2 Şubat 2021 Salı

SARAY MÜZİĞİ NASIL MEYHÂNE MÜZİĞİ OLDU?

 Değerli Okuyucularımız

 Bu yazıya, öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarından bir anı ile başlamak istiyorum. Lise birinci sınıfların bir dersinde Türk Sanat Müziği'nde makam kavramını incelememiz gereken bir ünitedeyiz.  Özel okuldaki öğrencilerin lise çağında olmalarının da verdiği rahatlık cevaplarına da yansıyor takdir edersiniz ki. Ben konuyu anlatmadan önce öğrencilerime, varolan bir fikirleri var ise paylaşsınlar düşüncesiyle önce soru olarak yöneltirim  o derste de çocuklarıma, "Makam nedir?" sorusunu sordum.  Bir öğrencim söz istedi. Öğretmenim dedi makam meyhane müziklerinin tamamıdır dedi. Bu cevap karşısında çok üzüldüm.  Bir, Türk çocuğunun alimlerin üstün emeklerle kaleme alıp tarihimize kazandırdığı edvârlardan,  bestecilerimizin meşk sistemi ile emek verip öğrenciyi yetiştirerek günümüz repertuarına aktarmak için büyük bir çaba gösterdiği eserlerden bize ulaşan, makam kavramını meyhane müziği olarak biliyor ve ifade ediyor olması beni çok sarsmıştı.  Bu meslek hayatımın en üzücü anlarından biriydi.  Zira bir önceki yazılarımda takip edebildi iseniz, on üçüncü yüzyıldan itibaren 650 yıllık bir süreçte çok değerli hükümdarların ilim adamlarının ve bestekarların musıki ye, Türk musıkisi'ne nasıl emek verdiklerini, gözlemleyebilirsiniz. Ve saray müziklerinin yapısına baktığınız zaman imparatorlukların ve onların halklarının gücünün en önemli göstergelerinden olduğunu görürsünüz. Osmanlı İmparatorluğu'nun da tarihi birikiminin gücüyle yoğurulmuş mûsıkîmiz malesef çöküş neticesinde bir hayli zarar gördüğünden epey badireler atlatmıştır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında medeniyetimizi Batı'ya uyarlamak düşüncesi ile medeni kanun, ekonomi, tarım, harf inkılabı gibi hususlarda yapılan reformlar oldukça adil ve başarılı görünse de  bu malesef kültürel süreçte mûsıkimiz için geçerli olamamıştır.  O dönemdeki kültürel kopuş neticesinde 700 yüzyıllık Osmanlı musıkisi bilinçli bir uygulama ile, hakir görülmüş ve bir dönem de yasaklanmış yok sayılmıştır.  Hatta bunun için kurulan okullar ekseninde yetişen eğitimci ve müzisyenler de ağız birliği etmişlercesine Türk müziğine karşı daha adı geçtiği anda burun kıvırmak şeklinde mimik hareketleriyle, zengin ve bir o kadar ihtişamlı mûsıkîmizi hakir görerek, daima ikinci sınıf muamelesi yapmışlardır. İşte malesef ki çocuğumun böyle bir cevap vermesine kendi öz mûsıkisini meyhâne müziği olarak tanıtan kendi tarihine yabancı eğitmenlik anlayışının eksikleri sebep olmuştur.  Hem Batı müziği hem Türk Müziği eğitimini en verimli haliyle bizlere sunan, okulumuz bile bu ayrımcılıktan nasibini almış, yıllarca dışlanmıştır.  Buna rağmen dönemin en iyi sanatkarları, hocaları, araştırmacıları ve bestecileri ile birlikte  musıki hayatımızın yaşatılmasına hem ilmi, hemde icrai alanda büyük emekler vermiştir. Malesef ki, sayısal çokluk ve hakim düşünceler sebebiyle  bu çabalar son onbeş yıla kadar zorlukla ilerleyebilmiştir. 1990 öncesi Nişantaşı'ndaki binasında geçirdiği yangın felaketi ile tüm eser ve çalgıları kül olan bu kurum sıfırdan kuruluşunu gerçekleştirmiş. 1990 yılı itibariyle imkansızlıklar içinde yeniden musıkimize hizmet etmeye başlamıştır.  O günlerden bugünlere geldiğimizde orientalist pencereden bile olsa Türk Sanat Musıkisi'ni bugün dünya tanımakta ve çok da ilgi göstererek yabancı üniversitelerin kürsülerinde dahi yer ayırıp bir araştırma sahası olarak kabul etmektedir.  Uluslararası kongre ve sempozyumlar sayesinde, kültürel arenada da büyük bir gelişme göstermiş ve müzikolojik ilgi  ve merak konusu olarak uluslararası araştırmacılar tarafından üzerinde ihtimamla durulmuştur. 

 Tüm bu verimli gelişmeler sayesinde  Türk Mûsıkimiz gençlerimiz arasında da ilgi ve merakları nispetinde yer bulmuş, bir Batı enstrümanı olan Piyano'da bile dinlemekten mutlu olur duruma gelmişlerdir.  Bugün ben en azından hiçbir çocuğumdan bu cevabı almayacağımı bu gelişmeler sayesinde ve son yıllardaki akademik emekler ve gelişmeler sayesinde biliyorum. Çalışılan saygın araştırmalar ve yayınlar ile topluma kazandırılan tarih bilinci neticesinde, hakettiği değere musıkimizin kavuştuğunu görmek çok anlamlı. Ve bu sürecin bizzat gelişiminde büyümek ve çocuklarına da bunu yaşatarak, yaşayarak anlatmak, yazılarımız yayınlandığında ilgiyle okunması ve sanatkâr arkadaşlarım eserlerini icra ettiklerinde ilgi ve beğeniyle dinlenilmesi ve mûsıkimizin meyhâne müziği kavramından kurtulup kültürel bir destan halini almasının önemi bugün benim için çok ayrı bir yerde inanın. Devamı dileğiyle... Ve

Yahya Kemâl'in:

"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden,

  Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden..."

Sözüyle noktalayıp sizlere müzikli ve sağlıklı günler dilerim...

27 Ocak 2021 Çarşamba

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT SONUÇ BÖLÜMÜ

 SONUÇ

   Timur İmparatorluğu Dönemi'nde musıki adına yaptığımız incelemeler ve araştırmalar neticesinde üzerinde durulması gereken hususları şu şekilde belirlemek mümkündür:

     Tarihsel süreç içerisinde görülür ki, aynı dönemlerde ve birbirlerine yakın olarak yaşayan toplumlar ticari ve siyasi faaliyetleri nedeniyle, kültürel anlamda da kendi aralarında sürekli bir etkileşim  içinde bulunmuşlardır. 

    İşte bu etkileşim, -14. ve 15. yüzyıllarda-  Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında kurulan bağlantılar sonucunda da oldukça net bir şekilde tespit edilmiştir.  Bu bağlantılar Türk sarayları çerçevesinde değerlendirilmiştir.  Zira,  Biliniyor ki her iki imparatorlukta da ilim ve sanatkarlar, dönemin hükümdarlarının saraylarında yaşamlarını sürdürürlerdi.  Bundan yola çıkarak denilebilir ki:  Osmanlı klasik saray fasılları, Herat'ta Hüseyin Baykara'nın sarayında düzenlenen ve, Hüseyin Baykara faslı olarak adlandırılan, konserler, örnek alınarak geliştirilmiştir.

     Nitekim, "Herat Sanat Okulu"  bünyesinde geliştirilen "Herat Müzik Ekolü"nün de,  icra özellikleri ile, form, makam ve usûl yapısı bakımından Osmanlı'da Türk Müziği'nin temelini teşkil edecek kadar yoğun tesirde bulunduğu görüşü artık sabittir. 

    Timur İmparatorluğu Dönemi müzik nazariyatçıları kendilerinden önce gelenlerin yaptıkları çalışmalar üzerine yeni ilaveler ile eserlerini telif etmişler ve bu nazari esaslar Osmanlıda bu alanda yapılan çalışmaların büyük bir bölümünde de 18. yy' a kadar uygulanmıştır. 

      Timurlularda, müzik nazariyatı adına Abdülkadir Merâgi ile tamamlanan dönem Osmanlıda onun oğlu Abdülaziz Çelebi ve torunu Mahmut Çelebi ile devam etmiştir. 

     Daha önce diğer güzel sanat dalları için belirttiğimiz Herat üslûbunun hususiyetlerini "Herat Müzik Ekolü" adına da şu maddeler ile belirtebiliriz : 

     1. Profesyonel anlamda müzik erkek müzisyenler tarafından yapılırdı.

     2.  Müzisyenler, eğitimlerini özel olarak üstatlardan alırlardı. Sarayda toplu bir müzik eğitimi verilmesi mecburiyeti söz konusu değildi. Ancak saraydaki ehil müzisyenler öğrenci adaylarının istek ve istidadları doğrultusunda hem saray içinde hem dışında medreselerde müzisyen  yetiştirebilirlerdi.

    3.  Saray tarafından himaye edilen müzisyenler yaptıkları çalışmalarda tamamen özgür bırakılırlardı.  Üzerlerinde herhangi bir kısıtlama söz konusu olmadığı gibi çalışmalarına karşılık oldukça mühim lütuflara mazhar olurlardı.

   4.  Hükümdarların daveti veya isteği ile getirilen müzisyenlerin yanında bazılarıda saray himayesinde bulunmaktan hoşlandıkları için kendileri gelerek buraya girerlerdi.

   5.   Sarayda, amatör müzisyenlerde bulunurdu. Ancak, bunlar profesyonel müzisyenler kadar itibar  görmeyip, onların yardımcıları konumundalardı.  Amatör müzisyenlerin hamisi görünümündeki üstatlar zaman zaman onların besteledikleri eserleri de icra edebiliyorlardı.

   6.  Profesyonel müzisyenler, muhakkak bir veya iki sazı iyi icra ederlerdi. Sazlardan en makbul olanları ise; ud, ney, kânun, çeng, ve Merâgi'nin tarif ettiği kemençeydi. Nitekim sazendelerin çoğu aynı zamanda hânende idiler.

   7. Bestekârlar ayrı bir itibar görürlerdi. İcracı olma mecburiyetleri yoktu.

   8. Müzisyenlerin, saray dışında dini tarikatlarla da ilişkileri bulunurdu.

   9. Zikredilen müzik formları arasında; ölçüsüz, serbest, ya da diğer bir tabirle doğaçlama bir tür yer almıyordu.

  10. Tek enstrümantal tür pesrev idi.

  11. Hükümdarlar  huzurunda yapılan mûsıkî icralarının belli kuralları vardı.

  12. Dönemin müzikalitesi itibarıyle büyük formların bestelenmesi ve icrası daha önemli bir yer tutardı. Müzik formları bakımından ayırım yapılması sözkonusuydu. En saygı gören form; "Nevbet-i Müretteb" idi, bunu nakış ve savt formları takip ederdi.

   13. Müzisyenlerin hemen hepsi aynı zamanda şâirdi.


     Timur İmparatorluğu dönemi musıkisi olarak incelediğimiz XIV.yy'ın sonları ile XV. yüzyılın tamamını kapsayan bu zaman dilimi adına görülmüştür ki elimizde tam anlamıyla müzikal olarak belirleme, yapabileceğimiz eserler yoktur. Herkesce sabit görülen o dönemin mûsıkîsi adına en önemli zorluk ve eksiklik de buradadır.  Zira mûsıkî edvârlarını, tezkireleri, vekâyinameleri ve onların müelliflerinin beyanlarını ne kadar incelersek inceleyelim bunlar dinleyerek betimleyebileceğimiz bir mûsıkî yaşantısının yerini tutamayacaktır. Bu alanda bilinen tek eser olan ve nüshasına bir türlü ulaşamadığımız Abdülkâdir Merâgi'nin Kenzü'l Elhân adlı eserinin bulunması,  iyi bir araştırma ve nazariye çalışması ile notaların ebced sistemi ile günümüz notasına çevrilmesi ve icra edilmelerinin bize bir gün o dönemin yaşayan müziğini tanıtabileceği  umudundayız. 


   Çok uzun zaman önce yapmış olduğumuz bu çalışmanın kültürel özelliklerdeki bölümlerini yeni katkılar ile geliştirerek  okuyucularımızla paylaştık. Çevirisi yapılan ebced notasyonu ile, incelenen müzik formları, usûller, gibi teorik esasları ile döneme ait çalgıları ilerleyen zamanlarda başka bir projedeki kültürel unsurlar ile birleştirerek sunmak dileğiyle...


BİBLİYOGRAFYA (Tüm Araştırmaya Dâir)


AGAYEVA, Dr.Süreyya:

 "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı", Mus.Mec., Yıl:51, Sayı: 462,1998, s.39-41.

"Türk Mûsıkîsi'nde Edvâr", Mus.Mec., Yıl:52, Sayı: 463, Kış,1999, s.57-59.

"15.yy'da Mûsıkî İlmi", Seminer, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 24.03.2000

AKA, Prof.Dr.İsmail: 

Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), TTK, Basımevi, Ankara, 1994.

Timurlular, TDV Yayınları, Ankara, 1995.

"Timur Devri Anadolusu", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.229-234

AKDOĞU, Onur: Türk Müziği Bibliyografyası 

(9.yy-1928) Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1989.

AKSOY, Dr.Bülent: "Ortadoğu Klâsik Mûsıkîsinin Bir Merkezi:İstanbul", 

Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, s.801-813.

AKSÜT, Sadün: Türk Mûsıkisinin 100 Bestekârı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993.

ALİ ŞÎR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Hazırlayan: Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara, 1993.

AREL, Hüseyin Sadettin: "Fatih Devrinde Türk Mûsıkîsi", Mus.Mec.,. Sayı:6/ 63-65, s.68-76.

AYAN,Prof.Dr.Gönül: " VX.yy-XVI.yy'ın Ünlü Aşk Hikâyesi Vâmuk u Azrâ'da Mûsıkî" , Mus.Mec. Sayı:466, 10.1999, s.20-22.


BABÜR, Gâzi Zahirüddin Muhammed: Babür'ün Hatıratı, Çev.Prof.Reşit Rahmeti Arat, TTK, Basımevi, Ankara-1987.

BARDAKÇI, Murat: Maragalı Abdülkâdir, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

BARTHOLD, Wilhelm: Uluğ Bey ve Zamanı, Çev.Prof.Dr.İsmail Aka, TTK Basımevi,.Ankara, 1997.

BAŞER, Fatma Adile: "Müzik Nazariyatının Dönemleri", Müzik Tarihi Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 1999.

BERL,.Emmanuel: Atillâ'dan Timur'a Avrupa ve Asya, Çev. Gülseren Devrim, Doğan Kitapçılık AŞ, İstanbul-1999.

BIYIKTAY, Halis. Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara, 1989.

DEVLETŞAH: Tezkire-i Devletşah, Çev.Prof.Necati Lugal. Tercüman Yayınları. Kervan Neşriyat, İstanbul,1977, C.4

FELDMAN, Walter: Music of the Ottoman Court, Copyright VWB, Berlin-Germany,1996.

HAREZMİ, Muhammed: Mefatihu'l Ulum, Yay.Ibrahim El-Ebiyari. 10.-11.yy.

İNANCER, Ömer Tuğrul: "Osmanlı Mûsikîsi Tarihinde Tasavvuf Mûsıkîsine Kısa Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara-1999, C.10, s.679-690.

İNALCIK, Prof.Dr. Halil: "Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.37-113.

İSMAİL Râcı el Farûki-2.Yazar Luis Lamie: İslâm-Kültür Atlası, Çev. Mustafa Okan-Zerrin Kibaroğlu, İnkilap Yayınevi, İstanbul,1991.

KANTEMİR, Dimitri: Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi , Çev.Dr.Özdemir Çobanoğlu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 1999

 2 Cilt.

KEHHALE, Ömer Rıza: Mücemü'l Müellifine Tetacimü Musannifi'l Kütübi'l Arabiyyeti, Beirut, 1984.

LEVEND, Agâh Sırrı: Türk Edebiyatı Tarihi, 1.Cilt, TTK Basımevi, Ankara,1999.

NEŞRİ, Mehmed: Kitâb-ı Cihân-nümâ, Neşri Tarihi, yay. Fâik Reşit Unat-Prof.Dr. Mehmet Köymen, TTK, Basımevi, Ankara,.1995, 2 Cilt.

ÖZTUNA, Yılmaz: Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, İstanbul, 1970. 

RAUF YEKTA BEY: Türk Mûsıkisi, Çev.Orhan Nasuhioğlu, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

ROUX, Jean Paul: Aksak Timur İslâmın Kutsal Savaşçısı, Çev. Ali Rıza Yalt, 

Milliyet Yayınları, İstanbul, 1994.

SAY, Ahmet: Türkiye'nin Müzik Atlası, Borusan Yayınları, İstanbul, 1998.

ŞAHİN, Erdal: "Osmanlıların İdil Boyu Tatar Türklerinin Kültürü ve Diline Etkileri" , Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999, C.9, s.353-360.

ŞÂMİ, Nizâmüddin: Zafernâme, Çev.Necati Lugal, TTK Basımevi, Ankara, 1987.

TANINDI, Prof.Dr.Zeren: "Osmanlı Sanatında Cilt", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, 1999, C.11, s.103-107.

TANRIKORUR, Cinuçen: Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998.

TURA, Prof.Yalçın:

Türk Mûsıkîsi'nin Mes'eleleri, Pan Yayıncılık, İstanbul,.1988.

"Ebced Notası" Müzik Paleografyası Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü.1997-1998.

UMAR, Bilge: Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi Türkiye Türklerinin Ulusunun Oluşması, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998.

USLU, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nâhifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yüzyılda Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, a.587-593.

UYGUN, Yrd.Doç.Dr.Mehmet Nuri: "Türk Mûsıkîsi Tarihinde Teorik Çalışmalar" Dees Notları, İstanbul Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, 1999.

ÜNGÖR, Etem Ruhi: 

"Mûsıkî Tarihimizde 600 yıl Önceki Abdülkâdir Merâgi-Gulam Şadi Kavgası", Musiki Mecmuasi, Yıl:50,.Sayı: 458, s.8-9, 1997.

"Osmanlı'da Türk Mûsıkîsi ve Çalgılar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999,.C.10, s.572-583.

WRIGHT,.Oven: The Model Systemof Arab and Persian Music A.D. 1250-1300, Oxford University Pres, London,.1978.

YAVAŞÇA, Dr.Alaeddin: "Safiyüddin Abdülmümin ve Abdülkadir Merâgi", 

Kök, C.2, Sayı:16, yıl:1982, s.6

YÜCEL, Prof.Dr.Yaşar: Timur'un Ortadoğu Anadolu Seferleri ve Sonuçları, (1393-1402), TTK, Basımevi, Ankara,.1989.


ANSİKLOPEDİK MADDELER

İA: İslam Ansiklopedisi

Iki ayrı baskısından faydalanıldığı için ayrı ayrı maddeler belirtildi.

Barthold, Wilhelm: mad."Ahmed Celâyir" C.1, s.182. , İ.A.Meb Basımevi, İstanbul,1965.

Beveridge, H: mad."Hüseyin Mirza" C.5, s.645-646. İA , İstanbul, 1965.

Ettinghausen, R. mad."Bihzad" C.2. s.605-609. İA. İstanbul, 1965.

Farmer, H.G. mad. "Abdülkadir" C.1, s.83-85

İ.A. İstanbul, 1965. 

Farmer, H.G. mad. "Mûsıkî", C.8, s.678-687. İ.A.,Maarif Matbaası, İstanbul, 1940.

Kafacı, Mustafa. mad. "Timur" C.12,.s.336-346 İ.A. , İstanbul, 1965.

Ritter, H. mad."Câmi" C.3, s.15-20  İ.A. İstanbul, 1965.

Roemer, Hans. R. mad." Timurlular" 

C.12, s.346-370, İ.A., İstanbul,1965. 

Togan, Zeki Velidi. 

mad. "Ali Şîr" C.1, s.349-357,

mad."Baysungur" C.2, s.428-430.

mad."Herat" C.5, s.429-442.

I.A., İstanbul, 1965.

Yınanç, Mükremin Halil. mad."Celâyir", 

C.3,.s.64-65, İ.A., İstanbul,.1965.


BL: Büyük Larousse Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul, 1986.

mad. "Abdülaziz Çelebi"C.1, s.26

mad."Abdülkâdir Merâgi"C.1, s.48

mad."Ali Şîr Nevâyi" C.1, s.387-388

mad." Babür" C.2, s.1167

mad."Bennâi" C.3, s.1517

mad."Câmi" C.4, s.2150-2151

mad."Celâyir" C.4. s.2249

mad."Celâyirliler" C.4 s. 2249

mad."Cengizhan" C.4. s.2264

mad."Herat" C.9, s.5195-5196

mad."Herat Müzik Okulu" C.9, s.5196

mad."Hüseyin Baykara" C.9,.s.5450

mad."Minyatür" C.13 s.8207-8210

mad."Moğolistan Halk Cumhuriyeti" C.13, s.8253-8255

mad. "Moğollar" C.13, s.8255

mad. "Timur" C.19, s.11540-11541

mad. "Timurlular" C.19, s.11541-11543

26 Ocak 2021 Salı

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -5-



KUL MUHAMMED

    Udi olarak bilinir. Baykara döneminin sâzende ve bestekârlarındandır. Kitareyi de güzel çaldığı belirtilmiştir. Bestelemiş olduğu peşrevlerin fazlalığı ve güzelliği ile ünlüdür. Peşrev dışındaki havaları fazla beğenilmemiştir. Sazda ileri gelen üstatlardan olan Kul Muhammed Ali Şîr Nevâyi'nin öğrencilerindendir.


MİR AZÛ

    Mirza Baykara döneminin iyi bestekarlarından olan Mir Azu'nun sâzendeliği yoktu. Besteleri az fakat zevkli bir üsluba sahipti.


MUHAMMED BÜ SAİD

   Asıl mesleği pehlivanlıktı ve pehlivanlıkta da ileri gelenlerdendi. Dönemin takdire değer görülen bestekârlarındandı. Savt ve Nakış formlarında eserler bestelemişti. Çargâh makamından bestelediği nakşı o dönemde tanınmıştır. Hoşsohbet mizacı ile bilinen Muhammed bü Said'in pehlivanlık ile sanatkârlığı nasıl bir araya getirdiği şaşkınlık yaratmıştır. 

    RAZIYÜDDİN RIDVANŞAH

     Celâyirliler hânedanının en önde gelen müzisyenlerinden biriydi. Abdülkâdir Merâgi'de eserlerinde kendisinden övgüyle söz etmiştir. Hâce Zeki Tebrizî'nin halefi olarak bilinir. Birkaç makam ve şubede bestelediği bir nevbeti olduğu söylenir. 

   ŞAH KULU GICEKİ

  Irak'tan Horasan'a gelmiştir. Saz meşkederek şöhret kazanmıştır. Birçok nakış, peşrev ve hava bestelemiştir. 


   ŞEYHİ NÂYİ

  Sultan Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ve en yetenekli sâzendeleri arasındadır. 12-13 yaşından beri çok iyi ney çalan Şeyhi Nâyi; ud ve kitareyi de iyi icrâ edermiş. Bâbür'ün Hatıratı'nda onun bu yeteneği ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:


   " Bir defa Bediüzzaman Mirza'nın sohbetinde bir havayı neyden güzel çıkarır. Kul Muhammed kitara da aynı havayı çıkaramaz ve " Kitara noksan bir sazdır" der. Şeyhi Nâyi derhal Kul Muhammed'in elinden kitarayı alıp o havayı kitarada güzel ve tam çalar. Kendisinin hakkında dediklerine göre o nağmeye o kadar vakıfmış ki hangi nağmeyi duysa "Filan neyin filan perdesi bu ahenktedir" dermiş. 

   Kendisi çok fazla beste yapmamıştır, ancak bir iki nakşın ona ait olduğu söylenmektedir. 


ZEYNEL ABİDİN HÜSEYNİ

(d.?-ö.1520)

   İlk olarak Hüseyin Baykara'nın sarayında gördüğümüz Zeynel Abidin, Gulâm Şâdi'nin talebesidir. Ûdî, kemençevî ve hânende olarak mûsıkî icra ederlerdi.  Hüseyin Baykara'dan sonra Akkoyunlu Sultan Yakub'un da yanında bulunmuş, bunun ardından davet üzerine Amasya Vâlisi Şehzâde Ahmet ile onun kardeşi Manisa valisi Sultan Korkud'un saraylarında fasıl mûsıkisi icra etmiştir. 


BİBLİYOGRAFYA

Aksoy, Dr.Bülent. "Ortadoğu Klâsik Mûsıkisinin Bir Merkezi, İstanbul", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, Ankara.C.10,.s.810-813.

Babür, G.Z."Babür'ün Hatıratı" C.2.S.186-200

Yavaşça, Dr.Alâeddin: "Asırlar Boyu Türk Mûsıkisi, Bestekârları ve Beste Formları", Kök Mec. 06.1982. C.2.Sayı:13 s.9


GÖRSEL

Temsilîdir. 

https://www.sahapedia.org/hindustani-khayal-music-sociocultural-history

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER 4



  HÜSEYİN BAYKARA

   (1438-1506)

    Sultan Hüseyin Mirza b.Mansur b.Baykara b.Ömer Şeyh b.Emir Timur 1438'de Herat'da doğdu. Hem anne tarafı  hem baba tarafından soyu Timur'a dayanan asil bir aileden geliyordu.  Çocukluğunda Ali Şir Nevâyi  ile eğitim gördü fakat henüz gençlik döneminde iken, siyasi mücadelelere girmek zorunda kaldı.


   Payitaht  olarak seçtiği Herat'ı, Ebu Said Mirza ile yaptığı uzun muharebeler sonucunda ancak Ebu Said'in ölümünün ardından ele geçirebildi ve 1469-1506 seneleri arasında orada hüküm sürdü. 


     1470 yılında, Şahruh'un torunu Yâdigâr Muhammed'in işgâlini, en yakın dostu Ali Şîr Nevâyi yardımıyla engelledi. 


    Şibâni Han'la bir muhaberesini müteakip sene içinde, 1506'da Herat'ta vefat etti. 


    Devrinde Herat'ı bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiş, mümkün olduğunca bilim adamlarını ve sanatkârları burada toplayarak himâyesi altına almıştır. 


    Molla Câmi, Ali Şir Nevâyi, Bennâi, Abdullah Mervârid, Gulam Şâdi, Şeyhi Nâyi, Şah Muzaffer, Behzad ve daha birçok sanatçı onun himayesi altında idiler. 


   Şâirliği de bulunan Mirza Baykara, mûsıkî ile de iştigal etmiş, Ali Şir Nevâyi ile eserler bestelemiştir. Fakat bu eserlerden günümüze gelen bulunmamaktadır.


HÜSEYİN CELÂYİR


   1374-1382 yılları arasında Celâyir Hânedânı'nın hükümdârı olup, Sultan Üveys'in oğludur.


    Döneminde, bilim ve sanata çok önem vermiş olanbu hükümdar, bizzat mûsıkî ile de ilgilenmişve Abdülkâdir Merâgi'nin öğrencisi olmuştur. Merâgi'ye büyük saygı duymuş ve itibar göstermiştir. 


    Merâgi dışında, Hâce Şeyhü'l Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin, Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömerşah gibi müzisyenleri de Tebriz'deki sarayında, mûsıkî meclislerinde gördüğümüz Hüseyin Celâyir bu fasıllara çok ilgili olarak bilinir. 


     Sultan Hüseyin Celâyir 1382'de kardeşi Sultan Ahmed Celâyir'in Tebriz'i zaptetmesiyle onun tarafından idam ettirilerek öldürülmüştür.


    HÜSEYİN ÛDÎ


   Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ud üstatlarından biridir. Udu zevkle çalması ve söylemesi ile meşhur olan Hüseyin Ûdî'nin tek kusurunun fevkâlâde nazla çalması olduğu söylenir. Udun tellerinden bir mızrap darbesi ile tek nağme çıkaran yalnız kendisidir. (Babür, age.C.2, s.200)


BİBLİYOGRAFYA


Bâbür."Babür'ün Hatırâtı", C.2,.s.177, 186-201.

Beveridge, H."Hüseyin Mirza", İ.A., C.5 , İstanbul,1965 MEB, s.645-646


GÖRSELLER

Kaman, Sevda. "Hüseyin Baykara Divânı'nın Bilinmeyen Bir Nüshası Üzerine" Araştırma makalesi. ISSN: 2529-0045.

25 Ocak 2021 Pazartesi

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2

 MÜZİSYENLER   3 



DERVİŞ BEY

   Timur Bey'in iyi karşıladığı, koruduğu, iki nesli Timur soyundan olan Derviş Bey , Hoca Ubeydullah Hazretleri'n8n de müridi idi. 

    Mûsıkî ilmini bilen bir müzisyen olup,  iyi saz çalardı.  Derviş Bey aynı zamanda bir şairdi. 

    Sultanahmet, Mirza, bir savaşta Çir suyu sahilinde yenik düştüğünde, Derviş Bey de Çir suyunda boğularak vefat etti. (Babür, age.C.2,s.22)


   DERVİŞ ŞÂDİ


    Onbeşinci yüzyılın ortalarında doğduğu sanılmakta olan Derviş Şadi döneminin Şah Muhammet ve Hoca Şeyhim-i Tebessi  ile birlikte üç önemli müzisyeninden biri olup, Hüseyin Baykara döneminde  yaşamışlardır.


     Mirza Baykara, Abdülkadir'in Timur döneminde bestelediği "Miatayn" a özenerek,   Bu 3 müzisyene başvurmuş,  Derviş Şadi Bey'de kendisinin epey yaşlandığını böyle bir görevin Hoca Şeyhim tarafından yerine getirilebileceğini  söylemiştir. (Agayeva, S.age.)


    Bestekar Gulam Şadi'nin de babası olan Üstad Şâdi, Herat alimlerinin arasında seçkin bir yere sahipti. Pek çok bestesi bulunan Derviş ve Üstad Şâdi'nin 12 talebesi olmuştur. Bestelediği 12 Nakışı,  bu 12 talebesine meşkeden Derviş Şâdi  bunları en iyi okuyanı o bestenin sahibi kılacağını söylemiştir.  Bu vesile ile onlardan en meşhur olanı Endicanlı Yusuf; Muhammes usûlünde Sümbülî Nakşı'na (Hoca Yusuf Nakşı olarak tanınır) Gulam Ali Şunbar, Türkidarb usûlünde Mah-ı Hilâl Nakşı'na, Mir Gur, Devr-i Şâhi usûlünde Dil Şişe bestesine Ali Kerdi Mal; Muhammes usûlünde Nakş-ı Hançere'ye, Ali Can Gıcaki'de diğer bir bestesine sahip olmuşlardır. Diğer bir oğlu Şâdi Beçe'de müzisyendir. (Agayeva, S.age.)


ENDİCANLI YUSUF

(D.?-1434)

   Hânendelik ve sâzendelikte, adı Abdülkâdir Merâgi ile anılan devrin en az onun kadar meşhur bir diğer mûsıkişinası da Endicanlı Yusuf'tur. Hükümdar Baysungur döneminin en değerli sanatkarı idi. Tezkire-i Devletşah'da ondan şöyle bahsediliyor:


    " Baysungur zamanında yetişen Yusuf-ı Endegâni'nin hanendelik ve mutriplikte  yedi iklimde eşi yok idi. Onun davudi sesi insanın yüreğini parça parça eder. Hüsrevâni ahengi, hasta yüreklerin yaralarına tuz ekerdi. Sultan İbrahim b. Şahruh kaç defa Tebriz'den kardeşine yazdı, onu Baysungur'dan istedi ve çok ricalarda bulundu. Bunun için 100.000 dinar gönderdi. Sultan Baysungur ise cevap olarak şu beyiti yazdı:

 "Biz Yusuf'umuzu satmayız. Sen kararmış gümüş paranı sakla."(Devletşah, age.C.3, s.407) 


Yusuf-ı Endegâni 1434 yılında ölmüştür. (Babür, age. C.2 s.489) 


GULÂM ŞÂDİ

(1412-1490)


   Hüseyin Baykara dönemi müzisyenlerindendir. Şâdi Hanende'nin oğludur. Sâzendedir ama sâzendelik seviyesinde bir icraya sahip değildir. Bestekâr olarak daha üstündü. İyi savt ve nakışları vardır ve zamanında bu formlarda onun kadar iyi eser besteleyen olmadığı söylenir. Şibâni Han onu Kazan Han'ı Muhammed Emin Han'ı yanına göndermiş, bu vakitten sonra kendisinden haber alınamamıştır. ( Babür, age. C.2, s.200) Merâgi'nin talebesi olduğu ve bilinmeyen bir sebeple araları açıldığı, daha sonra da Gulam Şâdi'nin Merâgi'yi bestelediği bir Pencügâh Kâr'la hicvettiği, Merâgi'nin de buna yine bir Pencügah Kâr ile cevap verdiği anlatılsa'da Dr.Süreyya Ageyeva bu 2 bestekâr arasında 60 yıllık bir fark olduğunu, Gulâm Şâdi'nin, Merâgi'nin değil talebesi, çağdaşı dahi olmadığını dolayısıyla bu meselenin de  doğru olmayacağını -belgelere dayanarak- ispatlamıştır. (Agayeva, S.age.)


HİREVÎ


   Herat'lı ünlü bir şâirdir. Onun bir müstezadı ile Abdülkadir Merâgi bir tasnif ve beste yapmıştır. Bu müstezat şöyledir:


   "Padişah huzurunda dilencilik halini  alatacak kimdir? Ahlar ve iniltilerden başka bülbülün feryat ve figânından sebâ rüzgarına ne haber gitmiştir. Aşkın sermayesi ya ağlayıp sızlamak ya altın,  yakut yahut da maşukun bizim ise ne altınımız var ne de senin merhametin yüzünden bazen bir nazarla dilenciye merhamet edileceğinden umidimi kesmemişim. Harmanın üstünde uyuyan bu siyah hangi yılandır. Senin kisvelerin midir? Yazık ki hata ise siyah hindu bir yerde uyuyorlar. Ey ikinci Yusuf senin çene çukurun gönüllerin meskeni olalıdan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğaldı. Senin endamın esvap içinde olası lâyık değildir. Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâhı da goncadan. Benim şâirime ve senin güzelliğine beyyine isterlerse o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi beyzâ ve asâ gibi mucizelerine şahit istemez." (Devletşah, age. C.2, s.280-281)


BİBLİYOGRAFYA


Ageyeva, Dr.Süreyya; "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı" , Mus.Mec. Yıl: 51, Sayı: 462, Ekim, -1998.


Üngör, Etem Ruhi; "Mûsıkî Tarihinde 600 yıl Önceki Abdülkadir Merâgi-Gulâm Şâdi Kavgası ", Mus.Mec.Yıl:50, Sayı:458, Eylül-1997.


Babür, Babür'ün Hatıratı. C.1, s.90-91, 

C.2, s.177.C.2, s.22,.


Devletşâh, Tezkire-i Devletşah, C.2, s.280-281

  • GÖRSEL
https://www.iias.asia/the-newsletter/article/commemorating-tamerlane-ideological-iconographical-approaches-timurid-museum





TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -2--




   BABÜR ŞAH

    (1483-1530)

  Zahirüddin Muhammed Babür b. Ömer Şeyh künyesidir. Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun kurucusu olan Babür'ün babası Ömer Şeyh, Timur'un 3.kuşaktan torunu, annesi Kutluğ Nigar Hanum Cengizhan'ın soyundandır. 14 Şubat 1483'de Fergana'da doğan Babür babasının vefatı üzerine 1494'de küçük yaşına rağmen Fergana tahtına geçen Babür, 1504 yılında Kâbil'i alarak buraya yerleşti. Bu vesileyle de Hindistan'i istilası için coğrafi durumu oldukça müsait olan bu bölgede kurmayı düşündüğü Hind-Türk İmparatorluğu'nun ilk temellerini atmış oluyordu. 1505'de Sind kıyılarına kadar ilerleyen Babür,.1506'da Horasan'a gitti ve orada uzun bir süre kaldı. Oradan da Herat'a geçerek bir süre de orada kaldı. Kâbil'e döndükten sonra 1507'de Padişah ünvanını alarak Timuroğullarının en büyük reisi olduğunu ilan etti. Bunu kendisi şöyle anlatır:

   "Bugüne kadar Timur Bey'im evlatlarına, saltanata rağmen, Mirza derlerdi. Bu defa bana Padişah demelerini emrettim."(Babür, age. C.2., s.203-208) 

   1511-1514 yılları arasında Mâverâünnehir'i ele geçirmek amacıyla düzenlediği sefer; bir ara Semerkand ve Buhara'yı ele geçirdi ise de yenilgiyle sonuçlandı. 15 Şubat 1519'da Pencab ile Senâb arasındaki bölgeyi zaptederek buraların hakimlerini vergiye bağladı.Timur'un meşru vârisi olması ünvânı ile bu bölgede hakimiyetini tanıtmasının ardından Kandehar'ı 1522'de siyâsi bir anlaşma ile elde etti. 1524'de Lahur'u ve Pencab'ı alan Babür 1525'de yeniden Hindistan üzerine yürüdü ve nihayet 1526'da Hindistan'ı alarak Hindistan-Türk İmparatorluğu'nun hakimi oldu. 

   Bu zaferin ardından, aynı yıl kendisine karşı isyan çıkaran Afgan emirlerini de mağlub etti. 1527'de en kuvvetli düşmanı olan Raca Sanga'nın üzerine yürüdü ve gayri müslim Hintlilere karşı kazandığı bu zaferle "Gâzi" ünvanını aldı. Bunun üzerine emrindeki askerlere memleketleri olan ve oğlu Hümayun'un hüküm sürdüğü Bedehşan'a dönmeleri için izin verdi. Kendisi de Agra'ya yerleşti. (KÖPRÜLÜ, Fuat: "Babür" , İ.A., C.2., İstanbul 1965, s.180-187.)

    1528'de Luknav'ı zaptetti. Semerkand'ı da geri almak istediyse de Hindistan'daki devlet işleri buna mani oldu. 1529'da Mahmud'a ve Ganj'ı geçerek Nusretşah'a karşı  zaferler kazandıktan sonra Agra'ya döndü. Sağlık sorunları yaşayan Babür Şah, ölmeden önce devlet erkânını çağırarak tahtı oğlu Hümayun'a bıraktı, Onu veliaht ilan etti ve 1530'da  Agra'da vefat etti. 

    Kabiliyetli ve iradeli bir devlet adamı, marifetli bir kumandan, sağduyulu bir  diplomat olarak değerlendirilen Babür, döneminin fikir, sanat ve edebiyat hayatına da çok önem vermiş bu alanlarda eserler dahi telif etmiştir...

    Sıklıkla tertip ettiği fasıllarda devrinin mûsıkîşinaslarını, şâirlerini, .hattat ve nakkaşlarını biraraya getirir,  onlarla müzakerelerde bulunur, bu meclislere büyük önem verirdi.

    

    SANATI ve ESERLERİ


     Timurlular Dönemi, hükümdarlarının aynı zamanda sanatkâr olanları arasında en önde isimlerden biri olan Babür, edebi ilimlere olabildiğince fazla vâkıftı. Yalnız edebiyatla değil yazı ve süsleme sanatları ile de ilgilenmiş ve "Hatt-ı Bâbürî" adında bir hat üslûbü geliştirmiştir. (Köprülü, agm.s.185)

   Aynı zamanda mûsıkîşinas olan Bâbür; iyi bir bestekâr ve sâzende olarak bilinir. Çargâh makâmında bestelediği bir savtı olduğu kendi beyânıdır. Müzik nazariyatı adına da çalışmalar yapmıştır. (Babür, age.C.2.s.435)

       ESERLERİ

   BABÜRNÂME:  Bâbür'ün en yaygın ve bilinen ve en bilinen eseridir.  Çocukluk yıllarından son günlerine kadar Babür'ün bütün hayatını konu alan bu eser, dönemin sosyal siyasal hukuki, askeri, kültürel ve sanatsal olaylarını da içeren tam bir otobiyografi tarzındadır.  Babür hayatını kaleme alırken, son derece içten ve dürüst bir anlatımla yazmıştır.

    MUFASSAL : Aruz ve kifâye hakkında açıklamalı geniş kapsamlı geniş kapsamlı  bir aruz risalesi.

    MÜBEYYEN : Mesnevî şeklinde  Kaleme alınan bu eser, Hanefi fıkhı ile ilgilidir.

   RİSÂLE-i VÂLİDİYE TERCÜMESİ: Hoca Ahrar'ın Vâlidiye adlı risâlesinin nazım şekliyle Bâbür tarafından Türkçe'ye çevrilmiş olanıdır.

   DİVÂN: Gazel, mesnevî, rubâî, tuyuğ, muamma ve müfredlerden  oluşan bu eser Türkçe'dir ve Nevayi'den sonra başlıca Türk Çağatay edebiyatının örneklerinden sayılmıştır.

BELHİ

   Tıp ve Mûsıkî ilimlerine vâkıf olan Belhi, aynı zamanda iyi bir şâirdi. Bedehşân'da yaşardı. Şu şiir onundur:


" Bizim yarimizin vuslatı evde bir ömürden can bağışlayan, lâl-i âb-ı hattan daha hoştur.  Onun saçları kamet devrinde Bir fitnedir.  Yanaklarının aşkı ile gizlice hep meşgul olmak daha hoştur.  Canın her damarı, onunla ilgilenmekte bir  ünisiyet bulunur.  Yüreği temiz âşıkların dilber, 

ruhan meyletmeleri daha hoştur.  Her ne kadar sabah rüzgarlarının dostlara, haber getirmesi, güzel ise de gönlün derdini dille söylemek daha hoştur.  Bu maceramızın akıbetinin hoş olması bize yeter. Bundan gayrısı baş ağrısıdır. Ey şerif bu teferruatı  bilmemek senin için daima hoştur." (Devletşâh, age. C.4.s.526-527)


BINÂİ (BENNÂİ)

(d.? - ö.1512)

     Herat müzisyenlerinden olan Bınâi'nin babası Üstad Muhammed Ser-bennâ (baş mimar) olduğu için bu mahlâsı almıştır. Tertib etmiş olduğu bir divânın yanısıra hafif vezninde iki mesnevîsi Behram ve Bihruz adındadır. 

    Kendisi Hüseyin Baykara döneminin mûsıkîşinaslarındandır. Ancak o zamanlar musıki ile iştigal etmediğinden ve musıki den bihaber olmasından dolayı  Ali Şir  Nevâiyi kendisini sürekli olarak azarlar ve küçük görürmüş.  Buna çok içerleyen Bınâi  bir sene Ali Şir Nevâyi ve Mirza Baykara, kışı geçirmek için, Merv'e gittiklerinde Herat'da kalarak musıki öğrenir.  Yazın Baykara ve Ali Şir, dönünce bestelediği savt ve nakışları okur ve Ali Şir Nevayi buna çok şaşırır. ( Babür, age. C.2 s.197) (Uslu, R."age.s.587-593)

     Binâi'nin  gerçekten güzel besteleri savt ve nakışları olduğu bilinir. Bunlardan biri Nüh-Reng adındadır ve Rast Makamı'dır.  Bir de musıki üzerine Risâle der Mûsıkî adında bir eseri mevcuttur. Ayrıca Nevâ faslında bestelenmiş bir gazeli vardır. 

     Ali Şir Nevâyi ile  sürekli tartışmaları nedeni ile, Herat'dan ayrılan Bınâi, Irak ve Azerbaycan'a giderek Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey'in yanında bulunmuş, onun vefatının ardından Semerkand'a giderek Timurlulardan Sultan Ali'ye kapılanmıştır. Daha sonra yine bu hânedandan Sultan Mahmud'un sarayının şâirlerinden oldu. 

    Şeybâni Han Semerkand'ı alınca Molla Binâi'yi de mülâzemetine almış ve kadıaskerlik görevine getirmiştir. 

   Şah İsmâil Özbeklere karşı galibiyeti sonrasında, Binâi'yi de 1512 yılında öldürtmüştür. 


BİBLİYOGRAFYA


Babür, age. C.1., s.1., C.2.S.435, C.2. s.203-208

Bıyıktay, Halis: Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara 1989, s.38.

Devletşah, age. C.4, s.526-527.

Köprülü, Fuat. "Bâbür", İ.A. , C.2, İstanbul 1965, s.180-187.

Uslu, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nahifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yy'da Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999. C.10, s.587-593.


GÖRSEL

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Bab%C3%BCr






TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

İLİM VE EDEBİYAT ÜSTÂDI, 

TÜRK EDEBİYATI VE TÜRKÇE'NİN HÂMİSİ,

MÛSIKİŞİNAS BİR BEY


ALİ ŞİR NEVÂYİ

(1441-1501)

     Nizamüddin Ali Şir adı, Nevâyi mahlasıdır. 9 Şubat 1441'de Herat'da doğdu. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyasüddin Kiçkine Bahadır ya da Kiçkine Bahşi, Horasan hâkimi Ebu'l Kasım Babür'ün hizmetinde idi. Aslen ecdadı, 7 nesilden beri Timur ve Timuroğullarının hizmetinde idi. Anne tarafından büyük babası Ebu Said Çisek ise Mirza Baykara'nın beylerbeyi idi. 1447'de Mirza Şahruh'un vefatıyla bölgede çıkan karışıklıklar nedeniyle babası ile birlikte Yezd üzerinden Irak'a gitmek üzere yola koyulan,  bu yolculuk sırasında da  Zafernâme'nin yazarı, Emir Timur'un Moverrihi Şerafeddin Yezdi ile tanışan Ali Şîr henüz 6 yaşındaydı. 1449-1457 seneleri arası; Kiçkine Bahadır, Ali Şir ve Hüseyin Baykara Horasan'da Ebu'l Kasım Bâbür'ün mahiyetinde bulunmuşlar, burada Ebu'l Kasım; Ali Şir ve Hüseyin Baykara'nın eğitimleri ile özel olarak ilgilenmiş, Hüseyin Baykara ile Ali Şir Nevâyi arasında sözü edilen dostluk bu yıllarda oluşmustur. Hatta Ebu'l Kâsım Meshed'e giderken onları da yanında götürmüş 1457'de vefatının ardından Baykara Merv'e dönmüş, Ali Şir Nevâyi ise bir süre daha Meshed'de kalıp egitimine devam edip, bir ara da Seyyid Hasan Ardaşir'in hizmetinde bulundu ise de o da babasının 1457'de vefat etmesiyle Herat'a dönmüştür. Ali Şir Nevâyi, Herat'a döndükten sonra Ebu Said onu yanından uzaklaştırdı. Buradan Semerkand'a giden Ali Şir, Hâce Fazlullah Ebû Leysi'nin hangâhında iki sene süreyle eğitim görmüştür.  Bu iki sene içerisinde, Semerkant'ı idare eden Ahmet Hacı Bey, kendisinin eski dostu olduğundan onu korumuş ve Ali Şir'den hiçbir yardımı esirgememiştir.

     1469 yılında Hüseyin Baykara'nın Herat'ı işgal ederek, Horasan Sultanı olmasının üzerine Ali Şir Nevâyi, Herat'a dönerek, Hüseyin Baykara'nın hizmetine girdi.

 Hüseyin Baykara, kendisine önce mühürdarlık görevini verdi, bu görevi dışında Mirza Baykara'nın en yakın dostu ve destekçisi olan Nevâyi o esnada meydana gelen bir ayaklanmayı bastırdı. Yaptığı hizmetlerle iyi bir devlet adamı olarak görülen Ali Şir Nevâyi 1472 yılında "Divan Beyi" olarak tayin edildi. 1472 yılında büyük hürmet beslediği yakın dostu Abdurrahman Câmi'nin irşadı ile Nakşibendi tarikatına girdi.1484 yılında Hamse'sini tamamlayan Nevâyi 1487-1488 yıllarında Esterâbâd Valiliği yaptı, daha sonra görevinden affını isteyerek Herat'a döndü. 1489'da üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan Erdeşir'in vefatı üzerine, Erdeşir'in hayatı ile ilgili risâlesini yazan Ali Şir Nevâyi, 1490 yılında da Divân Beyliği'nden ayrılarak Mirza Baykara'nın nedimi olarak kalmayı tercih etti. 1492 yılında Abdurrahman Câmi'nin vefatı üzerine çok üzülen Nevâyi, 1498'de Meshed'e gitmiştir. 1499'da Hacc'a gitmek için izin istemiş bunun üzerine Mirza Baykara bir ferman çıkararak bu izni vermiş ise de bir dost ve devlet adamı olarak kendisine ihtiyaç duyduğunu belirtmesinin üzerine Nevâyi'de Hacc'a gidemeyip, Herat'a dönmek zorunda kalmıştır. Son yıllarında Herat'da sanatıyla meşgul olan Nevâyi, Mirza Baykara Esterâbâd seferinden döndüğünde onu karşılamaya gitmiş kendisi ile görüştükten sonra kalp krizi geçirerek 1501 tarihinde vefat etmiştir. Türbesi sarayının yanındaki Kudsiye Camii'nde yer alır. 

   Ali Şir Nevâyi hiç evlenmemiş ve hiç çocuk sahibi olmamıştır. Hayatını sanat ve ilimle, ayrıca devlet adamlığı ile uğraşarak geçiren Ali Şir Nevâyi memuriyetlerinden elde ettiği kazanç dışında aileden de yüklü bir servete sahip olup bunu hayır işlerinde kullanırdı.  Medreseler, mescitler, ribatlar, hayır kurumları, darüşşifalar ve vakıflar yaptırdı, bunların tamamının beş yüze yakın olduğu söylenir. 1476 yılında Herat'ın kuzeyinde kendisine Sultan tarafından  Tahsis edilen araziye kendi adını taşıyan bir mahalle sarayı, Unsiya'nın yanına Kudsiya adında büyük bir cami, İhlasiya adında bir medrese, Halasiya adında bir han, Herat'da bir mescid-i cami, hangâh, darüşşifa, hamam, bunların dışında Ribat-ı Aşk ve Nişabur civarında Ribat-ı Dirabad yaptırdığı mimari eserlerden bazılarıdır.



SANATI ve ESERLERİ

    Ali Şir Nevâyi, Türk Edebiyatı'nın gelişiminin tarihi teşekkülü adına şüphesiz ki en önemli ismidir. O, dönemin ediplerinin, Farsça'yı kullanmanın marifet ve meziyet kabul ettikleri, Fars dilinin zirvede olduğu, bir ortamda, Fars Edebiyatı'nı Türk ruhuna uygun bir biçime getirmiş, Türkçe'nin birçok yönden Farsça'dan üstün bir dil olduğunu savunmuş ve Türk dilini kullanarak yüksek sanat değeri taşıyan edebi eserler de verilebileceğini ispatlamıştır. 

    Nevâyi, Abdurrahman Câmi ve Hüsrev-i Dehlevî'den etkilenmiş olmasına rağmen, orjinalitesini koruyarak, onları taklit yoluna gitmemiş, hatta onları aşabilmiştir. Her eserinde devrinin ayrı ayrı, sosyal, kültürel, vs. yönlerini aydınlatan Nevâyi bu eserlerinde milli bilinci sanat çerçevesi içerisinde her dâim vurgulamıştır. Bu vesile ile de Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynamıştır.

    Nevâyi,  Edebiyat dışında Resim, Hat, Nakkaşlık ve Mûsıki sanatları üzerine de çalışmıştır. Mûsıkîde  hocasının, Yusuf Burhan olduğunu, söyler. Çok güzel nakış ve besteleri olduğu bilinir. Horasan'da bilinen bestelerden "Yedi Bahr" usûlü Ali Şir Nevâyi tarafından kuş sesleri esas tutularak yapıldığı birer birer sayılarak gösterilmiştir. Nevâyi'ye ait olduğu söylenen eserler Horasan, Özbek ve Kafkasya Türkmenleri arasında yaygındır. Hüsrev-i Dehlevî ile Nevâyi arasında geçen bir nazireye, Dehlevî'nin verdiği cevaptan Nevâyi'nin erganun çaldığınıda görmekteyiz :

"Nevâyi'nin erganunun sesi biçâre aşıklara doğru yolu gösterir."(Devletşah, age. C.4.s.578)

ESERLERİ

HAMSE

   . Hayretü'l Ebrâr

   . Ferhad ile Şirin

   . Leylâ ile Mecnun

   . Seb'a-i Seyyare

   . Sedd-i iskenderi

DİVÂNLAR

  . Hazâ'inü'l Meâni: Bütün şiirlerini ihtivâ eden bu divanı 55000 mısradan ibarettir ve 4 kısıma ayrılır:

 

1. Gara'ibü's Siğar / 2. Nevâdirü'ş Şebâb /              3. Bedâyi'ül Vasat / 4. Fevâidü'l Kiber

  

   . Farsça Divânı: 12000 mısradan oluşur.


TEZKİRELERİ

   . Mecâlisü'n Nefâis : 1491'de yazılmıştır. Câmi'nin Nefâhâtü'l Üns eserinin tercümesi şeklinde, İran ve Türk şâirleri üzerinedir.

   . Nesaimü'l Mahabbe min Şamaim el-Fütuva: 1495'de yazılmıştır.


DİL ve EDEBİYAT ESERLERİ 

  . Risale-i Muamma

  . Mizânü'l Evzân : Aruz üzerinedir.

  . Muhakemetu'l Lugateyn: 1498'de yazılmıştır. 


DİNİ ve AHLAKÎ ESERLERİ

  . Münacat

  . Çihil Hadis

  . Nezmü'l Cevâhir

  . Lisanü't Tayr: 1498'de Farideddin Attar'ın Mantık et Tayr eserine nazire olarak yazılmıştır ve 7000 mısradan oluşmuştur.

  . Siracü'l Müslimin

TARİHİ ESERLERİ ve BELGELER

  . Tarih-i Enbiyâ vü Hükema

  . Tarih-i Mülûk-i Acem

  . Zübdetü't Tevârih 

  . Vakfıyye

  . Münşeat


BİYOGRAFİK ESERLERİ

  . Hâlât- ı Seyyid Hasan Erdşir  

  . Hamsetü'l Mütehayyirin 

  . Hâlât-ı Pehlevan Muhammed


Abdurrahman Câmi, Hasan Erdşir ve Pehlivan Muhammed'in hayat hikayeleri ve Nevâyi'nin onlara ait hatıralarını içeren eserlerdir. 

BİBLİYOGRAFYA 


ALİ ŞİR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Haz. Prof.Dr.Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara,1993.

BABÜR, age.C.2 s.186-189

DEVLETŞAH, age.C.4. s.580-581.

TOGAN, Zeki Velidi: "Ali Şîr", mad. İ.A., Meb Basımevi 1965, İstanbul.


GÖRSELLER

https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-sir-nevai