvir etmekteki ustalığı ile takdir edilmiştir. Günümüze ulaşan hakiki eserlerinin az miktarda olması Onun üslûbununun özelliklerini devam ettiren ekolden gözlemlerle betimlemek ve tamamlamak mümkün olabilir. 

   Bihzad'ın  minyatürlerinden tasvir ettikleri metinleri ile ilgilerinin son derece üstadane bir üslûbla kurgulandığı tespit edilmiştir.  Figürler, resim boyutuna göre oldukça orantılı serpiştirilmiş sayıları da gayet iyi hesaplanmıştır. Bu minyatürlerde bilhassa renk zenginliği dikkat çeker.  Bunun dışında kuvvetli bir etkiye sahip, mahalli renklerin bir arada, ne şekilde kullanılacağı da dikkatlice hesaplanmıştır. Bihzad'ın  mavi ve tonlarını özelliklede soğuk mavileri kullandığı görülmüştür.  Minyatürleri kusursuz bir yapıdadır.  Ayrıntılarda o zamana kadar görülmemiş bir realizme rastlanmıştır.  Genellikle olayları şahısların, yüz ve hareketlerinde belirtmeye çalışmış, süsleme, motiflerini ise asıllarına tamamen benzeyecek şekilde yapmıştır.

    Bihzad'ın ait olduğu tespit edilmiş olan minyatürlerin yer aldığı eserleri ise şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-  Hattat Mir Şeyh Muhammed'in 1479 da yazdığı Bûstan'da bulunan 11 minyatür. ( London-A. Chester Beatty Kolleksiyonu)

2- 1485'de yapılmış olan; Hüseyin Baykara ve maiyetinin bahçede tasvirinin yer aldığı 25 parçalı minyatür. (New York Ph.Hofer Kolleksiyonu) 

3- Hüseyin Baykara için hattât Sultan Ali el-Kâtip tarafından tarafından yazılmış Mari el-Muzahhib tarafından tezhib edilmiş olan bir Bûstan nüshasında 4-5 minyatür. (Kahire-Mısır Kütüphanesi)

4- Nizami'nin Hamse'sinin 1442'de yazılmış bir nüshasında bulunan 3 minyatür. (British Museum, Add 25.900, varak 1216, 161a,231b)

5- Madalyon; meşhur hattatların  yazı, H numunelerinin yer aldığı bir albümde bir kır manzarasında bir ihtiyar ile bir delikanlıyı tasvir etmektedir. Önceleri bu eser Paris-Kevorkian Kolleksiyonunda idi.

6- Bihzad'ın 1520-25 senelerinde yapmış olduğu iki devenin güreşini gösteren bir minyatür. (Tahran, Gülistan Müzesi)

  Bunlar dışında kalan bazı eserler de Bihzad'a izafe edilmiş olmakla beraber bu kesin olarak ispat edilmemiştir. 

   Herat Okulu ve Bihzad'ın geleneksel etkileri 17.yy a kadar devam etmiştir.




BİBLİYOGRAFYA

- ETTINGHAUSEN,R."Bihzad" İ.A. C.2 İstanbul - 1965, s.605-609

-TOGAN, Zeki Velidi. "Baysungur" İ.A.C.2.İstanbul, 1965.s.428-430.

GÖRSELLER

https://islamansiklopedisi.org.tr/baysungur-giyaseddin

https://www.artbible.info/art/large/809.html