16 Mayıs 2022 Pazartesi

ÇELİK'İN SEVENLERİNE "HEDİYE"Sİ....

 



Bu ay içerisinde pandemi de iyice durgunlaşan müzik hayatında özlediğimiz bir yaz sezonu çıkışı yaşadık. Bu yaza damgasını vuracağını düşündüğüm albüm sezonu; Türk Pop Müziği'nin duayenlerinden Akademisyen ve Yazar Sn.Dr.Çelik ERİŞÇİ'nin müzik hayatının hepimizde oldukça romantik izler bırakan seçkin şarkılarından oluşan "Hediye" si ile açıldı. 

Hareketli bir başlangıçla bir dönem listeleri sallamış "Ateşteyim" bizi o yıllara götürdüğü gibi yenilenmiş alt yapısıyla da günümüz soundlarını bize yaşatıyor. 
Ve hepimizin "Aşk" dendiğinde duygularına tercüman olan ilk dinledigimizde kendimizi alamadığımız "Hercâi" tüm zamanların aşkı, kederi, özlemi, çaresizliği dile getiren, Türk Pop Müziği'nin kült eserlerinden olup bu albümde biraz farklı bir rock sounduyla karşımıza çıkıyor. Benim gibi klâsikten vazgeçemeyenler için ilk versiyonu her zaman eşsiz olsa  da bu yeni sound ile de bu eser geleceğe aktarılacaktır  
Ve yaz akşamlarının hafif çakırkeyf gezmelerinde aşka isyanımızın en keyifli anlatımlarından biri olan "Meyhaneci" çok güzel bir düzenlemeyle albümün 3.sarkısı olarak karşımıza çıkıyor. 
Ve yine Çelik'in hareketli şarkılarından bu yaz aylarını neşe ve duygusallıkla geçirebileceğimiz "Yaman Sevda" Rock ve Pop soundlarıyla yapılmış yeni bir düzenlemeyle albümün 4.şarkısı olarak yer alıyor. 
Ve hareket devam ediyor...
Yol ayrılığının en giderli ve hareketli şarkılarından biri "Sen yoluna ben yoluma" zaten çeşitli versiyonlarını düetlerle dinlediğimiz bir eser olarak albümde bulunuyor. 
Duymayan anlamayan bir kalbe sesini duyurmaya çalışmak kadar zor birşey yok bu hayatta. Çelik'in bu albümdeki 6.şarkısı "Bu Şehirde" tam olarak bu seslenişin müziksel hali işte. 
"Kim daha çok seviyor ? "
Biz bu sorunun cevabını hiç bilemedik. Her zaman kalbin en derininden gelen cevap doğrudur. Yine çok sevdiğimiz bu eseri 7.sırada dinliyoruz.
"Nazına Ölüyorum" benim en sevdiğim şarkılardan biriydi ilk çıktığında. O günlerdeki etkiyi bugün yine hissetmek geçmiş ile gelecek arasında durmak gibi. Bu müthiş eseri bizlere yeniden hatırlattığı ve sonsuzluğa adanmiş 8.sayının şarkısında görmek çok güzel. 
Vedaların sitemkar alaycılığındaki hareketliliğini gördüğümüz "Güle Güle" şarkısı yine günümüze uyarlanmış sounduyla albümde yer alıyor. 
Vazgeçişlerin, kopuşların, ayrılıkların en yutkunamadığımız anların eserlerinden biridir "Kızımız Olacaktı" . Aynı ilk günki derinliğini korumuş bu albümde de. 
Ve bir özlem, bitiremeyiş itiraf niteliğinde bir eser de "Dilberim" Albümün 11.şarkısı. Yine ilk versiyonunu da dinlemenizi önereceğim bu çok kıymetli eserin romantizminin yeri ayrıdır.4
"Dert Yakamdan Düşmüyor" daha yeni eserlerden seçilerek albümde yer almış. 
Kader bir fırsat daha verir mi ? bilmiyoruz. Kader her an yeniden yazılıyor. 
Albümün hareketli eserlerinden "Dongi Dongi" ise hareketli yapısına rağmen bir hayli duygusal.
Ve yine bu albümde görmekten çok mutlu olduğumuz bir Çelik klasiği "Benimle Kal". Alışkanlıklarından vazgecemeyen biri olarak yine ilk versiyonunu da önereceğim bir eser Size. 
Arka arkaya yoğun duygusallığa sürükleneceğimiz bir eser daha. 
Vazgeçememek, bırakamamak...
Ve son noktayı koymak...
"Veda etmem ben bu aşka"
"Vazgeçmem bu son söz sana"

Sn.Dr. Çelik ERİŞÇİ Hocamızın bu kıymetli eseri, sevenlerine özenle hazırladığı "Hediye" albümü için kendisine sonsuz teşekkürler. 
Sanırım bizim ilk aşklarımızı yaşadığımız bu şarkılar gelecek nesillerin de ilham kaynağı olmaya devam edecek... 
Emeği geçen herkese sonsuz teşekkurler...
Saygıyla...

21 Ağustos 2021 Cumartesi

AŞKIN MÜZİKLE ATILAN ADIMLARI: TÜRK VALSLERİ

 



Dünya Müzik Tarihi'nin en romantik klasikleridir: Valsler...

 Bu danstaki ince zerafet ve aşkla atılan adımların, müzikle bütünleşen o şiirselliği adeta sizi bulunduğunuz an'ın çok ötesinde bir yerlere taşır.  Zira müzik bittiğinde  siz içinde bulunduğunuz an'a epey geç dönersiniz.
 Cumhuriyet Tarihi'mizin de önemli Batı danslarından olan valsler  aslında bir yaşam nezaketi olarak Türk Müzik hayatında yer almışlardır. 
 Değerli Hocamız dünyaca ünlü Keman Virtiözü Sn.Prof.Dr.Cihat AŞKIN'ın 2019 yılında Kalan Müzik tarafından yayınlanan "Türk Valsleri" albümü  Bizi o yılların zarafetine ve zaman dışı romantizmine  doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Albümün  açılışı Türk Musikisi'nin ilk valsi ve bir Dede Efendi klasiği olan Gül Nihal şarkısının farklı bir armonizasyon ve zengin bir melodik dokuda seslendirilmesiyle yapılmış...
İkinci şarkı; Berkant'ın o ünlü Samanyolu eseri...  Melodisine kadar romantik olsa da notasyonu bir o kadar yalın olan  bu eser albümde, virtiözitenin getirdiği yorumlama sanatıyla,  farklı enstrümanların tınısal geçişlerinin ahengiyle eşsiz bir form kazanmış.
Üçüncü şarkı, Muallim İsmail Hakkı Bey'in  nice filmlere ve  unutulmaz aşklara konu olmuş "Fikrimin İnce Gülü"  bestesi  kemanın ezgiselliğinin ruha en çok dokunduğu yerden başlayıp, eserin bitimine kadar sizi o aşkların arasında gezdirmiş.

    " Bana elerini ver,   
      Hayat seni sevince güzel,
      Yoluna adadım ömrümü ben,
      Gel kaçma güzel."

 Dördüncü eser enstrümantal düetler ve eşliklerin  muhteşem olduğu bir Özdemir Erdoğan klasiği...

"Kalbe dolan o ilk bakış,
Unutulmaz unutulmaz..."

Beşinci eser  çok kıymetli hocamız Sn.Erol Sayan'ın  enstrümantal olarak da duygu ve anlamını fazlasıyla hissedebileceğiniz  değerli bestesi...

Bu eserleri takip eden üç valsde ise Türk Müziği'nin naif, hüzünlü örneklerini dinliyoruz... Kelebek ve Neveser Kökdeş'in iki güzel bestesi: "Hayal Ufkunda Uçan Binbir Renkler ile Kuş Olup Uçsam" şarkıları...
Bu eserleri takip eden üç valsde ise Türk Müziği'nin naif, hüzünlü örneklerini dinliyoruz... Kelebek ve Neveser Kökdeş'in iki güzel bestesi: "Hayal Ufkunda Uçan Binbir Renkler ile Kuş Olup Uçsam" şarkıları...
Ve yine çok şık bir düzenleme ile seslendirilmiş iki Nihavend Makamı'ndaki  Türk Musikisi eserleri Arif Sami Toker'in Nihavend Makamı'ndaki bestesi "Erişti Nevbahar Eyyamı Açıldı Gül-i Gülşen"  ile bir Yavuz Özüstün bestesi olan "Bir Deniz ki Gözlerin" valsleri albümde özel bir yer alıyor...
"Gamze gamze bir gülüver şimdi
Beni göğsüne alıver şimdi
Mevsimi geldi susadım aşka
Benimle bir bütün oluver şimdi" 

Bir sonraki vals yine bir Özdemir Erdoğan klasiği olan "İkinci Bahar"... Bu  eserdeki derin duygusal temayı enstrümantal olarak yansıtan dinleyebileceğiniz en iyi performansla albümde yer alıyor...

Türk Müziği valslerinden seçkin bir örnekle devam eden albümde  Yesari Asım Arsoy'un Nihavend Bestesi  " Bekledim de Gelmedin" sözsüz icrasında da düet eşliklerle bize o nostaljik esintiyi fazlasıyla hissettiriyor...

Sonraki eserde Azeri Besteci Bekirof'un bestesi "Nazende Sevgilim" eserinde ise, hareketli ve lirik bir orkestrasyondan öne çıkan keman sololarındaki sanatlı ve teknik virtiözitenin yanısıra duygu yüklü tınıların anlam kattığı bambaşka bir dinleti bizlere sunuluyor...

Sıradaki eser; "Hatırla Ey Peri" ; Sabahaddin Ezgi'nin Rast Makamı'ndaki bestesi kemanın ilk temada etkili açılışının devamında orkestra ve düetler ile zenginleşirken son bölümde kemanın tüm armoninin üzerine tiz perdedeki hareketleri ile bambaşka bir renk kazanarak ana temadaki duygusallığına geri dönerek son buluyor...
 Albüm üç adet, Batı valsleriyle nihayete eriyor...
To Vals To Gamou;  Eserin açılışındaki keman girişi ve teknik üsluptan ziyade eserin duygusal ve estetik karakterini öne çıkaran ve orkestrasyon zenginliğiyle temayı güçlendiren keman hakimiyeti bu eserin diğer enstrümantal versiyonlarına göre bizlere bambaşka  bir dinleti yaşatıyor.... 

Albümdeki ikinci Batı valsi olan Carousel, orkestral olarak oldukça neşeli ve hareketli bir vals olup baharın bütün yeniliğini ve içtenliğini hissedebileceğiniz bir melodik dokuya sahip.... 

Müzik tarihinde ayrı bir ekole sahip bir besteci olan Shostakovich'in Op.2 numaralı valsinin daha önce hiç bir orkestrada duymadığım kadar güzel ve görkemli performansıyla bu valsler geçidi şöleni son buluyor. 

 Değerli Hocamız Keman Virtiözü Sn.Prof.Dr.Cihat Aşkın'a ve bu albümde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ve saygılarımızla....





17 Ağustos 2021 Salı

MÜZİK ESTETİĞİNİN KADİM DOĞUŞU: KRAL DAVUD VE MEZMURLAR

 



Gevrekzade Hafız Hasan Efendi'nin  kaleme aldığı musıki risalesinin bizlere aktardığı bilgilere göre musiki nazariyatının kaynağının Kral Davud'un (Davud Peygamberin) (mö.1055-974) olduğu ve müzik bilginleri ile alimler tarafından bu konuda fikir birliğine varıldığı ifade edilmektedir. Kral Davud'un (Davud Peygamberin) kutsal kitabı Zebur'daki metinleri incelediğimizde Tanrı'yla ilahi bağını müzik yolu ile güçlendirdiğini bizlere de şükrümüzü bu yolla ifade edebileceğimizi göstermiştir. İncelediğimiz örnek metinlerdeki dua ve beyitler şöyledir:

7.MEZMUR

"17 Şükredeyim doğruluğu için RAB'be,

Yüce RAB'bin adını ilahilerle öveyim."

9.MEZMUR

"1 Ya RAB, bütün yüreğimle sana şükredeceğim,

Yaptığın harikaların hepsini anlatacağım.

2 Sende sevinç bulacak, coşacağım,

Adını ilahilerle öveceğim, 

ey Yüceler Yücesi!"

13.MEZMUR

"5 Ben senin sevgine güveniyorum,

Yüreğim kurtarışınla coşsun.

6 Ezgiler söyleyeceğim sana, ya RAB,

Çünkü iyilik ettin bana."

28.MEZMUR

"7 RAB benim gücüm, kalkanımdır,

O'na yürekten güveniyor ve yardım görüyorum.

Yüreğim coşuyor,

Ezgilerimle O'na şükrediyorum."

33.MEZMUR

"1 Ey doğru insanlar, RAB'be sevinçle haykırın!

Dürüstlere O'nu övmek yaraşır.

2 Lir çalarak RAB'be şükredin,

On telli çenk eşliğinde O'nu ilahilerle övün.

3 O'na yeni bir ezgi söyleyin,

Sevinç çığlıklarıyla sazınızı konuşturun."

47.MEZMUR

"5 Rab Tanrı sevinç çığlıkları,

Boru sesleri arasında yükseldi.

6 Ezgiler sunun Tanrı'ya, ezgiler;

Ezgiler sunun Kralımız'a, ezgiler!

7 Çünkü Tanrı bütün dünyanın kralıdır,

Maskil sunun!"

68.MEZMUR

"24 Ey Tanrı, senin zafer alayını,

Tanrım'ın, Kralım'ın kutsal yere törenle gelişini gördüler:

25 Başta okuyucular, arkada çalgıcılar,

Ortada tef çalan genç kızlar."

Ve bunlar gibi pekçok metinde daha Kral Davud'un (Davud Peygamberin) şükrünü müzik yolu ile ifade ettiğini görebileceğiniz Mezmurlar pek çoktur. 

Son örnek olarak da onun bu konuda en içten duasının yer aldığı 57.Mezmur örneğinden sonra tespitlerimize geçebiliriz:

57.MEZMUR

"7 Kararlıyım, ey Tanrı, kararlıyım,

Ezgiler, ilahiler söyleyeceğim.

8 Uyan, ey canım,

Uyan, ey lir, ey çenk,

Seheri ben uyandırayım!

9 Halkların arasında sana şükürler sunayım, ya Rab,

Ulusların arasında seni ilahilerle öveyim."

 Müzik sanatının Tanrı'yla doğrudan bir bağı olduğuna  önceki yazılarımızda değinmiştik.  Antik çağlardaki filozof ve bilginlerden  18. yüzyılın sonuna kadar  müzik, düşüncesinde ilahi bağ daima var olmuştur. Nitekim ruhundaki iyilik, şükür ve minnet duygularını Tanrısal güzellikle buluşturma düşüncesi sanattaki estetik akımının temel felsefelerinden olup,  müziğe yansıyan en belirgin varlığı ilk olarak Kral Davud'un (Davud Peygamberin) Mezmur ilahilerinde görülmektedir. Bu ilahilerde gözlemlediğimiz makamlar "Zambaklar Makamı" ile "Mahalat Makami", ilahi formları "Mezmur, Maskil ve Miktam", çalgılar "Lir, Çeng, Tef ve Boru" olarak yer almaktadır. Müzik formları ve notalar hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz Değerli Hocamız Sn.Cem Behar'ın Pan Yayıncılık'tan çıkan  "Ali Ufkî ve Mezmurlar" eserini okuyabilirsiniz. 

Dolayısıyle Müzik düşüncesinin manevi formda ilk ve en kadim çıkış noktası olan Kral Davud'un (Davud Peygamberin) kutsal kitabı olan Zebur'da; Kral Davud (Davud Peygamber) Rab'be temiz duygularını, şükrünü ve sevincini musiki yoluyla ifade ediyor, halkına ve tüm insanlığa da bunu öğretiyor. Yani sanattaki estetik değerlerde yer alan ruhun güzele açılması ve ilahi bağını kurması arzusu ve düşüncesi ilk olarak Kral Davud'un (Davud Peygamberin) o zarif Tanrısal bağı kutsal kitabı Zebur'da Mezmur ilahilerindeki müzik yolu ile form buluyor. Dolayısıyle 19.yüzyılın sonuna kadar verilen tüm Dünya Müziği eserlerinde, teori kitaplarında, bestelerde ve  lirik şiirli eserlerde Kral Davud'un (Davud Peygamberin) Antik İsrail'in ve Doğu'nun Tanrısal güzellikteki musiki düşüncesi, müzik estetiğinde kadim bir çıkış noktası olarak yer alıyor.

BIBLIYOGRAFYA

Antik Müzikler için örnek güzel bir albüm

https://youtu.be/TpA17Oy0nK8

KRAL DAVUD - ZEBUR

AHMET HAKKI TURABI - GEVREKZADE HAFIZ HASAN EFENDI MUSIKI RISALESI

RAĞBET YAYINLARI - ISTANBUL -2005

CEM BEHAR - ALI UFKI VE MEZMURLAR- PAN YAYINCILIK - ISTANBUL-1990







11 Haziran 2021 Cuma

ABDÜLBÂKİ NASIR DEDE'NİN TEDKİK Ü TAHKİK ESERİNDE TÜRK MÛSIKÎSİ ESTETİĞİ

 


Sn.Prof.Yalçın Tura'nın kaleme aldığı ve çeviriyazımını açıklama ve notlarıyla bizlere sunduğu Tedkik ü Tahkik adlı eser Mevlevî Şeyhi Nâsır Abdülbâki Dede'ye ait, Türk Musikîsi'nin o dönemdeki muhtevası ve nazariyatı üzerine yazılmış bir eser olup, 1794 yılında tamamlanarak Padişah III.Selim'e sunulmuş 2  yıl sonra yine padişahın isteği üzerine yeni makam ve terkiblerin oldugu bir ek yazılmıştır. Bu eserde makam ve terkibler, Ney sazının hususiyetleri, usûller ve bir takım gerekli musiki bilgileri yer almaktadır. Kendisinden önce gelenlerin kısa bir özetini yazan Nâsır Abdülbâki Dede sade ve kısa anlatımlarla makam ve usulleri tanıtırken dünün musikisi üzerine yaptığı açıklamalarda oldukça dikkate değer estetik unsurlara yer vermiştir. 

              Abdülbâki Nâsır Dede'nin eserinde mûsıkiye bakış açısı diğer nazariye unsurlarına göre biraz farkli gelişmektedir.

Makam, terkib ve usul sıralamalarında değişikler  gözlemlendiği gibi musikiyi oldukça ciddiye alan ve uzun bir zaman dilimini bu kısa eserine yansıtan bir emek bulunmaktadır.

Tedkîk ü Tahkik eserinde; başlıbaşına Türk Mûsıkisi estetiğine özgü ifadelerle karşılaşılmaktadır. 

    Abdülbaki Nasır Dede'nin tanımlamalarında  dönemin Türk Musikisi Estetiği anlayışına dâir başlıbaşına bir anlatım görmekteyiz ve bu o dönemin müzik beğenilerini anlamamız açısından çok önemli.  İnsan doğası ve ruh halinin değişimlerine göre, müzik tercihlerinin belirlenmesi ve sınıfsal farklılık olmaksızın her bireyin bir musıki tercihi olduğu yorumu sıradan gibi gözükse de o dönem için dikkate değerdir.  Zira burada manevi olarak doğadan ve ilahi lezzetten uzak, kimselerin musıkiden zevk alamayacağı ezgi dinlemenin ve bundan zevk almanın gönül ve can sağlığına delil olduğunu anlatan Abdülbaki Nasır Dede  bunun bazı kimselere tinsellik kanıtı, bazılarına da Tanrı'nın huzurunun habercisi ve kimliğinin parıltısıdır derken,  güzel, gönüle ve kulağa hoş gelen musıkinin ilahi bir duyumsama olduğunu, estetik algıyı da bu nedenle beslediği yönünde  önemli bir bakış açısı ve tespitte bulunmuştur.  Müzisyenlik ve besteciliği de " Musikî Kuyumculuğu" deyimiyle tarif eden Abdülbaki Nâsır Dede  musıki sanatını, estetik olarak mücevher tasarımı zanaatıyla özdeşleştirmektedir. Yine mûsıkî  üstadlarının müziklerinin dinlemeye değer, estetik olgunluğa ve musıki kurallarının uyumuna riayet edebiliyor hale gelmesini, onların özel bir nefis terbiyesi sürecinden  geçmeleri neticesinde olabildiği görüşünü bizlerle paylaşmıştır.  Abdülbaki Nasır Dede  musıki besteciliğini  bir hekimin çeşitli  ilaç terkipleriyle hastalarına uyguladığı tedavi ile bir bestekarın çeşitli terkiplerle musıki makam ve eserlerini oluşturmasını, hayati noktada bir tutmuştur.  Yine bu bakış açısından musıki besteciliğindeki estetik olgunluğun dinleyenlere şifa olabileceği düşüncesini de taşıdığını görmekteyiz. 

     Makamların kişiler üzerindeki etkilerini de önce makamların kendi aralarındaki ses uyumuyla daha sonra bu makamların, insanda uyandırdıkları duygulara ve yaptıkları tesirlere göre, yine estetik olarak sınıflandırmıştır. Buna göre Rast, Segâh, Nevâ, Nişabur, Hüseyni, Rehâvi, Buselik ve Sûz i Dilara makamlarını gönülü geliştirip ferahlık veren makamlar olarak, Hicaz, Sabâ, Isfahan, Nihavend, Irak, Uşşak makamlarını da yürek yumuşaklığı, acıma duygusu ve incelik veren makamlar olarak tanımlamakla beraber bu etkileri dinlenildikleri zaman dilimiyle de özdeşleştirmektedir. (s.28-31, s.40-41)

    Sonuç olarak;  Abdülbaki Nasır Dede'nin  Türk Musıkisi Estetiği anlatımlarında  uzun bir musıki deneyimi,  terbiyesi ve üstadlarla ve yapılan istişareler ile Padişah huzurunda kurulan musikî meclislerinde bulunanların gözlemlenmesinin önemli bir payı olduğunu görmekteyiz. 

    Musiki nazariyatı alanında yazılmış değerli bir eser olan Abdülbâki Nâsır Dede'nin Tedkîk ü Tahkik adlı eseri 18.yüzyıl sonu ile 19. yüzyılın ilk yarısındaki Türk Mûsıkisi Estetiğini bize anlatan değerli bilgilere de yer vermiş olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Sn.Hocamız Prof.Yalçın Tura'ya bir kez daha bu değerli eseri inceleyerek bizlere kazandırmasından dolayı emekleri için sonsuz teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunarız. 

BİBLIYOGRAFYA

ABDÜLBÂKİ NÂSIR DEDE. "TEDKÎK Ü TAHKÎK" ÇEVİREN VE İNCELEYEN: PROF.YALÇIN TURA. PAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2006.

27 Mayıs 2021 Perşembe

18.YÜZYIL'DA FARKLI BİR MÜZİK ESTETİĞİ ANLAYIŞI


 Tanburi Küçük Artin'in Yazma Eserlerinde   

Musıki'nin Beğeni Kriteri

Türk Müziği'nde musıki ilmini yazan yazarların çoğundan farklı bir yazım üslubu olan Tanburi Küçük Artin  hayatı boyunca bulunduğu bölgelerdeki musıki deneyimlerini,  çalıştığı müzik teorilerini,  bir arada, müzik yaptığı üstatları,  onlardan öğrendiklerini  ve kendi ilmi ile geliştirdiği  müzik nazariyatı  sistemini  Hamparsum notası  olarak adlandırdığımız  özel bir nota yazım biçiminin geliştirilmiş haliyle  Karamanlica  alfabesinin de unsurlarıyla  musıki literatürüne iki yazma eser kazandırmıştır.  Bu eserler  ünlü müzik tarihi araştırmacısı Eugenia Popescu Judetz  tarafından  çeviri, yazım ile hazırlanılmış İngilizce ve Türkçe olarak  kendi yorumlarını da içeren bir araştırmayla kitap haline getirilmiştir.  

Bir 18. yüzyıl klasiği olarak  müzik tarihimizde yer alan Tanburi Küçük Artin  Ermeni bir müzisyen ve seyyahtır.  Çalışmalarında geniş bir kültürel alana yayılarak, Türk ve Hint müzikleri alanında  teori ve icra teknikleri bakımından o dönemin musıkisini detaylı ve farklı bakış açılarıyla bize ulaştırmıştır.  Birçok üstat ve mecliste bulunarak, elde ettiği birikimini  kaleme aldığı bu iki yazma eseri   incelediğimizde  müzik nazariyatının  makam yapısı,  usul İçerikleri,  çalgılar,  farklı bir nota yazım sistemi, Tanbur ve Ney sazının özellikleri,  bu sazların icra teknikleri,  ilim adamlarının  görüşleri ve musıkinin  beğenilmesindeki  estetik bakışı  bizlere kazandırarak çok önemli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. 

    Tanburi Küçük Artin'in Türk Müziği Estetiği  üzerine görüşleri  şimdiye kadar gördüğümüz estetik beğenilere dair tanımlamalardan  çok farklı ve alışılmışın dışında bir bakış açısına sahiptir.  Elyazması eserinin 6. bölümünde  üstatlar arasında musıki  üzerine yapılan bir konuşmayı  naklettiği bir husustan estetik bakışını  görebilmekteyiz. 

"  Kelân hükemâya  bir hükema sordu ki;  Musıki'nin tesiri(*) nedendir?  Kelân hükemâ dedi ki " Bu ilim ruhanidir, ilimdir ve kulağın marifetidir."  Çünkü insanın aynasıdır. Dört terkibdendir. Bu dört terkibden ikisi âliya ikisi suflidir. Aliya hangisi sufli hangisi dersen? Âliya ateşi ve hava, sufli toprakla su'dur. Evveli ki insan dört terkibdendir. Dört terkibin biri insana galip olmalı ki kiminin ateşi galip kimisinin havası galip, kimisinin suyu galip kimisinin toprağı galip. O ateşi galip olan kimseye badi makam agaze edenin gibi ona bir bükâ gelir. O ki havası galip olan kimseye ateşi makam agaze edindiğin (agaze etmek: ses vermek, dinletmek) gibi ona onun gibi bükâ gelir ve safa gelir. O ki suya galip olan kimseye ab-ı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir safâ gelir. O ki toprağı galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir ve safa gelir. O haz etmemek neden gelir dersen ateşi galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi o abı makamdan haz etmez. Niçin dersen ? Zıddıyet sebebi için. Ona kezâlik havası galip olan kimseye haki makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için. Suya galip olan kimseye ateşi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için . Ona kezâlik toprağı galip olan kimseye badi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için." 

   Bu görüş bizim musıki alanında bu yüzyıldaki kaynaklarda rastladığımız en farklı estetik bakış açısıdır.  Diğer edvar ve eserlerde görebileceğimiz üzere estetik bakış açıları, kurallara uygunluk musıki bestelerinin formlarında kusursuzluk gibi kavramlardan yola çıkarak oluşturuluyor iken  Bu eserde, biz doğadaki dört elementin insan üzerindeki etkisine göre beğenilerin şekillendiği düşüncesini görüyoruz.  Estetik beğeni ölçütlerinde daha önce böyle bir bakışa rastlamadık.  Bu dört elementin doğaya ve insan yaşamına ve de insan tabiatına etkisi  ilkçağ filozoflarından günümüze kadar hep araştırma konusu olmuştur.  Tabiattaki yerleri, insanlardaki karakteristik etkileri ve bilim alanında pekçok konu bu dört elemente izafe ettirilerek araştırılmıştır.  Lakin musıki adına estetik betimlemelerde  ilk kez karşımıza çıkmaktadır.

 Antik Yunan'dan  Aristo ve Eflatun ile günümüze kadar gelen  dört element  düşüncesi ve kuramları İslam filozoflarınca geliştirilerek  Doğu musıkisi kurallarında  Bu dört element dört şubeye (küçük ses grupları),  yedi gezegen yedi agazeye ( makam dizilerini oluşturan ses grupları),  yine astronomi yöntemine geliştirilmiş, on iki burç, on iki makam ile bağdaştırılmıştır.  Ancak, astronomi temelli bu müzik teorisi düzeninin, estetik bir bakışla ele alındığına bu kaynaklarda rastlanmamıştır.  Biz dört element ve astronomi temelindeki sistemsel müzik  teorisi çalışmalarının estetik değerlendirmede de kullanıldığını ilk kez Tanburi Küçük Artin'in yazma eserlerinde  gördük.

 Doğadaki dört elementin insan doğasındaki etkilerine göre beğenilerin oluştuğu yönünde hükemaların görüşünü, bizlerle paylaşan Tanburi Küçük Artin'in  yazma eserinde  subjektiviteye dayalı bir yorum olarak kabul edebiliriz. Şöyle ki;  insan doğasında galip gelen hangi element ise o elementin biraraya gelebileceği özellikleri taşıyan diğer elementin ağırlıklı olduğu eserlerin beğenilmesi  Bireye özgü, subjektif bir estetik görüş anlamına gelmektedir.  Zira 18. yüzyılda incelediğimiz diğer kaynaklarda  daha genele yayılan ve  musiki ilminin esaslarının gözönünde bulundurulduğu estetik değerlendirmeler yer almaktadır.  Buna rağmen elementlere dayalı tercihler neticesinde geliştirilen estetik algı teorisi müzikte dikkate değer  ve alışılmışın dışında bir görüş olarak  faydalanılmaya ve geliştirilmeye uygun bir konudur. 

KAYNAKÇA

JUDETZ, EUGENIA POPESCU: "TANBURİ KÜÇÜK ARTİN - A MUSICAL TRATISE OF THE EIGHTEEN CENTURY. PAN YAYINCILIK . 2002. İSTANBUL.


23 Mayıs 2021 Pazar

21.YÜZYIL'DA BİR BAŞYAPIT: NAZIM ORATORYOSU

 


" Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..."

                                      Nazım Hikmet


 Sahnelenmesinden iki yıl sonrasında izleyebildiğim,  fikir mücadelesinde  hapisten sürgüne adanmış bir ömrün,  belki de yaşamında duyulmadığı kadar yüksek ve coşkulu seslendirilişini izlediğim  Nazım Oratoryosu  dönemsel bir fikir mücadelesinin bugüne kadar gördüğüm en, sanatlı anlatımıydı. 

 Yaşayarak yazmak, dedikleri bu olsa gerek. Tıpkı Nazım'ın yaşarken, yazdığı gibi bu  oratoryo  da onu yaşayarak  ve dahi onunla yaşayarak yazılmış gibi. 

 Nitekim, sahnenin bütün detayları, bütün sunumları da izleyiciye onu yaşatıyordu.

 Genco Erkal'ın  Nazım Hikmet'mişcesine ve onun geçirdiği evrelerin üzerine yazdığı şiirleri sanki o evreleri geçirmiş de  söylüyormuşcasına  izleyiciyi büyülediği o  eşsiz üslubundan mı bahsedeyim,  Fazıl Say' ın  müzik dehasıyla bestelenmiş ve oratoryonun en ideal yerlerinde  en yüksek ifadeleri vurgularcasına kurgulanarak  anlatımlarla bütünleşen ve  orkestranın eşsiz zenginliği ve görkemli uyumuyla seslendirilen müziklerinden mi? 

 Nazım Hikmet'in " Kız Çocuğu" şiirinin   Zülfü Livaneli bestesinin de  bugünün dünyasında verilen mücadelenin ne kadar anlamlı olduğunu bize hissettiren sunumunun duygusallığı ile  dünyamızın sadece birtane olduğu ve sarı siyah beyaz tüm çocukların  yaşaması için el ele vermemiz gerektiği vurgusunun  sanatlı anlatımını görmenizi çok isterdim.  

      Orkestra ve koronun en görkemli anlarından olan  "Nazım Hikmet bir vatan haini olmaya devam ediyor hala"  diyerek, Genco Erkal'ın ifade ettiği gazete haberi  başlığının  kademe kademe en yüksek perdelere kadar her sesten her telden  söylenilmesi  günümüzde de üzülerek yaşadığımız, içsel suskunluğun müziksel bir çığlığıydı sanki....

   Ve...

     Yaşamayı ciddiye alacaksın....

     Yani o derece öylesine ki....

     Mesela, kolların bağlı sırtın duvarda...

     Yahut kocaman gözlüklerin...

     Beyaz gömleğin bir laboratuvarda...

     İnsanlar için ölebileceksin....

     Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar      için.....

     Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken....

      Hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde....

     Şiirinin finaliyle;  bugün, idealler uğruna yaşanmış ve adanmış ömürlerin çok azaldığını gördüğümüz dünya için  bir şeyler yapmamızı hatırlatırken  bu uğurda verilen kayıpların anısına seslendirilen  ve bir Zülfü Livaneli klasiği olan  "Yiğidim Aslanım" türküsüyle  tüm oratoryonun eşsiz anlatımı son buluyor. 

     Sizlere tek tek eserlerdeki tahlilleri yaparak, teknik detaylar vermeyeceğim.  Orkestranın zengin sanatlı ve muazzam etkileyici uyumu ile  bestelerin tematik bütünselliği  solistlerin duygu dolu yorumları  Genco Erkal'ın üstatlığı  Fazıl Say'ın  sanat kariyerinin  en anlamlı ve dahiyane besteleriyle  Piyanosunun birleştiği bu eser  bu yüzyılın bir başyapıtdır. 

Müzik tarihine  böyle geçmesi dileğiyle....  

Sonsuz şükranlarımızla....


2 Şubat 2021 Salı

SARAY MÜZİĞİ NASIL MEYHÂNE MÜZİĞİ OLDU?

 Değerli Okuyucularımız

 Bu yazıya, öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarından bir anı ile başlamak istiyorum. Lise birinci sınıfların bir dersinde Türk Sanat Müziği'nde makam kavramını incelememiz gereken bir ünitedeyiz.  Özel okuldaki öğrencilerin lise çağında olmalarının da verdiği rahatlık cevaplarına da yansıyor takdir edersiniz ki. Ben konuyu anlatmadan önce öğrencilerime, varolan bir fikirleri var ise paylaşsınlar düşüncesiyle önce soru olarak yöneltirim  o derste de çocuklarıma, "Makam nedir?" sorusunu sordum.  Bir öğrencim söz istedi. Öğretmenim dedi makam meyhane müziklerinin tamamıdır dedi. Bu cevap karşısında çok üzüldüm.  Bir, Türk çocuğunun alimlerin üstün emeklerle kaleme alıp tarihimize kazandırdığı edvârlardan,  bestecilerimizin meşk sistemi ile emek verip öğrenciyi yetiştirerek günümüz repertuarına aktarmak için büyük bir çaba gösterdiği eserlerden bize ulaşan, makam kavramını meyhane müziği olarak biliyor ve ifade ediyor olması beni çok sarsmıştı.  Bu meslek hayatımın en üzücü anlarından biriydi.  Zira bir önceki yazılarımda takip edebildi iseniz, on üçüncü yüzyıldan itibaren 650 yıllık bir süreçte çok değerli hükümdarların ilim adamlarının ve bestekarların musıki ye, Türk musıkisi'ne nasıl emek verdiklerini, gözlemleyebilirsiniz. Ve saray müziklerinin yapısına baktığınız zaman imparatorlukların ve onların halklarının gücünün en önemli göstergelerinden olduğunu görürsünüz. Osmanlı İmparatorluğu'nun da tarihi birikiminin gücüyle yoğurulmuş mûsıkîmiz malesef çöküş neticesinde bir hayli zarar gördüğünden epey badireler atlatmıştır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında medeniyetimizi Batı'ya uyarlamak düşüncesi ile medeni kanun, ekonomi, tarım, harf inkılabı gibi hususlarda yapılan reformlar oldukça adil ve başarılı görünse de  bu malesef kültürel süreçte mûsıkimiz için geçerli olamamıştır.  O dönemdeki kültürel kopuş neticesinde 700 yüzyıllık Osmanlı musıkisi bilinçli bir uygulama ile, hakir görülmüş ve bir dönem de yasaklanmış yok sayılmıştır.  Hatta bunun için kurulan okullar ekseninde yetişen eğitimci ve müzisyenler de ağız birliği etmişlercesine Türk müziğine karşı daha adı geçtiği anda burun kıvırmak şeklinde mimik hareketleriyle, zengin ve bir o kadar ihtişamlı mûsıkîmizi hakir görerek, daima ikinci sınıf muamelesi yapmışlardır. İşte malesef ki çocuğumun böyle bir cevap vermesine kendi öz mûsıkisini meyhâne müziği olarak tanıtan kendi tarihine yabancı eğitmenlik anlayışının eksikleri sebep olmuştur.  Hem Batı müziği hem Türk Müziği eğitimini en verimli haliyle bizlere sunan, okulumuz bile bu ayrımcılıktan nasibini almış, yıllarca dışlanmıştır.  Buna rağmen dönemin en iyi sanatkarları, hocaları, araştırmacıları ve bestecileri ile birlikte  musıki hayatımızın yaşatılmasına hem ilmi, hemde icrai alanda büyük emekler vermiştir. Malesef ki, sayısal çokluk ve hakim düşünceler sebebiyle  bu çabalar son onbeş yıla kadar zorlukla ilerleyebilmiştir. 1990 öncesi Nişantaşı'ndaki binasında geçirdiği yangın felaketi ile tüm eser ve çalgıları kül olan bu kurum sıfırdan kuruluşunu gerçekleştirmiş. 1990 yılı itibariyle imkansızlıklar içinde yeniden musıkimize hizmet etmeye başlamıştır.  O günlerden bugünlere geldiğimizde orientalist pencereden bile olsa Türk Sanat Musıkisi'ni bugün dünya tanımakta ve çok da ilgi göstererek yabancı üniversitelerin kürsülerinde dahi yer ayırıp bir araştırma sahası olarak kabul etmektedir.  Uluslararası kongre ve sempozyumlar sayesinde, kültürel arenada da büyük bir gelişme göstermiş ve müzikolojik ilgi  ve merak konusu olarak uluslararası araştırmacılar tarafından üzerinde ihtimamla durulmuştur. 

 Tüm bu verimli gelişmeler sayesinde  Türk Mûsıkimiz gençlerimiz arasında da ilgi ve merakları nispetinde yer bulmuş, bir Batı enstrümanı olan Piyano'da bile dinlemekten mutlu olur duruma gelmişlerdir.  Bugün ben en azından hiçbir çocuğumdan bu cevabı almayacağımı bu gelişmeler sayesinde ve son yıllardaki akademik emekler ve gelişmeler sayesinde biliyorum. Çalışılan saygın araştırmalar ve yayınlar ile topluma kazandırılan tarih bilinci neticesinde, hakettiği değere musıkimizin kavuştuğunu görmek çok anlamlı. Ve bu sürecin bizzat gelişiminde büyümek ve çocuklarına da bunu yaşatarak, yaşayarak anlatmak, yazılarımız yayınlandığında ilgiyle okunması ve sanatkâr arkadaşlarım eserlerini icra ettiklerinde ilgi ve beğeniyle dinlenilmesi ve mûsıkimizin meyhâne müziği kavramından kurtulup kültürel bir destan halini almasının önemi bugün benim için çok ayrı bir yerde inanın. Devamı dileğiyle... Ve

Yahya Kemâl'in:

"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden,

  Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden..."

Sözüyle noktalayıp sizlere müzikli ve sağlıklı günler dilerim...