27 Mayıs 2021 Perşembe

18.YÜZYIL'DA FARKLI BİR MÜZİK ESTETİĞİ ANLAYIŞI


 Tanburi Küçük Artin'in Yazma Eserlerinde   

Musıki'nin Beğeni Kriteri

Türk Müziği'nde musıki ilmini yazan yazarların çoğundan farklı bir yazım üslubu olan Tanburi Küçük Artin  hayatı boyunca bulunduğu bölgelerdeki musıki deneyimlerini,  çalıştığı müzik teorilerini,  bir arada, müzik yaptığı üstatları,  onlardan öğrendiklerini  ve kendi ilmi ile geliştirdiği  müzik nazariyatı  sistemini  Hamparsum notası  olarak adlandırdığımız  özel bir nota yazım biçiminin geliştirilmiş haliyle  Karamanlica  alfabesinin de unsurlarıyla  musıki literatürüne iki yazma eser kazandırmıştır.  Bu eserler  ünlü müzik tarihi araştırmacısı Eugenia Popescu Judetz  tarafından  çeviri, yazım ile hazırlanılmış İngilizce ve Türkçe olarak  kendi yorumlarını da içeren bir araştırmayla kitap haline getirilmiştir.  

Bir 18. yüzyıl klasiği olarak  müzik tarihimizde yer alan Tanburi Küçük Artin  Ermeni bir müzisyen ve seyyahtır.  Çalışmalarında geniş bir kültürel alana yayılarak, Türk ve Hint müzikleri alanında  teori ve icra teknikleri bakımından o dönemin musıkisini detaylı ve farklı bakış açılarıyla bize ulaştırmıştır.  Birçok üstat ve mecliste bulunarak, elde ettiği birikimini  kaleme aldığı bu iki yazma eseri   incelediğimizde  müzik nazariyatının  makam yapısı,  usul İçerikleri,  çalgılar,  farklı bir nota yazım sistemi, Tanbur ve Ney sazının özellikleri,  bu sazların icra teknikleri,  ilim adamlarının  görüşleri ve musıkinin  beğenilmesindeki  estetik bakışı  bizlere kazandırarak çok önemli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. 

    Tanburi Küçük Artin'in Türk Müziği Estetiği  üzerine görüşleri  şimdiye kadar gördüğümüz estetik beğenilere dair tanımlamalardan  çok farklı ve alışılmışın dışında bir bakış açısına sahiptir.  Elyazması eserinin 6. bölümünde  üstatlar arasında musıki  üzerine yapılan bir konuşmayı  naklettiği bir husustan estetik bakışını  görebilmekteyiz. 

"  Kelân hükemâya  bir hükema sordu ki;  Musıki'nin tesiri(*) nedendir?  Kelân hükemâ dedi ki " Bu ilim ruhanidir, ilimdir ve kulağın marifetidir."  Çünkü insanın aynasıdır. Dört terkibdendir. Bu dört terkibden ikisi âliya ikisi suflidir. Aliya hangisi sufli hangisi dersen? Âliya ateşi ve hava, sufli toprakla su'dur. Evveli ki insan dört terkibdendir. Dört terkibin biri insana galip olmalı ki kiminin ateşi galip kimisinin havası galip, kimisinin suyu galip kimisinin toprağı galip. O ateşi galip olan kimseye badi makam agaze edenin gibi ona bir bükâ gelir. O ki havası galip olan kimseye ateşi makam agaze edindiğin (agaze etmek: ses vermek, dinletmek) gibi ona onun gibi bükâ gelir ve safa gelir. O ki suya galip olan kimseye ab-ı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir safâ gelir. O ki toprağı galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir ve safa gelir. O haz etmemek neden gelir dersen ateşi galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi o abı makamdan haz etmez. Niçin dersen ? Zıddıyet sebebi için. Ona kezâlik havası galip olan kimseye haki makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için. Suya galip olan kimseye ateşi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için . Ona kezâlik toprağı galip olan kimseye badi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için." 

   Bu görüş bizim musıki alanında bu yüzyıldaki kaynaklarda rastladığımız en farklı estetik bakış açısıdır.  Diğer edvar ve eserlerde görebileceğimiz üzere estetik bakış açıları, kurallara uygunluk musıki bestelerinin formlarında kusursuzluk gibi kavramlardan yola çıkarak oluşturuluyor iken  Bu eserde, biz doğadaki dört elementin insan üzerindeki etkisine göre beğenilerin şekillendiği düşüncesini görüyoruz.  Estetik beğeni ölçütlerinde daha önce böyle bir bakışa rastlamadık.  Bu dört elementin doğaya ve insan yaşamına ve de insan tabiatına etkisi  ilkçağ filozoflarından günümüze kadar hep araştırma konusu olmuştur.  Tabiattaki yerleri, insanlardaki karakteristik etkileri ve bilim alanında pekçok konu bu dört elemente izafe ettirilerek araştırılmıştır.  Lakin musıki adına estetik betimlemelerde  ilk kez karşımıza çıkmaktadır.

 Antik Yunan'dan  Aristo ve Eflatun ile günümüze kadar gelen  dört element  düşüncesi ve kuramları İslam filozoflarınca geliştirilerek  Doğu musıkisi kurallarında  Bu dört element dört şubeye (küçük ses grupları),  yedi gezegen yedi agazeye ( makam dizilerini oluşturan ses grupları),  yine astronomi yöntemine geliştirilmiş, on iki burç, on iki makam ile bağdaştırılmıştır.  Ancak, astronomi temelli bu müzik teorisi düzeninin, estetik bir bakışla ele alındığına bu kaynaklarda rastlanmamıştır.  Biz dört element ve astronomi temelindeki sistemsel müzik  teorisi çalışmalarının estetik değerlendirmede de kullanıldığını ilk kez Tanburi Küçük Artin'in yazma eserlerinde  gördük.

 Doğadaki dört elementin insan doğasındaki etkilerine göre beğenilerin oluştuğu yönünde hükemaların görüşünü, bizlerle paylaşan Tanburi Küçük Artin'in  yazma eserinde  subjektiviteye dayalı bir yorum olarak kabul edebiliriz. Şöyle ki;  insan doğasında galip gelen hangi element ise o elementin biraraya gelebileceği özellikleri taşıyan diğer elementin ağırlıklı olduğu eserlerin beğenilmesi  Bireye özgü, subjektif bir estetik görüş anlamına gelmektedir.  Zira 18. yüzyılda incelediğimiz diğer kaynaklarda  daha genele yayılan ve  musiki ilminin esaslarının gözönünde bulundurulduğu estetik değerlendirmeler yer almaktadır.  Buna rağmen elementlere dayalı tercihler neticesinde geliştirilen estetik algı teorisi müzikte dikkate değer  ve alışılmışın dışında bir görüş olarak  faydalanılmaya ve geliştirilmeye uygun bir konudur. 

KAYNAKÇA

JUDETZ, EUGENIA POPESCU: "TANBURİ KÜÇÜK ARTİN - A MUSICAL TRATISE OF THE EIGHTEEN CENTURY. PAN YAYINCILIK . 2002. İSTANBUL.


23 Mayıs 2021 Pazar

21.YÜZYIL'DA BİR BAŞYAPIT: NAZIM ORATORYOSU

 


" Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..."

                                      Nazım Hikmet


 Sahnelenmesinden iki yıl sonrasında izleyebildiğim,  fikir mücadelesinde  hapisten sürgüne adanmış bir ömrün,  belki de yaşamında duyulmadığı kadar yüksek ve coşkulu seslendirilişini izlediğim  Nazım Oratoryosu  dönemsel bir fikir mücadelesinin bugüne kadar gördüğüm en, sanatlı anlatımıydı. 

 Yaşayarak yazmak, dedikleri bu olsa gerek. Tıpkı Nazım'ın yaşarken, yazdığı gibi bu  oratoryo  da onu yaşayarak  ve dahi onunla yaşayarak yazılmış gibi. 

 Nitekim, sahnenin bütün detayları, bütün sunumları da izleyiciye onu yaşatıyordu.

 Genco Erkal'ın  Nazım Hikmet'mişcesine ve onun geçirdiği evrelerin üzerine yazdığı şiirleri sanki o evreleri geçirmiş de  söylüyormuşcasına  izleyiciyi büyülediği o  eşsiz üslubundan mı bahsedeyim,  Fazıl Say' ın  müzik dehasıyla bestelenmiş ve oratoryonun en ideal yerlerinde  en yüksek ifadeleri vurgularcasına kurgulanarak  anlatımlarla bütünleşen ve  orkestranın eşsiz zenginliği ve görkemli uyumuyla seslendirilen müziklerinden mi? 

 Nazım Hikmet'in " Kız Çocuğu" şiirinin   Zülfü Livaneli bestesinin de  bugünün dünyasında verilen mücadelenin ne kadar anlamlı olduğunu bize hissettiren sunumunun duygusallığı ile  dünyamızın sadece birtane olduğu ve sarı siyah beyaz tüm çocukların  yaşaması için el ele vermemiz gerektiği vurgusunun  sanatlı anlatımını görmenizi çok isterdim.  

      Orkestra ve koronun en görkemli anlarından olan  "Nazım Hikmet bir vatan haini olmaya devam ediyor hala"  diyerek, Genco Erkal'ın ifade ettiği gazete haberi  başlığının  kademe kademe en yüksek perdelere kadar her sesten her telden  söylenilmesi  günümüzde de üzülerek yaşadığımız, içsel suskunluğun müziksel bir çığlığıydı sanki....

   Ve...

     Yaşamayı ciddiye alacaksın....

     Yani o derece öylesine ki....

     Mesela, kolların bağlı sırtın duvarda...

     Yahut kocaman gözlüklerin...

     Beyaz gömleğin bir laboratuvarda...

     İnsanlar için ölebileceksin....

     Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar      için.....

     Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken....

      Hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde....

     Şiirinin finaliyle;  bugün, idealler uğruna yaşanmış ve adanmış ömürlerin çok azaldığını gördüğümüz dünya için  bir şeyler yapmamızı hatırlatırken  bu uğurda verilen kayıpların anısına seslendirilen  ve bir Zülfü Livaneli klasiği olan  "Yiğidim Aslanım" türküsüyle  tüm oratoryonun eşsiz anlatımı son buluyor. 

     Sizlere tek tek eserlerdeki tahlilleri yaparak, teknik detaylar vermeyeceğim.  Orkestranın zengin sanatlı ve muazzam etkileyici uyumu ile  bestelerin tematik bütünselliği  solistlerin duygu dolu yorumları  Genco Erkal'ın üstatlığı  Fazıl Say'ın  sanat kariyerinin  en anlamlı ve dahiyane besteleriyle  Piyanosunun birleştiği bu eser  bu yüzyılın bir başyapıtdır. 

Müzik tarihine  böyle geçmesi dileğiyle....  

Sonsuz şükranlarımızla....


2 Şubat 2021 Salı

SARAY MÜZİĞİ NASIL MEYHÂNE MÜZİĞİ OLDU?

 Değerli Okuyucularımız

 Bu yazıya, öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarından bir anı ile başlamak istiyorum. Lise birinci sınıfların bir dersinde Türk Sanat Müziği'nde makam kavramını incelememiz gereken bir ünitedeyiz.  Özel okuldaki öğrencilerin lise çağında olmalarının da verdiği rahatlık cevaplarına da yansıyor takdir edersiniz ki. Ben konuyu anlatmadan önce öğrencilerime, varolan bir fikirleri var ise paylaşsınlar düşüncesiyle önce soru olarak yöneltirim  o derste de çocuklarıma, "Makam nedir?" sorusunu sordum.  Bir öğrencim söz istedi. Öğretmenim dedi makam meyhane müziklerinin tamamıdır dedi. Bu cevap karşısında çok üzüldüm.  Bir, Türk çocuğunun alimlerin üstün emeklerle kaleme alıp tarihimize kazandırdığı edvârlardan,  bestecilerimizin meşk sistemi ile emek verip öğrenciyi yetiştirerek günümüz repertuarına aktarmak için büyük bir çaba gösterdiği eserlerden bize ulaşan, makam kavramını meyhane müziği olarak biliyor ve ifade ediyor olması beni çok sarsmıştı.  Bu meslek hayatımın en üzücü anlarından biriydi.  Zira bir önceki yazılarımda takip edebildi iseniz, on üçüncü yüzyıldan itibaren 650 yıllık bir süreçte çok değerli hükümdarların ilim adamlarının ve bestekarların musıki ye, Türk musıkisi'ne nasıl emek verdiklerini, gözlemleyebilirsiniz. Ve saray müziklerinin yapısına baktığınız zaman imparatorlukların ve onların halklarının gücünün en önemli göstergelerinden olduğunu görürsünüz. Osmanlı İmparatorluğu'nun da tarihi birikiminin gücüyle yoğurulmuş mûsıkîmiz malesef çöküş neticesinde bir hayli zarar gördüğünden epey badireler atlatmıştır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında medeniyetimizi Batı'ya uyarlamak düşüncesi ile medeni kanun, ekonomi, tarım, harf inkılabı gibi hususlarda yapılan reformlar oldukça adil ve başarılı görünse de  bu malesef kültürel süreçte mûsıkimiz için geçerli olamamıştır.  O dönemdeki kültürel kopuş neticesinde 700 yüzyıllık Osmanlı musıkisi bilinçli bir uygulama ile, hakir görülmüş ve bir dönem de yasaklanmış yok sayılmıştır.  Hatta bunun için kurulan okullar ekseninde yetişen eğitimci ve müzisyenler de ağız birliği etmişlercesine Türk müziğine karşı daha adı geçtiği anda burun kıvırmak şeklinde mimik hareketleriyle, zengin ve bir o kadar ihtişamlı mûsıkîmizi hakir görerek, daima ikinci sınıf muamelesi yapmışlardır. İşte malesef ki çocuğumun böyle bir cevap vermesine kendi öz mûsıkisini meyhâne müziği olarak tanıtan kendi tarihine yabancı eğitmenlik anlayışının eksikleri sebep olmuştur.  Hem Batı müziği hem Türk Müziği eğitimini en verimli haliyle bizlere sunan, okulumuz bile bu ayrımcılıktan nasibini almış, yıllarca dışlanmıştır.  Buna rağmen dönemin en iyi sanatkarları, hocaları, araştırmacıları ve bestecileri ile birlikte  musıki hayatımızın yaşatılmasına hem ilmi, hemde icrai alanda büyük emekler vermiştir. Malesef ki, sayısal çokluk ve hakim düşünceler sebebiyle  bu çabalar son onbeş yıla kadar zorlukla ilerleyebilmiştir. 1990 öncesi Nişantaşı'ndaki binasında geçirdiği yangın felaketi ile tüm eser ve çalgıları kül olan bu kurum sıfırdan kuruluşunu gerçekleştirmiş. 1990 yılı itibariyle imkansızlıklar içinde yeniden musıkimize hizmet etmeye başlamıştır.  O günlerden bugünlere geldiğimizde orientalist pencereden bile olsa Türk Sanat Musıkisi'ni bugün dünya tanımakta ve çok da ilgi göstererek yabancı üniversitelerin kürsülerinde dahi yer ayırıp bir araştırma sahası olarak kabul etmektedir.  Uluslararası kongre ve sempozyumlar sayesinde, kültürel arenada da büyük bir gelişme göstermiş ve müzikolojik ilgi  ve merak konusu olarak uluslararası araştırmacılar tarafından üzerinde ihtimamla durulmuştur. 

 Tüm bu verimli gelişmeler sayesinde  Türk Mûsıkimiz gençlerimiz arasında da ilgi ve merakları nispetinde yer bulmuş, bir Batı enstrümanı olan Piyano'da bile dinlemekten mutlu olur duruma gelmişlerdir.  Bugün ben en azından hiçbir çocuğumdan bu cevabı almayacağımı bu gelişmeler sayesinde ve son yıllardaki akademik emekler ve gelişmeler sayesinde biliyorum. Çalışılan saygın araştırmalar ve yayınlar ile topluma kazandırılan tarih bilinci neticesinde, hakettiği değere musıkimizin kavuştuğunu görmek çok anlamlı. Ve bu sürecin bizzat gelişiminde büyümek ve çocuklarına da bunu yaşatarak, yaşayarak anlatmak, yazılarımız yayınlandığında ilgiyle okunması ve sanatkâr arkadaşlarım eserlerini icra ettiklerinde ilgi ve beğeniyle dinlenilmesi ve mûsıkimizin meyhâne müziği kavramından kurtulup kültürel bir destan halini almasının önemi bugün benim için çok ayrı bir yerde inanın. Devamı dileğiyle... Ve

Yahya Kemâl'in:

"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden,

  Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden..."

Sözüyle noktalayıp sizlere müzikli ve sağlıklı günler dilerim...

27 Ocak 2021 Çarşamba

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT SONUÇ BÖLÜMÜ

 SONUÇ

   Timur İmparatorluğu Dönemi'nde musıki adına yaptığımız incelemeler ve araştırmalar neticesinde üzerinde durulması gereken hususları şu şekilde belirlemek mümkündür:

     Tarihsel süreç içerisinde görülür ki, aynı dönemlerde ve birbirlerine yakın olarak yaşayan toplumlar ticari ve siyasi faaliyetleri nedeniyle, kültürel anlamda da kendi aralarında sürekli bir etkileşim  içinde bulunmuşlardır. 

    İşte bu etkileşim, -14. ve 15. yüzyıllarda-  Timur İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında kurulan bağlantılar sonucunda da oldukça net bir şekilde tespit edilmiştir.  Bu bağlantılar Türk sarayları çerçevesinde değerlendirilmiştir.  Zira,  Biliniyor ki her iki imparatorlukta da ilim ve sanatkarlar, dönemin hükümdarlarının saraylarında yaşamlarını sürdürürlerdi.  Bundan yola çıkarak denilebilir ki:  Osmanlı klasik saray fasılları, Herat'ta Hüseyin Baykara'nın sarayında düzenlenen ve, Hüseyin Baykara faslı olarak adlandırılan, konserler, örnek alınarak geliştirilmiştir.

     Nitekim, "Herat Sanat Okulu"  bünyesinde geliştirilen "Herat Müzik Ekolü"nün de,  icra özellikleri ile, form, makam ve usûl yapısı bakımından Osmanlı'da Türk Müziği'nin temelini teşkil edecek kadar yoğun tesirde bulunduğu görüşü artık sabittir. 

    Timur İmparatorluğu Dönemi müzik nazariyatçıları kendilerinden önce gelenlerin yaptıkları çalışmalar üzerine yeni ilaveler ile eserlerini telif etmişler ve bu nazari esaslar Osmanlıda bu alanda yapılan çalışmaların büyük bir bölümünde de 18. yy' a kadar uygulanmıştır. 

      Timurlularda, müzik nazariyatı adına Abdülkadir Merâgi ile tamamlanan dönem Osmanlıda onun oğlu Abdülaziz Çelebi ve torunu Mahmut Çelebi ile devam etmiştir. 

     Daha önce diğer güzel sanat dalları için belirttiğimiz Herat üslûbunun hususiyetlerini "Herat Müzik Ekolü" adına da şu maddeler ile belirtebiliriz : 

     1. Profesyonel anlamda müzik erkek müzisyenler tarafından yapılırdı.

     2.  Müzisyenler, eğitimlerini özel olarak üstatlardan alırlardı. Sarayda toplu bir müzik eğitimi verilmesi mecburiyeti söz konusu değildi. Ancak saraydaki ehil müzisyenler öğrenci adaylarının istek ve istidadları doğrultusunda hem saray içinde hem dışında medreselerde müzisyen  yetiştirebilirlerdi.

    3.  Saray tarafından himaye edilen müzisyenler yaptıkları çalışmalarda tamamen özgür bırakılırlardı.  Üzerlerinde herhangi bir kısıtlama söz konusu olmadığı gibi çalışmalarına karşılık oldukça mühim lütuflara mazhar olurlardı.

   4.  Hükümdarların daveti veya isteği ile getirilen müzisyenlerin yanında bazılarıda saray himayesinde bulunmaktan hoşlandıkları için kendileri gelerek buraya girerlerdi.

   5.   Sarayda, amatör müzisyenlerde bulunurdu. Ancak, bunlar profesyonel müzisyenler kadar itibar  görmeyip, onların yardımcıları konumundalardı.  Amatör müzisyenlerin hamisi görünümündeki üstatlar zaman zaman onların besteledikleri eserleri de icra edebiliyorlardı.

   6.  Profesyonel müzisyenler, muhakkak bir veya iki sazı iyi icra ederlerdi. Sazlardan en makbul olanları ise; ud, ney, kânun, çeng, ve Merâgi'nin tarif ettiği kemençeydi. Nitekim sazendelerin çoğu aynı zamanda hânende idiler.

   7. Bestekârlar ayrı bir itibar görürlerdi. İcracı olma mecburiyetleri yoktu.

   8. Müzisyenlerin, saray dışında dini tarikatlarla da ilişkileri bulunurdu.

   9. Zikredilen müzik formları arasında; ölçüsüz, serbest, ya da diğer bir tabirle doğaçlama bir tür yer almıyordu.

  10. Tek enstrümantal tür pesrev idi.

  11. Hükümdarlar  huzurunda yapılan mûsıkî icralarının belli kuralları vardı.

  12. Dönemin müzikalitesi itibarıyle büyük formların bestelenmesi ve icrası daha önemli bir yer tutardı. Müzik formları bakımından ayırım yapılması sözkonusuydu. En saygı gören form; "Nevbet-i Müretteb" idi, bunu nakış ve savt formları takip ederdi.

   13. Müzisyenlerin hemen hepsi aynı zamanda şâirdi.


     Timur İmparatorluğu dönemi musıkisi olarak incelediğimiz XIV.yy'ın sonları ile XV. yüzyılın tamamını kapsayan bu zaman dilimi adına görülmüştür ki elimizde tam anlamıyla müzikal olarak belirleme, yapabileceğimiz eserler yoktur. Herkesce sabit görülen o dönemin mûsıkîsi adına en önemli zorluk ve eksiklik de buradadır.  Zira mûsıkî edvârlarını, tezkireleri, vekâyinameleri ve onların müelliflerinin beyanlarını ne kadar incelersek inceleyelim bunlar dinleyerek betimleyebileceğimiz bir mûsıkî yaşantısının yerini tutamayacaktır. Bu alanda bilinen tek eser olan ve nüshasına bir türlü ulaşamadığımız Abdülkâdir Merâgi'nin Kenzü'l Elhân adlı eserinin bulunması,  iyi bir araştırma ve nazariye çalışması ile notaların ebced sistemi ile günümüz notasına çevrilmesi ve icra edilmelerinin bize bir gün o dönemin yaşayan müziğini tanıtabileceği  umudundayız. 


   Çok uzun zaman önce yapmış olduğumuz bu çalışmanın kültürel özelliklerdeki bölümlerini yeni katkılar ile geliştirerek  okuyucularımızla paylaştık. Çevirisi yapılan ebced notasyonu ile, incelenen müzik formları, usûller, gibi teorik esasları ile döneme ait çalgıları ilerleyen zamanlarda başka bir projedeki kültürel unsurlar ile birleştirerek sunmak dileğiyle...


BİBLİYOGRAFYA (Tüm Araştırmaya Dâir)


AGAYEVA, Dr.Süreyya:

 "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı", Mus.Mec., Yıl:51, Sayı: 462,1998, s.39-41.

"Türk Mûsıkîsi'nde Edvâr", Mus.Mec., Yıl:52, Sayı: 463, Kış,1999, s.57-59.

"15.yy'da Mûsıkî İlmi", Seminer, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 24.03.2000

AKA, Prof.Dr.İsmail: 

Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), TTK, Basımevi, Ankara, 1994.

Timurlular, TDV Yayınları, Ankara, 1995.

"Timur Devri Anadolusu", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.229-234

AKDOĞU, Onur: Türk Müziği Bibliyografyası 

(9.yy-1928) Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1989.

AKSOY, Dr.Bülent: "Ortadoğu Klâsik Mûsıkîsinin Bir Merkezi:İstanbul", 

Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, s.801-813.

AKSÜT, Sadün: Türk Mûsıkisinin 100 Bestekârı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993.

ALİ ŞÎR NEVÂYİ: Mizânu'l Evzân, Hazırlayan: Kemal Eraslan, TDK Yayınları, Ankara, 1993.

AREL, Hüseyin Sadettin: "Fatih Devrinde Türk Mûsıkîsi", Mus.Mec.,. Sayı:6/ 63-65, s.68-76.

AYAN,Prof.Dr.Gönül: " VX.yy-XVI.yy'ın Ünlü Aşk Hikâyesi Vâmuk u Azrâ'da Mûsıkî" , Mus.Mec. Sayı:466, 10.1999, s.20-22.


BABÜR, Gâzi Zahirüddin Muhammed: Babür'ün Hatıratı, Çev.Prof.Reşit Rahmeti Arat, TTK, Basımevi, Ankara-1987.

BARDAKÇI, Murat: Maragalı Abdülkâdir, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

BARTHOLD, Wilhelm: Uluğ Bey ve Zamanı, Çev.Prof.Dr.İsmail Aka, TTK Basımevi,.Ankara, 1997.

BAŞER, Fatma Adile: "Müzik Nazariyatının Dönemleri", Müzik Tarihi Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü, 1999.

BERL,.Emmanuel: Atillâ'dan Timur'a Avrupa ve Asya, Çev. Gülseren Devrim, Doğan Kitapçılık AŞ, İstanbul-1999.

BIYIKTAY, Halis. Timurlular Zamanında Hindistan-Türk İmparatorluğu, TTK Basımevi, Ankara, 1989.

DEVLETŞAH: Tezkire-i Devletşah, Çev.Prof.Necati Lugal. Tercüman Yayınları. Kervan Neşriyat, İstanbul,1977, C.4

FELDMAN, Walter: Music of the Ottoman Court, Copyright VWB, Berlin-Germany,1996.

HAREZMİ, Muhammed: Mefatihu'l Ulum, Yay.Ibrahim El-Ebiyari. 10.-11.yy.

İNANCER, Ömer Tuğrul: "Osmanlı Mûsikîsi Tarihinde Tasavvuf Mûsıkîsine Kısa Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara-1999, C.10, s.679-690.

İNALCIK, Prof.Dr. Halil: "Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.1, s.37-113.

İSMAİL Râcı el Farûki-2.Yazar Luis Lamie: İslâm-Kültür Atlası, Çev. Mustafa Okan-Zerrin Kibaroğlu, İnkilap Yayınevi, İstanbul,1991.

KANTEMİR, Dimitri: Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi , Çev.Dr.Özdemir Çobanoğlu, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 1999

 2 Cilt.

KEHHALE, Ömer Rıza: Mücemü'l Müellifine Tetacimü Musannifi'l Kütübi'l Arabiyyeti, Beirut, 1984.

LEVEND, Agâh Sırrı: Türk Edebiyatı Tarihi, 1.Cilt, TTK Basımevi, Ankara,1999.

NEŞRİ, Mehmed: Kitâb-ı Cihân-nümâ, Neşri Tarihi, yay. Fâik Reşit Unat-Prof.Dr. Mehmet Köymen, TTK, Basımevi, Ankara,.1995, 2 Cilt.

ÖZTUNA, Yılmaz: Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, İstanbul, 1970. 

RAUF YEKTA BEY: Türk Mûsıkisi, Çev.Orhan Nasuhioğlu, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1986.

ROUX, Jean Paul: Aksak Timur İslâmın Kutsal Savaşçısı, Çev. Ali Rıza Yalt, 

Milliyet Yayınları, İstanbul, 1994.

SAY, Ahmet: Türkiye'nin Müzik Atlası, Borusan Yayınları, İstanbul, 1998.

ŞAHİN, Erdal: "Osmanlıların İdil Boyu Tatar Türklerinin Kültürü ve Diline Etkileri" , Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999, C.9, s.353-360.

ŞÂMİ, Nizâmüddin: Zafernâme, Çev.Necati Lugal, TTK Basımevi, Ankara, 1987.

TANINDI, Prof.Dr.Zeren: "Osmanlı Sanatında Cilt", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara, 1999, C.11, s.103-107.

TANRIKORUR, Cinuçen: Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998.

TURA, Prof.Yalçın:

Türk Mûsıkîsi'nin Mes'eleleri, Pan Yayıncılık, İstanbul,.1988.

"Ebced Notası" Müzik Paleografyası Ders Notları, İTÜTMDK, Müzikoloji Bölümü.1997-1998.

UMAR, Bilge: Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi Türkiye Türklerinin Ulusunun Oluşması, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998.

USLU, Dr.Recep: "Aydınlı Şemseddin Nâhifi ve Bilinmeyen Eserinden XV.yüzyılda Osmanlılarda ve Orta Asya'da Mûsıkîşinaslar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, C.10, a.587-593.

UYGUN, Yrd.Doç.Dr.Mehmet Nuri: "Türk Mûsıkîsi Tarihinde Teorik Çalışmalar" Dees Notları, İstanbul Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, 1999.

ÜNGÖR, Etem Ruhi: 

"Mûsıkî Tarihimizde 600 yıl Önceki Abdülkâdir Merâgi-Gulam Şadi Kavgası", Musiki Mecmuasi, Yıl:50,.Sayı: 458, s.8-9, 1997.

"Osmanlı'da Türk Mûsıkîsi ve Çalgılar", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,.1999,.C.10, s.572-583.

WRIGHT,.Oven: The Model Systemof Arab and Persian Music A.D. 1250-1300, Oxford University Pres, London,.1978.

YAVAŞÇA, Dr.Alaeddin: "Safiyüddin Abdülmümin ve Abdülkadir Merâgi", 

Kök, C.2, Sayı:16, yıl:1982, s.6

YÜCEL, Prof.Dr.Yaşar: Timur'un Ortadoğu Anadolu Seferleri ve Sonuçları, (1393-1402), TTK, Basımevi, Ankara,.1989.


ANSİKLOPEDİK MADDELER

İA: İslam Ansiklopedisi

Iki ayrı baskısından faydalanıldığı için ayrı ayrı maddeler belirtildi.

Barthold, Wilhelm: mad."Ahmed Celâyir" C.1, s.182. , İ.A.Meb Basımevi, İstanbul,1965.

Beveridge, H: mad."Hüseyin Mirza" C.5, s.645-646. İA , İstanbul, 1965.

Ettinghausen, R. mad."Bihzad" C.2. s.605-609. İA. İstanbul, 1965.

Farmer, H.G. mad. "Abdülkadir" C.1, s.83-85

İ.A. İstanbul, 1965. 

Farmer, H.G. mad. "Mûsıkî", C.8, s.678-687. İ.A.,Maarif Matbaası, İstanbul, 1940.

Kafacı, Mustafa. mad. "Timur" C.12,.s.336-346 İ.A. , İstanbul, 1965.

Ritter, H. mad."Câmi" C.3, s.15-20  İ.A. İstanbul, 1965.

Roemer, Hans. R. mad." Timurlular" 

C.12, s.346-370, İ.A., İstanbul,1965. 

Togan, Zeki Velidi. 

mad. "Ali Şîr" C.1, s.349-357,

mad."Baysungur" C.2, s.428-430.

mad."Herat" C.5, s.429-442.

I.A., İstanbul, 1965.

Yınanç, Mükremin Halil. mad."Celâyir", 

C.3,.s.64-65, İ.A., İstanbul,.1965.


BL: Büyük Larousse Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul, 1986.

mad. "Abdülaziz Çelebi"C.1, s.26

mad."Abdülkâdir Merâgi"C.1, s.48

mad."Ali Şîr Nevâyi" C.1, s.387-388

mad." Babür" C.2, s.1167

mad."Bennâi" C.3, s.1517

mad."Câmi" C.4, s.2150-2151

mad."Celâyir" C.4. s.2249

mad."Celâyirliler" C.4 s. 2249

mad."Cengizhan" C.4. s.2264

mad."Herat" C.9, s.5195-5196

mad."Herat Müzik Okulu" C.9, s.5196

mad."Hüseyin Baykara" C.9,.s.5450

mad."Minyatür" C.13 s.8207-8210

mad."Moğolistan Halk Cumhuriyeti" C.13, s.8253-8255

mad. "Moğollar" C.13, s.8255

mad. "Timur" C.19, s.11540-11541

mad. "Timurlular" C.19, s.11541-11543

26 Ocak 2021 Salı

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER -5-



KUL MUHAMMED

    Udi olarak bilinir. Baykara döneminin sâzende ve bestekârlarındandır. Kitareyi de güzel çaldığı belirtilmiştir. Bestelemiş olduğu peşrevlerin fazlalığı ve güzelliği ile ünlüdür. Peşrev dışındaki havaları fazla beğenilmemiştir. Sazda ileri gelen üstatlardan olan Kul Muhammed Ali Şîr Nevâyi'nin öğrencilerindendir.


MİR AZÛ

    Mirza Baykara döneminin iyi bestekarlarından olan Mir Azu'nun sâzendeliği yoktu. Besteleri az fakat zevkli bir üsluba sahipti.


MUHAMMED BÜ SAİD

   Asıl mesleği pehlivanlıktı ve pehlivanlıkta da ileri gelenlerdendi. Dönemin takdire değer görülen bestekârlarındandı. Savt ve Nakış formlarında eserler bestelemişti. Çargâh makamından bestelediği nakşı o dönemde tanınmıştır. Hoşsohbet mizacı ile bilinen Muhammed bü Said'in pehlivanlık ile sanatkârlığı nasıl bir araya getirdiği şaşkınlık yaratmıştır. 

    RAZIYÜDDİN RIDVANŞAH

     Celâyirliler hânedanının en önde gelen müzisyenlerinden biriydi. Abdülkâdir Merâgi'de eserlerinde kendisinden övgüyle söz etmiştir. Hâce Zeki Tebrizî'nin halefi olarak bilinir. Birkaç makam ve şubede bestelediği bir nevbeti olduğu söylenir. 

   ŞAH KULU GICEKİ

  Irak'tan Horasan'a gelmiştir. Saz meşkederek şöhret kazanmıştır. Birçok nakış, peşrev ve hava bestelemiştir. 


   ŞEYHİ NÂYİ

  Sultan Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ve en yetenekli sâzendeleri arasındadır. 12-13 yaşından beri çok iyi ney çalan Şeyhi Nâyi; ud ve kitareyi de iyi icrâ edermiş. Bâbür'ün Hatıratı'nda onun bu yeteneği ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:


   " Bir defa Bediüzzaman Mirza'nın sohbetinde bir havayı neyden güzel çıkarır. Kul Muhammed kitara da aynı havayı çıkaramaz ve " Kitara noksan bir sazdır" der. Şeyhi Nâyi derhal Kul Muhammed'in elinden kitarayı alıp o havayı kitarada güzel ve tam çalar. Kendisinin hakkında dediklerine göre o nağmeye o kadar vakıfmış ki hangi nağmeyi duysa "Filan neyin filan perdesi bu ahenktedir" dermiş. 

   Kendisi çok fazla beste yapmamıştır, ancak bir iki nakşın ona ait olduğu söylenmektedir. 


ZEYNEL ABİDİN HÜSEYNİ

(d.?-ö.1520)

   İlk olarak Hüseyin Baykara'nın sarayında gördüğümüz Zeynel Abidin, Gulâm Şâdi'nin talebesidir. Ûdî, kemençevî ve hânende olarak mûsıkî icra ederlerdi.  Hüseyin Baykara'dan sonra Akkoyunlu Sultan Yakub'un da yanında bulunmuş, bunun ardından davet üzerine Amasya Vâlisi Şehzâde Ahmet ile onun kardeşi Manisa valisi Sultan Korkud'un saraylarında fasıl mûsıkisi icra etmiştir. 


BİBLİYOGRAFYA

Aksoy, Dr.Bülent. "Ortadoğu Klâsik Mûsıkisinin Bir Merkezi, İstanbul", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, Ankara.C.10,.s.810-813.

Babür, G.Z."Babür'ün Hatıratı" C.2.S.186-200

Yavaşça, Dr.Alâeddin: "Asırlar Boyu Türk Mûsıkisi, Bestekârları ve Beste Formları", Kök Mec. 06.1982. C.2.Sayı:13 s.9


GÖRSEL

Temsilîdir. 

https://www.sahapedia.org/hindustani-khayal-music-sociocultural-history

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2-

 MÜZİSYENLER 4



  HÜSEYİN BAYKARA

   (1438-1506)

    Sultan Hüseyin Mirza b.Mansur b.Baykara b.Ömer Şeyh b.Emir Timur 1438'de Herat'da doğdu. Hem anne tarafı  hem baba tarafından soyu Timur'a dayanan asil bir aileden geliyordu.  Çocukluğunda Ali Şir Nevâyi  ile eğitim gördü fakat henüz gençlik döneminde iken, siyasi mücadelelere girmek zorunda kaldı.


   Payitaht  olarak seçtiği Herat'ı, Ebu Said Mirza ile yaptığı uzun muharebeler sonucunda ancak Ebu Said'in ölümünün ardından ele geçirebildi ve 1469-1506 seneleri arasında orada hüküm sürdü. 


     1470 yılında, Şahruh'un torunu Yâdigâr Muhammed'in işgâlini, en yakın dostu Ali Şîr Nevâyi yardımıyla engelledi. 


    Şibâni Han'la bir muhaberesini müteakip sene içinde, 1506'da Herat'ta vefat etti. 


    Devrinde Herat'ı bir bilim ve sanat merkezi haline getirmiş, mümkün olduğunca bilim adamlarını ve sanatkârları burada toplayarak himâyesi altına almıştır. 


    Molla Câmi, Ali Şir Nevâyi, Bennâi, Abdullah Mervârid, Gulam Şâdi, Şeyhi Nâyi, Şah Muzaffer, Behzad ve daha birçok sanatçı onun himayesi altında idiler. 


   Şâirliği de bulunan Mirza Baykara, mûsıkî ile de iştigal etmiş, Ali Şir Nevâyi ile eserler bestelemiştir. Fakat bu eserlerden günümüze gelen bulunmamaktadır.


HÜSEYİN CELÂYİR


   1374-1382 yılları arasında Celâyir Hânedânı'nın hükümdârı olup, Sultan Üveys'in oğludur.


    Döneminde, bilim ve sanata çok önem vermiş olanbu hükümdar, bizzat mûsıkî ile de ilgilenmişve Abdülkâdir Merâgi'nin öğrencisi olmuştur. Merâgi'ye büyük saygı duymuş ve itibar göstermiştir. 


    Merâgi dışında, Hâce Şeyhü'l Kucec, Emir Şemseddin Zekeriya, Mevlânâ Celâleddin, Razıyeddin Rıdvanşah ve Ömerşah gibi müzisyenleri de Tebriz'deki sarayında, mûsıkî meclislerinde gördüğümüz Hüseyin Celâyir bu fasıllara çok ilgili olarak bilinir. 


     Sultan Hüseyin Celâyir 1382'de kardeşi Sultan Ahmed Celâyir'in Tebriz'i zaptetmesiyle onun tarafından idam ettirilerek öldürülmüştür.


    HÜSEYİN ÛDÎ


   Hüseyin Baykara döneminin en ünlü ud üstatlarından biridir. Udu zevkle çalması ve söylemesi ile meşhur olan Hüseyin Ûdî'nin tek kusurunun fevkâlâde nazla çalması olduğu söylenir. Udun tellerinden bir mızrap darbesi ile tek nağme çıkaran yalnız kendisidir. (Babür, age.C.2, s.200)


BİBLİYOGRAFYA


Bâbür."Babür'ün Hatırâtı", C.2,.s.177, 186-201.

Beveridge, H."Hüseyin Mirza", İ.A., C.5 , İstanbul,1965 MEB, s.645-646


GÖRSELLER

Kaman, Sevda. "Hüseyin Baykara Divânı'nın Bilinmeyen Bir Nüshası Üzerine" Araştırma makalesi. ISSN: 2529-0045.

25 Ocak 2021 Pazartesi

TİMUR İMPARATORLUĞU'NDA SANAT -2

 MÜZİSYENLER   3 



DERVİŞ BEY

   Timur Bey'in iyi karşıladığı, koruduğu, iki nesli Timur soyundan olan Derviş Bey , Hoca Ubeydullah Hazretleri'n8n de müridi idi. 

    Mûsıkî ilmini bilen bir müzisyen olup,  iyi saz çalardı.  Derviş Bey aynı zamanda bir şairdi. 

    Sultanahmet, Mirza, bir savaşta Çir suyu sahilinde yenik düştüğünde, Derviş Bey de Çir suyunda boğularak vefat etti. (Babür, age.C.2,s.22)


   DERVİŞ ŞÂDİ


    Onbeşinci yüzyılın ortalarında doğduğu sanılmakta olan Derviş Şadi döneminin Şah Muhammet ve Hoca Şeyhim-i Tebessi  ile birlikte üç önemli müzisyeninden biri olup, Hüseyin Baykara döneminde  yaşamışlardır.


     Mirza Baykara, Abdülkadir'in Timur döneminde bestelediği "Miatayn" a özenerek,   Bu 3 müzisyene başvurmuş,  Derviş Şadi Bey'de kendisinin epey yaşlandığını böyle bir görevin Hoca Şeyhim tarafından yerine getirilebileceğini  söylemiştir. (Agayeva, S.age.)


    Bestekar Gulam Şadi'nin de babası olan Üstad Şâdi, Herat alimlerinin arasında seçkin bir yere sahipti. Pek çok bestesi bulunan Derviş ve Üstad Şâdi'nin 12 talebesi olmuştur. Bestelediği 12 Nakışı,  bu 12 talebesine meşkeden Derviş Şâdi  bunları en iyi okuyanı o bestenin sahibi kılacağını söylemiştir.  Bu vesile ile onlardan en meşhur olanı Endicanlı Yusuf; Muhammes usûlünde Sümbülî Nakşı'na (Hoca Yusuf Nakşı olarak tanınır) Gulam Ali Şunbar, Türkidarb usûlünde Mah-ı Hilâl Nakşı'na, Mir Gur, Devr-i Şâhi usûlünde Dil Şişe bestesine Ali Kerdi Mal; Muhammes usûlünde Nakş-ı Hançere'ye, Ali Can Gıcaki'de diğer bir bestesine sahip olmuşlardır. Diğer bir oğlu Şâdi Beçe'de müzisyendir. (Agayeva, S.age.)


ENDİCANLI YUSUF

(D.?-1434)

   Hânendelik ve sâzendelikte, adı Abdülkâdir Merâgi ile anılan devrin en az onun kadar meşhur bir diğer mûsıkişinası da Endicanlı Yusuf'tur. Hükümdar Baysungur döneminin en değerli sanatkarı idi. Tezkire-i Devletşah'da ondan şöyle bahsediliyor:


    " Baysungur zamanında yetişen Yusuf-ı Endegâni'nin hanendelik ve mutriplikte  yedi iklimde eşi yok idi. Onun davudi sesi insanın yüreğini parça parça eder. Hüsrevâni ahengi, hasta yüreklerin yaralarına tuz ekerdi. Sultan İbrahim b. Şahruh kaç defa Tebriz'den kardeşine yazdı, onu Baysungur'dan istedi ve çok ricalarda bulundu. Bunun için 100.000 dinar gönderdi. Sultan Baysungur ise cevap olarak şu beyiti yazdı:

 "Biz Yusuf'umuzu satmayız. Sen kararmış gümüş paranı sakla."(Devletşah, age.C.3, s.407) 


Yusuf-ı Endegâni 1434 yılında ölmüştür. (Babür, age. C.2 s.489) 


GULÂM ŞÂDİ

(1412-1490)


   Hüseyin Baykara dönemi müzisyenlerindendir. Şâdi Hanende'nin oğludur. Sâzendedir ama sâzendelik seviyesinde bir icraya sahip değildir. Bestekâr olarak daha üstündü. İyi savt ve nakışları vardır ve zamanında bu formlarda onun kadar iyi eser besteleyen olmadığı söylenir. Şibâni Han onu Kazan Han'ı Muhammed Emin Han'ı yanına göndermiş, bu vakitten sonra kendisinden haber alınamamıştır. ( Babür, age. C.2, s.200) Merâgi'nin talebesi olduğu ve bilinmeyen bir sebeple araları açıldığı, daha sonra da Gulam Şâdi'nin Merâgi'yi bestelediği bir Pencügâh Kâr'la hicvettiği, Merâgi'nin de buna yine bir Pencügah Kâr ile cevap verdiği anlatılsa'da Dr.Süreyya Ageyeva bu 2 bestekâr arasında 60 yıllık bir fark olduğunu, Gulâm Şâdi'nin, Merâgi'nin değil talebesi, çağdaşı dahi olmadığını dolayısıyla bu meselenin de  doğru olmayacağını -belgelere dayanarak- ispatlamıştır. (Agayeva, S.age.)


HİREVÎ


   Herat'lı ünlü bir şâirdir. Onun bir müstezadı ile Abdülkadir Merâgi bir tasnif ve beste yapmıştır. Bu müstezat şöyledir:


   "Padişah huzurunda dilencilik halini  alatacak kimdir? Ahlar ve iniltilerden başka bülbülün feryat ve figânından sebâ rüzgarına ne haber gitmiştir. Aşkın sermayesi ya ağlayıp sızlamak ya altın,  yakut yahut da maşukun bizim ise ne altınımız var ne de senin merhametin yüzünden bazen bir nazarla dilenciye merhamet edileceğinden umidimi kesmemişim. Harmanın üstünde uyuyan bu siyah hangi yılandır. Senin kisvelerin midir? Yazık ki hata ise siyah hindu bir yerde uyuyorlar. Ey ikinci Yusuf senin çene çukurun gönüllerin meskeni olalıdan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğaldı. Senin endamın esvap içinde olası lâyık değildir. Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâhı da goncadan. Benim şâirime ve senin güzelliğine beyyine isterlerse o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi beyzâ ve asâ gibi mucizelerine şahit istemez." (Devletşah, age. C.2, s.280-281)


BİBLİYOGRAFYA


Ageyeva, Dr.Süreyya; "İlim Işığında Gulâm Şâdi Olayı" , Mus.Mec. Yıl: 51, Sayı: 462, Ekim, -1998.


Üngör, Etem Ruhi; "Mûsıkî Tarihinde 600 yıl Önceki Abdülkadir Merâgi-Gulâm Şâdi Kavgası ", Mus.Mec.Yıl:50, Sayı:458, Eylül-1997.


Babür, Babür'ün Hatıratı. C.1, s.90-91, 

C.2, s.177.C.2, s.22,.


Devletşâh, Tezkire-i Devletşah, C.2, s.280-281

  • GÖRSEL
https://www.iias.asia/the-newsletter/article/commemorating-tamerlane-ideological-iconographical-approaches-timurid-museum