21 Ocak 2021 Perşembe
MİSTİK ÖĞRETİLERİN MÜZİKSEL ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE BİR KARŞILAŞTIRMA “MEVLEVİLİKTE MUSİKİ İCRASI: MEVLEVİ AYİNLERİ VE TÜRKİYE YAHUDİLERİNE ÖZGÜ SÛFİ GELENEĞİ: MAFTİRİM İLAHİLERİ”
ALİ UFKÎ BEY'İN MECMUA-İ SÂZ Ü SÖZ ESERİNDE BESTECİLER VE ESERLERİ
MECMUA-İ SAZ Ü SÖZ’DE ESERLERİ YER ALAN VE BİYOGRAFİLERİNE ULAŞILABİLEN BESTECİLER
AHMED BEG MİSKALİ
Musikar/Misal adındaki enstrümanı çok güzel çaldığı ifade edilen Miskali Ahmed Beg (Ağa) hakkındaki bilginin Cevri’nin bir şiirinde geçtiği ifade edilmektedir (Özalp, 396):
“Anlarun bir dahi Ahmed Miskali’dir
Anı da vasf edelim hatm’ola ta kim eş’ar
Eylese bezm-i çemende nagamata agaz
Gül açıp guşini ol dem dem-beste hezar”
Miskali Ahmed Beğ’in Ali Ufki’nin Mecmuası’nda kayıtlı Neva makamında bir peşrevi bulunmaktadır (Bkz.3.Bölüm). (Cevher, 2003:439-441)
ALİ UFKİ BEY
1610’da doğan Ali Ufki Leh Asıllıdır ve asıl adı Albertus Bobovius (Albert Bobowski) ‘dur. 1633 yılında Kamaniçe kalesinin zaptı için yapılan savaşlardan birinde İstanbula getirilir ve sarayda esir hayatı başlar. (Behar,2008:84) 19 yıl içoğlanı , müzisyen ve musiki hocası olarak sarayda hizmet vermiştir. 1643 yılında Comenius’un Janua Linguarum Reserata’sını Türkçe’ye çevirmiştir. 1650 yılında Mecmua i Saz ü Söz ü yazmıştır. 1651 yılında sarayda olduğu belirtilen Ali Ufki aynı zamanda santur da çaldığı için Santuri Ali Beğ olarak da anılmaktaydı. 1654 yılında“Turkish and Latin Version of the Church Catechism” eserini yazmıştır. 1651-1657 yılları arasında saraydan çıkmış olduğu ifade edilmektedir. 1958 yılında Türkçe – Latince sözlük yazmıştır. 1658-1661 yılları arasında İngiliz Papaz Thomas Smith’in isteği üzerine Osmanlı Türklerinin dini inançlarını, İslam’da ibadet şekillerini, sünnet, hac, ve hasta ziyaretlerini konu alan Latince bir risale kaleme almıştır. 1660 yılındaki büyük İstanbul yangınından sonra Ali Ufki Bey bazı değerli yazmalarını Osmanlı Topraklarının dışına çıkarması için Lehistan Sefiri, François Meninskiye vermiştir. 1662-1664 yılları arasında Hollandalı şarkiyatçı Levinus Warner’in maddi desteği ile Kitab-ı Mukaddes’i Türkçe’ye çevirmiştir. Çevirinin 1664 yılında bittiğine dair Ahd-i Cedid’in Yohanna bölümünde Ali Ufki’nin imzası olduğu belirtilmiştir. 1664 yılının Ağustos-Aralık ayları arasındaki gelirini İtalyanca olarak öğrencisi Antonie Galland’a ait bir evrak-ı metrukiye içinde bulunmuş bir deftere kaydettiği bildirilmektedir. 10 Mayıs Saray-ı Enderun eserinin ilk yazmasının tarihi olarak geçmektedir. 1666 yılında Grammatice Turcia-Latina “ eserini yazmıştır. 1665-1673 arası olarak verilen tarihte Mezamir’i yazdığı bildirilmektedir. Kendi düştüğü notlarından, 1665 yılı Haziran ayından – 1667 yılı Ağustos ayı dahil olmak üzere kiracı olarak oturduğu ikinci evinde bulunduğu , kirasını düzenli bir şekilde ödediği eğer ödemeyi kendisi yapmadıysa kimin eliyle kirayı ev sahibine ulaştırdığını yazmaktadır. 1667 yılında kendisi henüz hayattayken Avrupa’da Viyana’da Saray-ı Enderun adlı eseri yayınlanmıştır. 1668’de Ali Ufki’ye Divan Tercümanı sıfatıyla Hazine’den bir ödeme yapıldığı belirtilmektedir. 1671 baş tercüman olduğu tarih olarak bazı kaynaklar da geçmiş olsa da baş tercüman olduğu kesinlik kazanmamıştır. Bununla beraberİ 1670-1671 yıllarında Hazerfen Hüseyin’in tanıklığı ile sarayın ikinci tercümanı olduğu bildirilmiştir.17 Mayıs 1671’de Mısır’daki kaynından bir mektup aldığı yazılmakta olup bu da o tarihlerde evli ve hayatta olduğunu göstermektedir. Ali Ufki Bey’in 1672-1677 yılları arasında öldüğü düşünülmüştür. Cem Behar Saklı Mecmua isimli kitabında 1675 tarihini kesin ölüm tarihi olarak vermiştir. (Behar,2005: 18-19,20,21,23,33,41,43,47,48, Behar 2008:9,)
Bir musiki hocası ve yazar kimliğinin dışında bestecilikte de eserler vermiş olan Ali Ufki’nin kendi mecmuasında; Muhayyer Makamında Düyek usulünde bir peşrev (Cevher, 2003: 300-302), Neva Makamında Berefşan usulünde bir Peşrev (Cevher, 2003: 425-426), Rast ı Pençgah Makamında Devri Revan usulünde bir beste (Cevher, 2003: 703), Rast Makamında Bir Semai (Ey letafet gülşeninin taze açılmış) (Cevher, 2003: 739). Uzzal Makamında bir Peşrev : Beste i Ali Beg Essanturi (Cevher, 2003:847) olmak üzere 5 adet Türk Musikisi eseri vardır. Bunların dışında 8 adet Türkü formunda ve 3 adet de Tevhid ve İlahi formunda Dini Musiki eserleri mecmuasında mevcuttur. (Cevher, 2003: 12)
BABA ZEYTUN
1520 doğum tarihi olarak geçmektedir. Ali Ufki’nin mecmuasında Pişrev-i Baba Zeytun naziresi adında , Rast makamında bir peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 2003: 732-733).
SULTAN II. BAYEZİD (d.1447-ö.1512)
VIII. Osmanlı Padişahı olan II.Bayezid Fatih Sultan Mehmet’in büyük oğludur. Osmanlı Padişahları arasında çok bilgili bir Padişah olarak anıldığından Bayezid-i Veli diye de anılmıştır. Adnî mahlasını kullanarak Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Aynı zamanda hattattır. Düyek ve Fahte usullerinde Neva Peşrevleri, Neva Saz Semaisi, Düyek usulünde Evc Peşrevi, Evc Saz Semaisi, Çifte Düyek usulünde Rahatülervah Peşrevi, Rahatülervah Saz Semaisi, Sakıyl usulünde Nişabur Peşrevi, Ağır düyek usulünde Aşiranbuselik Peşrevi eserlerindendir. (Yavaşça-1982, Üngör-1998) Sultan II.Bayezid’in Ali Ufki Bey’in mecmuasında Neva Makamında Düyek usulünde peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 2003: 387-389)
BEHRAM NEFİRİ
Hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşadığı bilinmektedir. Nefir çalan Behram Ağa’nın Bayati makamında 3 peşrevi, bir saz semai, Hüseyni ve Neva makamlarında birer peşrevi olduğu biliniyor. (Özalp, 56) Ezgi’de c.3 37. sayfada Beyati Peşrevini görmek mümkün. Ali Ufki Bey’in Mecmuası’nda Hüseyni makamında bir peşrevi mevcuddur. (Cevher, 295)
CÜCE ALİ AĞA
Ravza adı verilen mızraplı çalgıyı çalanlar arasında bildirilmektedir. Derviş Ömer’in talebeleri arasında adı geçmektedir. Bu sazı iyi çaldığı bildirilmektedir. (Altundağ, 107) Cüce Ali Ağa’nın Mecmua i Saz ü Söz’de bir adet yalnızca güfteden ibaret şarkısı, (Cevher, 248), bir adet de Neva Makamında, Muhammes usulünde peşrevi bulunmaktadır. (Cevher,
46-447).
ÇENGİ CA’FER
IV. Murad ve Mehmet zamanlarında yaşamış bir bestecidir. Çeng çalmıştır. Bu adından anlaşılmaktadır. Muhayyer makamında peşrevleri vardır. Nayi Ali Dede’nin Hamparsum nota mecmualarında bulunan Muhayyer Küme Peşrevi Acemler namına gösterilmiş olduğundan bu bestekarı IV.Murad’ın Bağdad’dan getirtmiş olduğu çokça zannedilir. Necip Paşa’nın gizli işaretli Hamparsum notasından ve Halim Efendi’den meşkedilmiş hali ile Muhayyer Küme Peşrevi Düyek usulündedir. (Cevher, 334, Ezgi, IV.C.16-18)
DERVİŞ ALİ
Derviş Ali Şir ü Gani olarak geçmektedir. Birinci dede olduğu bildirilmiştir. İstanbullu ve Gülşeni dervişlerindendir. IV.Mehmed ve III.Ahmet zamanında yaşamıştır. 1630-1711 yılları arasında yaşamış olduğu düşünülür. 1642 yılında da ün kazanmıştır. Sesi ve okuyuşu güzeldir, Esat Efendi Derviş Ali’nin 100 kadar dindışı 600 kadar dini eser ve ilahi bestelediğini yazmaktadır. Müstakimzadenin ilahi mecmuası ve Topkapı Sarayı Bağdad Küt. 402 numaralı İlahi mecmuasında 600 kadar ilahisi olduğu yazılmıştır.1710 yılında vefat ettiği bildirilmektedir. (Ezgi, c.2s.63)Ezgi 4. cilt s.40 da Nühüft bir durak eseri vardır. (Yüceışık, 1990, s.188) Derviş Ali mahlaslı bir türkü Mecmua-i Saz ü Söz de 147-2 bölümünde yer almaktadır.
DERVİŞ FRENK MUSTAFA
Evsat usulündeki Rast peşrevi vardır. (s.108, Ezgi, c.2) Attrabül Asar da yazıldığına göre Edirnelidir. Edirne Mevlevihanesinin aşçıbaşısı olup IV.Mehmed zamanında ünlenmiştir. Sesinin ve okuyuşunun güzel olduğu, hem saz hem söz eseri bestekarı olduğu ifade edilmektedir. Söz eserlerini Esat ef. De saz eserlerini de Ali Ufki ve Kantemiroğlu’nun mecmua ve kitaplarında görmek mümkündür. (Yüceışık, 1990, ) Ali Ufki’nin mecmuasında; Hüseyni Murabba (Cevher, 161), Nişabur Murabba (857), Saba Peşrev (591) eserleri bulunmaktadır.
DERVİŞ ÖMER
İstanbul’da doğmuştur. Sultan Murad döneminin ve yüksek mevlevi tarikatının dervişlerindendir. Semazendir. İyi bir tahsil görmüştür. Güzel seslidir ve lehçesi güzel ve yüksek olarak değerlendirilmiştir. Nezaketi ile döneminde takdir kazanmış ve devrin önemli üstatları ile ahbablık etmiştir. Uşşak Makamında Darb-ı Fetih usulünde;
“Subh salup mah-ı ruhundan nikab
Çık ki temaşaya çıka afitab
Rişte i canım(ı) tir it pür girih
Salma ser i zülf i semen saya tab
Murabba’ı mutluluk veren eserlerinden olarak değerlendirilmiştir, bunun dışında şarkı formuna dahil olabilecek eserlerinin ehil müzisyenlerce beğenildiği bildirilmiştir. (Yüceışık, 188)
Evliya Çelebi, “Müsahibi Şehriyar-i Sultan-ı Hanendegan Tokatlı Derviş Ömer Gülşeni) 140 Yaşında öldüğü, 7 padişah dönemi gördüğü, babasının Sultan Süleyman ile babası Sigetvar savaşında hayma etmişler. Mısır’da İbrahim Gülşeni’nin sohbetlerinde bulundu. Osmanlı’da II.Selim döneminde Gülşeniye yolunun seccadesine sahip oldu. Sultan Murad döneminde musiki ilminde edvar üzerine üstad ve hoca oldu. Bütün makamlarda maharetli olduğu ifade edilir. Sultan Murad Han’ın tabiatı Segah’a meyilli olduğundan, Segah makamında kar, nakış, savt, zikr, zecil, tasnifat, kaviller, şarkıyat, varsagiyyat okurdu ki, insana sonsuz hayatı yaşatırdı. Maye makamında Devr-i Revan usulünde bu beste onundur:
“Yarin dehanı sırrı nihandan haber verir
Guftare gelse seher beyan olandan haber verir”
Hışm ile baksa vermez aman, Rüstem-i zaman
Kirpiği, kaşı, tir-ü kemandan haber verir.”
Derviş Ömer’in Harem- Has’da Evliya Çelebi’nin de hocası olduğu bildirilerek, Evliya Çelebi’nin musiki ile ilgili metinlerinde kendisi ile yaşadığı anıları yer almaktadır. (Altundağ, 2005, 97-103). Derviş Ömer’in Ali Ufki’nin mecmuasında Evc makamında bir peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 761-762)
DERVİŞ NEVAİ
Sultan IV.Mehmed zamanının müzisyenlerindendir.Onun döneminin başlangıcında ünlenmiştir. Esad Ef. Bu bestekarı musiki ilmine oldukça vakıf olduğundan dolayı Baba Nevayi olarak belirtmiştir. Üstatlığının bir hayli meşhur olduğunu vurgulamıştır.
Nişabur makamında, Nimdevr usûlünde Murabba ı:
Ne açıldık fezâyı gülşene gülpîrehenlerle
Ne salındık murâd üzre boyı serv semenlerle
murabba’ı ve Şehnaz makamında, Evfer usulünde:
Didim hüsnün berâtında nedir zülfi siyah eğri
Didi bu Rum’dur bunda olur tuğrâyı şâh eğri
murabba’ı, onun nüktedan yaradılışının eseri olup bunlardan başka, murabba’lar ve nakış ve şarkı mertebei sülüsüne tesir etmiş ve eserlerinin tamamı, musiki fenninin ehlillerince beğenilmiş olduğu için üstatlığı, bu fenle uğraşanlar arasında tam bir hüsni kabul görmüştür.”
Baba Nevai’nin üç murabba eserinin notası Ali Ufkî’nin Söz ve Saz Mecmuasında yer almaktadır : (Doğrusöz, 2000: 145)
Neva Makamında, Sakil Usulünde, Dile gam dideye fikr ü ruhî dilber düşdü. Rast Makamında Semai; Ey sırrı aşıka mestane söylen söylesin, Aşiranbuselik Makamında Devri Revan Usulünde Ateşi hasıretle bağrım nice bir dağlayayım.
(Cevher, 2003: 418, 698, 900)
DERVİŞ SÜLEYMAN
Kasımpaşa Mevlevihanesinin neyzenbaşıdır.(Altundağ, 106) Ali Ufki’nin mecmuasında bir adet Aşiran-Buselik makamında Düyek usulünde peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 2003: 887-888)
EMİRİ HAC
XVI. yy. bestekarlarındandır. Sultan III.Murad’ın oğlu Şehzade Mehmet’in düğünü için Mısır’dan getirtilen heyetle İstanbul’a gelmiştir ve ülkesine dönmemiştir. Zurnazen olduğu ifade edilmektedir. Çok parlak bir üsluba sahip olduğu bildirilen Emir-i Hac’ın Irak, Muhayyer, Neva, Buselik, makamlarında dörder tane peşrevi vardır. Bilinen bu eserlerinden Irak Makamındaki peşrevine Hünkar Peşrevi adı verilmektedir. (Özalp, 56) Emiri Hac’ın Ali Ufki’nin mecmuasında Neva makamında ve Muhayyer makamında iki peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 329-331, 420-421)
HAFIZ İMAM (MEHEMMED)
İstanbulludur. Valide Camiinde Nailhan olduğu bildirilmiştir. Üstad düzeyine yükseldiği ve eserlerinde işitilmemiş nağmeler yaptığından musiki ilminin imamı ünvanı verilmiştir. Sesinin çok güzel olduğu ve okuyuşuna hayran olunduğu vurgulanmıştır. 4. Mehmed zamanında ünlenmiştir. 500 den fazla şarkı, nakş, murabba bestelemiştir. Ali Ufki’nin mecmuasında, Bayati Kürdi makamında Evfer usulünde bir Bestesi bulunmaktadır.
HAMMALİ
Mehter olmayıp mehter havaları besteleyenler arasında adı geçmektedir.(Özalp, 56) Ali Ufki’nin mecmuasında Evc Makamında Fahte i Harbi usulünde (Cevher , 795), bir peşrevi bulunmaktadır.
HASAN AĞA
1600 yılında Edirne’de doğduğu bildirilmektedir. (Ezgi, 1977) Ancak Esad Ef. İstanbul’da doğduğu bilgisini vermektedir. (Yüceışık, 1990, s.179-180) Sesinin güzelliği ile bilinmektedir. Tanbura çalmayı babasından öğrenmiştir. Sultan Ahmed zamanında ünlenmiştir. (Yüceışık, 1990, s.180) Şöhreti İstanbul’da duyulmuş olduğundan IV.Murad tarafından Enderun’a alınmıştır. Burada tanbur çalmayı öğrenmiştir, IV.Murad’ın ona özellikle tanbur çaldırdığı ifade edilir. Rumeli ve Tuna Boyu türkülerini kendisinden dinlediği bildirilir. Padişahın vefatı ile emekli edilmiş ve 57 yaşında ölmüştür. Ezgi 3. kitap, 50.s da Rast Saz Semai, ve 5. kitap 316 da Rast Peşrevi vardır. Ali Ufki’nin mecmuasında da Devri Kebir Usulünde bir Rast Peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 681)
HASAN CAN
Mehter olmamakla beraber Mehter havaları yazdığı ifade edilmektedir. (Özalp,56) Hasan Can Çelebi olarak da bilinen bestekar 15.yy-16.yy ortaları arasında yaşamıştır. Döneminin şöhretli müzisyenlerinden olduğu ifade edilir. Yavuz Sultan Selim Tebriz’i aldığı sırada oradan getirtilen musikişinaslar arasında yer aldığı ve o vakitlerde çok genç olduğu ifade edilmektedir. Babası Isfahanlı Hafız Mehmet Efendi Yavuz Sultan Selim’in yanından ayırmadığı Hafız’ı, Hasan Can Çelebi ise nedimi olmuştu. Hatta Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine çıktığı sırada yolda Şir-pençe’den, Hasan Can Çelebi’nin okuduğu Yasin Suresi’ni dinleyerek vefat ettiği ifade edilir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında da Sarayda himaye görerek, Enderun’da musiki hocalığı yapmış ve pek çok musikişinas yetiştirmiştir. (Yavaşca, 1982) Ali Ufki’nin mecmuasında Hüseyni Makamında Düyek usulünde bir peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 227)
SULTAN IV. MURAD (d.1612-ö.1640)
XVII. Osmanlı Padişahı olan Sutan IV. Murad Sultan ı. Ahmed’in oğludur. Saltanat döneminde tüm ilim ve sanat camiasına destek olmuştur. Muradî mahlası ile şiirler yazmış olan padişah, bestekarlığında da Şah Murad mahlasını kullanmıştır. Darb-ı Fetih usulünde Hüseyni Peşrevi, Berefşan usulünde Hüseyni Peşrevi, Fahte usulünde Hüseyni Peşrevi, Düyek usulünde Hüseyni Peşrevi, birbirine girift 5 usullü; Düyek-Çenber-Fahte- Berefşan-Ceng-i Harbi Hüseyni Peşrevi, Çenber usulünde Acem Peşrevi, Berefşan Irak Peşrevi, Hâvî Nühüft Peşrevi, Devr-i Kebir usulünde Uzzal Peşrevi, Düyek Neva Peşrevi, Devr-i Revan Evc İlahi; “Uyan ey gözlerim gafletten uyan”, Muhammes Evc.Maye Peşrevi, Fahte Neva-Bağdad Peşrevi, Bayati Yürük Semai; Gelse Nim Sebâ. Ali Ufki’nin mecmuasında; 2 adet Hüseyni, 1 adet Uzzal Peşrevi ile, Evc peşrevi ve 1 adet Beyati Semai bulunmaktadır. (Cevher, 197,222,524, 786, 829)
KEMANİ MUSTAFA AĞA
Kemani olmakla beraber aynı zamanda hoca olduğu ve Ahmed Çelebi’nin kendisinin öğrencisi olduğu bildirilmektedir.(Altundağ, 107) Ali Ufki’nin Mecmuası’nda Nişabur ve Aşiran Buselik makamlerında peşrevleri bulunmaktadır. (Cevher, 860, 894).
KÖR KADRİ
Kadri Bey, Ama Kadri Çelebi gibi isimlerle anılmaktadır. İstanbulludur.Sesinin güzel olduğu belirtilmektedir.2.Osman, Sultan İbrahim, Sultan IV.Murad, Sultan IV.Mehmed dönemlerinde yaşadığı bilgisinden yola çıkılarak 1650-1651 yıllarında ölmüş olabileceği bildirilmektedir. Musikinin sırrına vakıf olduğu ve tok sesli olduğu da ifade edilmiştir. Esad ef. 200 kadar eser bestelemiş olduğunu yazmış olmasına rağmen günümüze kadar gelen eserleri 5-6 tanedir. Bu eserlerin onun bestekarlıktaki kudretini göstermeye kafi olduğu. belirtilmektedir.(Özalp,379) Neva makamındaki ağır semai özellikle en değerli eserlerinden olarak kabul edilir. Ağır semai şeklinin en eski örneği olan bu semai şekli olup terennüm bölümündeki sözler ile melodik yapının mükemmel üslupta olduğu belirtilmiştir. Hep büyük formda eserler bestelediği gözlemlenmiş olan bu bestekarın eserleri daima ihtişamlı olarak değerlendirilmiştir. (Yüceışık, 228-230) Ali Ufki’nin mecmuasında bir adet Neva Bestesi bulunmaktadır. (Cevher, 444)
KÜÇÜK MEHMED BEĞ
Attrabül asar da yazıldığına göre İstanbulludur ve II.Mustafa zamanında ünlenmiştir. Okuyuşunun pek tatlı olduğu söylenmiştir. Anadolu Muhasebeciliği memurluğunu da yürütmüştür. 15-20 adet güzel eserler bestelediği ifade edilmiştir. 1716 yılında ölmüştür. Ezgi de Şehnaz Puselik bir aksak semai bulunmaktadır. (Ezgi, C.5, S.353) Ali Ufki mecmuasında Neva makamında bir peşrevi vardır, (Cevher, 422).
ÖMER BEĞ İBNİ NASUH PAŞA
İstanbul’ludur. Sultan İbrahim Döneminde ünlenmiştir. Katiplerden zümresinden olduğu belirtilmiştir. Musiki ilmini incelemeye ve edvarlar ile ele almaya da ilgili olduğu için bilgili bir üstat konumuna yükseldiği ifade edilmektedir. Aslında devrin ustaları tarafından takdirle izlenen bir belağat erbabı olduğu da yazılmaktadır. Sesinin güzel, okuyuşunun duru olduğu söylenen bestekar, şarkı ilminin kurallarına da vakıftır. Kürdi makamında ve Evfer usulündeki Murabbaı ;
“Bim-i reh bilmez şeb i tarikde tenha gelür,
Senden ey meh ru hayalin bana bi perva gelür”
Ve Uşşak makamında , Hafif usulündeki murabbaı;
“Zaf o gamınla kalmadı tab ı nigahımız
Nezzare ise hüsnine cana günahımız”
Sanatlı eserlerinden olarak kabul edilmiştir.
Bunların dışında 20 kadar kıymetli ve nağmeleri ile üstatlarca beğenildiğinden kendisinin üstatları ve ehliyetinin meşhur olduğu bildirilmiştir. (Yüceışık, 1990, s.264) Ali Ufki’nin mecmuasında bir adet Evc Murabbaı bulunmaktadır. (Cevher, 766)
SOLAKZADE
Asıl Adı Solakzade (Hemdemi) Mehmed Çelebi olan bestekar İstanbulludur ve XVII. Yy’ın ikinci yarısında yaşamıştır. Yeniçeri askerlerinden İstanbullu Mehmed Çelebi olarak bilinmektedir.IV. Murad musikicilerindendir. Babası Solak olduğundan ve miskal çaldığından dolayı hem Solakzade hem de bazı kaynaklarda Miskali Solakzade olarak da geçmektedir. Mehter ile ilgili saz eserleri bestelemiştir. IV.Murad, 1.İbrahim, IV.Mehmed dönemlerinde ünlenmiş, bazı devlet adamlarının yanında nedimlik yapmış, sazende ve hanende olarak çalışmıştır. Aynı zamanda hoca, alim, ve nakkaş olduğu da bildirilmektedir.(Altundağ,107) Şiirde de maharetli olduğu ifade edilmiştir. Kendi yazdığı “Solakzade Tarihi” olarak bilinen bir kitabı mevcuttur. Solakzade’nin Kantemiroğlu ve diğer mecmualarda görüleceği üzere Evc Saz Semai, Darbı Fetih Usulünde Rast, Havi usulünde Segah ve Acem, Fahte usulünde Acem ve Nikriz, Devrikebir, Sakil ve Hafif usullerinde Uşşak, Devrikebir usulünde Nişabur, Darbı Fetih usulünde Neva peşrevleri vardır. Üslubunun güzel olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Nikriz Peşrevi de lenkfahte usulündedir. (Ezgi, 65-66, c2) 1652 yılında öldüğü bildirilmektedir.
Ali Ufki bu bestekarın eserlerini çokça kaleme almıştır. Sırasıyla ; Muhayyer Peşrev (Cevher, 338), Neva Semai, (Cevher,443), 3 Beyati Peşrev (Cevher ; 508, 531, 550 ), 4 adet Uşak Peşrev (459, 462, 467,476,), 2 Adet Segah Semai (665-666), Nişabur (850) ve Uzzal (836-848) peşrevleri bulunmaktadır. bulunmaktadır.
ŞAH KULU
Kanuni zamanında sarayda, Enderun’da bulunan ve cemaat- i mutriban adı verilen musiki heyetinde kemençe çaldığı bildirilmektedir. 25 Akçe yevmiyelidir. (Uzunçarşılı, 1977). Irak’tan Horasan’a gelmiştir. Saz meşkederek büyük şöhret kazanmıştır. Bir çok nakış, peşrev ve hava bestelemiştir. (Babür, 1987: c.2, s.200) Ali Ufki’nin mecmuasında Hüseyni Makamında, Sakil usulünde bir peşrevi bulunmaktadır. (Cevher, 207-209)
ŞERİF
Kantemirde ve Kevseri de de peşrev ve semaileri çoktur. Nayi Ali Dede’ye ait mühür bulunan 2 adet Hamparsum notası ile yazılmış eserleri mevcuttur. 4. Mehmet zamanında yaşamış olduğu düşünülür. Gizli işaretli Hamparsum notası ile yazılmış bir Hicaz peşrevi Darb-ı Fetih usulündedir. (Ezgi, 4.c, 10). Saba zemzeme bir peşrevi de mevcuttur. (Ezgi, C.1, 225) (Ezgi c.4.s10) (C.3, 24-27) Mısır’da doğduğu bildirilmektedir, IV.Mehmed zamanının müzisyenlerindendir, musiki ilmini çalıştığından üstatlık derecesine gelmiştir. Sesi güzel ve yüksek edalı, lehçesinin nezaket kaynağı olduğu belirtilmiştir. Musikide nazari ve uygulama açısından üstün bir usta ve musikinin her alanında bilgili idi. Neva makamında Sakil usulünde ve Aşiran makamında Çenber usulünde murabbaları ve onlar dışında 50 kadar üstatlığını belgelediği ifade edilen muhtelif eserleri mevcuttur.(Yüceışık, 211-212) Ali Ufki’nin Mecmuası’nda; Mahur makamında Sakil Usulünde bir peşrevi (Cevher, 741), Uşak Makamında Muhammes ve Fahte usullerinde iki peşrevi (Cevher, 453, 499) bulunmaktadır.
TORLAK
Torlak Dede olarak bilinen Mevlevi Neyzenlerdendir (Altundağ,106). Ali Ufki’nin mecmuasında Hisar makamında bir peşrevi bulunmaktadır.(Cevher, 907)
-2-
ESER ÖRNEKLERİ
Bu bölümde incelenen eserlerin tahlillerini görebilir notalarına mecmuadan ulaşabilirsiniz.
PİŞREV-İ AHMET BEĞ MİSKALİ
Neva makamında olup Düyek usulünde bestelenmiştir. Dönemin klasik peşrev anlayışında bir ezgi olup, üç hane ve mülazimeden oluşmaktadır. Neva makamının günümüzdeki inici-çıkıcı seyir karakterini taşıyan peşrevin, ritmik düzeneğinin; Düyek usulüne göre bölünerek okuyuşta darblara uygunluk taşıdığı gözlemlenmektedir.
BESTE-İ ALİ AĞA EL – UFKİ RAKS
Bu eserin yapısı Şarkı formunu çağrıştırmaktadır. Güftesi için eser üzerine düşülen notta Ahreb vezinlerinden olduğu belirtilmektedir. Usül açısından ele almak gerekirse eserin transkripsiyonunda Devr-i Revan usülünün 12 zamanlı işlendiği gözlemlenmektedir. Oysa dönemin Devri Revan usulüne baktığımızda 14 zamanlı bir yapı gözlemlenmektedir.(Kantemiroğlu, 2000:165), (Behar, 2008). Bununla beraber melodik yapıda makam olarak adı geçen Rast-ı Pençgah makamının dikkat çekici olduğu ifade edilebilir. Çünkü eser tiz bölümleri kullanmasından dolayı ne tam olarak Rast ne de Pençgah’a ait (do # nim hicaz) işaretini kullanmadığından tam olarak Pençgah olarak değerlendirilebilir. Ancak Hakan Cevher eserin seyri bakımından Uşşak olarak değerlendirilebileceğini ifade etmektedir. (Cevher, 2003: 47)
PİŞREV – İ BABA ZEYTUN NAZİRESİ
Bu eser Rast makamında olup usulü belirtilmemiştir. 3-2 lik bir ölçü ile başlayan peşrevde başlangıç ölçüsü de 3-2 lik bir usul kalıbına oturtulamamıştır. Eserin devam eden ölçüleri de istikrarsız olarak 15 ve 14 sekizlilerle sürdürülmüştür. 3 Hane ve mülazimeden oluşmaktadır. Serhane ve Mülazime bölümlerinde Rast makamının inici-çıkıcı işlendiğini görmek mümkün olsa da Hane i Sani ve Hane i Salis bölümlerinde makamın genel karakterinin dışına çıkılmış gerdaniye civarı ve üstü bölgelerinde seyredilmiştir. (Cevher, 2003: 732-733)
PİŞREV İ BAYEZİD
Mecmua i Saz ü Söz’de Neva Faslı’nın açılış peşrevi olarak yer alan bu eserde Klasik bir peşrev tarzı görmekteyiz. 3 hane ve mülazimeden oluşan bu peşrevin ritmik gideri Düyek usulünün akışına oldukça oturmaktadır. Neva makamında olan bu eserin seyrinde tam bir inici – çıkıcı melodik yapı vardır. (Cevher, 2003: 387-389)
PİŞREV İ BEHRAM NEFİRİ
Fahte usulünde Hüseyni makamındaki bu peşrev; 3 hane ve mülazimeden oluşmaktadır. Tipik bir Hüseyni makamı seyri gözlemlenmektedir. 2.Hanede inici melodik yapı kullanılmıştır. Yalnız usulün kullanımında ölçülerde oturmayan bir yapı gözlemlenmiştir.
PİŞREV İ CÜCE ALİ AĞA
Neva makamında ve Muhammes usulündeki bu peşrev; 3 Hane ve Mülazimeden oluşmaktadır. Usulün 32 zamanlı yapılarının notasyonda zaman zaman oturmadığı gözlemlenmektedir. Eserin Neva makamının karakteristik özelliği olan inici-çıkıcı yapısını ve kalışlarını taşıdığını söylemek mümkündür.
PİŞREV İ ÇENGİ CAFER
3 Hane ve mülazimeden oluşan bu peşrevde Muhayyer makamının inici karakteristik yapısı gözlemlenmektedir. Ritmik olarak Düyek usulünün genelde melodik yapıya oturtulabildiği söylenebilir.
PİŞREV İ DERVİŞ ÖMER
3 Hane ve 1 Mülazimeden oluşan peşrec Sakil usulündedir. Eser ritmik yapı itibariyle genelinde usulün 24/4 lük yapısına oturtulmuştur. Evc makamının genel seyrinin kimi zaman çıkıcı, kimi zaman inici-çıkıcı kullanılması bu eserde de gözlemlenmektedir. Irak, Dügah ve Eviç perdelerindeki karakteristik kalışlar peşrevin genel melodik yapısında makamın seyrindendir.
BESTE İ MEHEMMET HAFIZ İMAM
MURABBA BEYATİ KÜRDİ
Bu bestenin terennümmlü olduğunu görmekteyiz. İnici çıkıcı seyirde giden bu eserin transkripsiyonunda Evfer usulünün farklı bir ritmik akışa oturtulmaya çalışıldığı gözlemlenmiştir.
PİŞREV İ DERVİŞ SÜLEYMAN
3 Hane ve Mülazimeden oluşan bu eserde Düyek usulü ritmik yapıya uygun işlenmiştir. Aşiran-Buselik makamının genel seyrinde inici-çıkıcı bir akışla beraber, Hüseyni ve Hüseyni Aşiran perdeleri arasındaki gezinmeler, ve Dügah perdesindeki kalışlar makamın genel seyrini arz etmektedir.
DERVİŞ FRENK MUSTAFA
Hüseyni makamındaki bu murabbada A-A-C-A söz yapısı ve buna uygun da bir melodik yapı gözlemlenmektedir. Yalnız usul ilk müzik cümlesinde 15/4 lük başlayıp sonraki müzik cümlelerinde 16/4lük olarak seyretmektedir.
EMİRİ HAC
Neva makamındaki bu peşrev; 3 hane ve mülazimeden oluşmaktadır. Hafif usulünde olup 16/4 lük yapı her ne kadar melodik akışa oturtulmaya çalışılsa da yer yer kopmalar göstermektedir. Neva makamının inici-çıkıcı melodik seyrinde giden eser, Dügah ve Neva aralığını bolca kullanmakla makamın karakteristik özelliğini duyurmaktadır.
PİŞREV İ HAMMALİ
Evc makamındaki bu peşrev, 3 hane ve mülazimeden oluşuyor. Irak, Dügah, Neva ve Evc arası gezinilen seyirde makamın dizisinin inici-çıkıcı seyir karakteristiğini görmek mümkündür. Bununla beraber, usulün Fahte i Harbi olması da bu peşrevin mehter havalarında daha çok yer alabileceğini göstermektedir.
PİŞREV İ ŞAH KULU
Hüseyni makamında, Sakil usulündeki bu peşrev 3 hane ve mülazimeden oluşmaktadır. 24/4 lük zaman kalıbına ritmik olarak uyum göstermektedir. Hüseyni makamının inici – çıkıcı karakterinde olan melodik yapı 2. ve 3. hanelerde inici karakter göstermektedir.
SEMAİ SOLAKZADE
Neva makamındaki bu semai tipil bir semai karakterini taşımaktadır. Yalnız Neva makamının karakteristik inici-çıkıcı özelliğini gösteren bu semaide namelerin bir hayli ustalıkla işlendiği gözlemlenmektedir. (Cevher, 2003: 443).
SEMAİ Sultan Murad Han Fatih i Bağdad
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
- Ali Ufki’nin Mecmua i Saz ü Söz isimli eserindeki besteciler ve eserleri incelendiğinde ağırlıklı olarak enstrümantal türlerin yer aldığı gözlemlenmektedir.
Bu iki nedenden ileri gelebilir:
1- Ali Ufki Bey’in sazende olmasından dolayı saz eserlerini notaya almaya ağırlık vermiştir.
2- Ali Ufki Bey sözel türler ve usul-vezin ilişkisini algılamakta almış olduğu Batılı eğitim nedeniyle zorlanmıştır.
- Ali Ufki’nin Mecmua i Saz ü Söz eserini kaleme alırken çoğu eserin bestecisinin yazılmamış olması dönemin bestecilerini araştırırken zorluk oluşturmaktadır. Ancak bir besteden sonra birkaç eser devam eden türlerde bir kez isim yazmaya gerek duymuş olabileceği, diğer eserlerinde önceki ismi yazılan besteciye ait olabileceği düşünülebilir.
- Bununla beraber, Ali Ufki Mecmua i Saz ü Söz’de bestecilerin bazılarının ismini ya yarım ya da farklı eserlerde farklı şekillerde kayıt etmiştir. Ör. Derviş Mustafa, Derviş Frenk Mustafa, Frenk Mustafa Almaz, Hasan Can Çelebi’yi yalnızca Hasan Can olarak, Şerif’i ise Şah Huban ı Şerif, Şerif isimleriyle kayıt etmiştir. IV. Murad’a ait olduğu düşünülen eserleri; İmam ı Azam Sultan Murad, Şah Murad gibi farklı şekillerde kayıt etmiştir.
- Dönemin eserlerinden örneklere baktığımızda, enstrümantal türlerden Peşrev’in form olarak üç hane ve bir mülazimeden oluştuğunu söylemek mümkündür. Genellikle Düyek usulünde kullanılan peşrevler arasında, Hafif, Sakil, Muhammes vb. gibi büyük usullere de rastlanılmaktadır.
- Bu dönemin bestecilerinin eserlerinin Türk Musikisi Tarihi’nin teşekkülünde hem form hem de melodik çeşitlilik bakımından çok büyük bir temel oluşturduğu ifade edilebilir. Özellikle bestecilerin enstrümantal türde verdikleri eserler Türk Müziği’nin enstrümantal formlarından Peşrev’in tarihini oldukça zenginleştirmiştir. Murabbalar ise bir 50 yıl sonra Kantemiroğlu’nun kitabı Kitabı İlmül Musiki Ala Vechil Hurufat’da anlatılan şarkı formunuın özelliklerini çağrıştırmakta olup bu bağlamda günümüzün sözel formlarına da temel teşkil etmiştir.
- Ayrıca bu dönem bestecilerinin eserlerini Fasıl Musikisi geleneğine yönelik verdikleri de söylenilebilir. Sosyolojik açıdan müziksel incelemelerde gözlemlenebileceği üzere kimi zaman gelenekler dönemin moda sanat etkinliklerini takip eden ürünler ile de beslenmektedir. Dolayısıyla Fasıl geleneğinin oldukça revaçta olmaya başladığı bu dönemde verilen eserlerin büyük bir kısmının bu geleneği besleyen eserler yönünde olması normaldir.
- Ali Ufki’nin mecmuasında geçen bir parça ve bestekarının Timurlular Dönemi’ndendir. Şah Kulu Timur İmparatorluğu Bölgesi Horasan’lıdır O dönemde musiki ile iştigal etmiştir. Daha sonrasında Osmanlı Hanedanına katılmıştır. Bu bakımdan mecmuanın o medeniyetten bir eser dahi muhteva etse önemi büyüktür. Zira Timurlular Dönemi musikisine dair elimizde çok az bilgi vardır. Şah Kulu Peşrevi bir Timur müzisyeninin peşrevi olması bakımından bize o dönemki nameler için önemli bir rehber niteliği de taşımaktadır.
Tabiiki 17. yy ve öncesinde Osmanlı-Timur musiki bağlantısı adına Maragalı Abdülkadir ve Torunları ayrıca Hüseyin Baykara’nın bizzat meclislerinde bulunmuş ve de -ünlü Timur müzisyeni Gulam Şadi’nin öğrencisi – Zeynel Abidin’in Anadolu’ya gelerek Şehzade Ahmet’in himayesinde musikiye devam etmesi hep o dönem musikisinin Osmanlı topraklarında aslında bir şekilde yayılmış olduğunun göstergesidir. Ayrıca Sultan Murad’ın devrinde sarayda çok uzun zaman Baykara Fasıllarının kurulması, (Uzunçarşılı, 1977) Tebriz, Horasan, Semerkand ve Bağdad’dan gelen musikişinasların bu fasıllarda yer alması bir şekilde Herat Ekolü’nün Osmanlı’da devamını gösterir niteliktedir. 17.yy’ın sonuna kadar da Baykara Fasılları Osmanlı Sarayı’nda devam etmiş olduğundan Ali Ufki’nin mecmuasında da o eserlerin kayıtlarının olması muhtemeldir. Hatta bestecisi bilinmeyen eserler dahi Timurlu müzisyenlerin olabileceği fikrini düşündürtmektedir .
Sonuç olarak Mecmua i Saz ü Söz döneminin çok değerli bir kaynağı olup, bıraktığı soru işaretlerini hassasiyetle takip ettiğimiz vakit Osmanlı Musikisinin kökenleri ve elimizde az eser bulunduğu bilinen 15.-16. yüzyılların çok geniş coğrafyasına dair eserleri de tespit edebilme şansımız doğmaktadır. Bu anlamda üzerinde titizlikle çalışılırsa 15. Yüzyıl’ın zengin Herat Ekolü ile Osmanlı’da gelişme gösteren musikinin bir araya gelerek oluşturdukları zengin repertuar yeniden revize edilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Akçay,İ. 1998. Edirne’de Yetişen Musikişinaslar, Musiki Mecmuası, yıl:51, sayı: 462 s.46-47, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul.
Ali Ufki Bey, Saray-ı Enderun / 2009. Topkapı Sarayı’nda Yaşam, haz. Stephanos Yerasimos – Annie Berther, cev. Ali Berktay, Kitap Yayınevi, İstanbul.
Altundağ, A. 2005. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Türk Musikisi ile Alakalı Bilgiler, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstirüsü, İstanbul.
Ayangil, R. 2002, XVII. Yüzyılda Türk Musikisi, Türkler, c.12, s.433-443, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Babür, G.Z.M. 1987. Babür’ün Hatıratı, Çev. Prof.Reşit Rahmeti Arat, TTK Basımevi, Ankara.
Behar, C.1990. Ali Ufki ve Mezmurlar, Pan Yayıncılık .İstanbul.
Behar, C.2005.Musikiden Müziğe Osmanlı/Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik
Behar, C. 2008. Saklı Mecmua Ali Ufki’nin Biblioteque Nationale de France’daki [Turc292] Yazması, YKY, İstanbul.
Cevher, H. 2003. Haza Mecmua i Saz ü Söz, Meta Basım-İzmir.
Doğrusöz, N. 1993. Hafız Post Güfte Mecmuası, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Doğrusöz, N. 2000. Hafız Post Mecmuası’nın Türk Müziği Eğitim Tarihine Getirdikleri, Müzikte 2000 Sempozyumu s.139-147), İTÜTMDK, İstanbul.
Elçin, Ş. 1976. Ali Ufki Mecmua i Saz ü Söz, MEB, İstanbul.
Ezgi, S. 1933. Nazari ve Ameli Türk Musikisi, Milli Mecmua Matbaası, İstanbul.
Feldman,W. 1996. Music of the Ottoman Court, Verlag für Wissenschaft und Bildung, Berlin, Germany.
Kantemiroğlu, 2000. Kitabü İlmil Musiki Ala Vechil Hurufat, Haz. Yalçın Tura, YKY, İstanbul.
Tanrıkorur, C. 2005. Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Dergah Yayınları, İstanbul.
Uzunçarşılı, İ.H.1977. Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı ,Belleten Dergisi; c.41, sayı:161, s.78-114. TTK, Ankara.
Üngör, E.R. 1998. Rauf Yekta Bey Değildir Diyor Ama Sultan II.Bayezid Bestekardır, Musiki Mecmuası, yıl:51, sayı: 462 s., Kurtiş Matbaacılık, İstanbul.
Wright, O. 1992. Words Without Songs – A Musical Study of an Early Ottoman Anthology and its Precursors, School of Oriental and African Studies, (SOAS Musicology Series, Volume 3, ) –1992. Londra.
Yavaşca, A. 1982. Asırlar Boyu Türk Musikisi Bestekarları ve Beste Formları –V- , Sanat ve Kültürde Kök c.2, sayı:16, s.6, Öz Dizgi Matbaası, İstanbul.
Yüceışık, Z.S. 1990. Şeyhülislam Esat Efendi, Atrabül Asar fi Tezkireti Urefail Edvar (Giriş, Metin Tercüme ve Dil Notları) Doktora Tezi, İ.Ü. Sos.Bil.Ens. ,İstanbul.
16 Ocak 2021 Cumartesi
TÜRK MÛSIKİSİ'NDE "ESTETİK"
Türk Musikisi’nin günümüzde geldiği noktada bir estetik ve eleştirel birikim ile de ele alınması gerekliliği doğmuştur. Ancak geleneksel müziklerdeki kriter belirleme sorunu henüz aşılamadığından, hangi ekole göre, hangi beste ve icrayı esas alarak nitelikli bir eleştiri yapılabileceği tartışmaları dahi başlamamıştır. Türk Musikisi’nde bu ve benzeri nedenlerden dolayı eleştirilebilme ve estetiksel anlamda değerlendirilebilme eksikliği devam etmektedir.
Bu alanda kaynakların azlığı, musikimizin yazıya dökülmesinin tarihsel süreç içinde oldukça geç başlaması, teori kitaplarının ağırlıklı olarak yalnızca teoriden bahsetmeleri müziğin değerlendirilmesinden uzak durmaları gibi etkenler bir Türk Musikisi Estetiği yaklaşımının henüz tam anlamıyla oluşturulamamasına neden olmuşlardır. 17. ve 18. Yüzyıllara baktığımızda elimizde bulunan ve Türk Musikisi’nin değişen geleneğine temel oluşturan kaynaklardan çok azı değerlendirme ve yorum içermektedir. Bunlardan en önemli iki tanesi çevirisini Prof. Yalçın Tura’nın yaptığı Kantemiroğlu – Kitabı İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat, diğeri Zeynep Yüceışık’ın tez çalışması olan ve geçtiğimiz dönem de Cem Behar tarafından çalışılarak yayınlanan Şeyhül İslam Esad Efendi’nin Atrabü’l Asar Tezkiresi’dir. Atrabü’l Asar Tezkiresi’ndeki estetiksel unsurlar Yrd.Doc. Dr. Recep Uslu tarafından çalışılmış ve geçtiğimiz ay itibarıyle yayınlanmıştır. Bu çalışmada estetiksel anlamda üzerine çalışılmamış bir eser olan Kantemiroğlu-Kitabı İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat eseri müzik estetiği ve eleştirisi bakımından ele alınmıştır. Öncelikle metinden estetiksel alıntılar gösterilip daha sonra bunlar üzerine değerlendirmeler kaleme alınmıştır. Estetik değerlendirme ve yorumlar çevirileri üzerinden yazıda yer almaktadır
KANTEMİROĞLU’NUN TÜRK MUSİKİSİ ÜZERİNE ESTETİKSEL GÖRÜŞLERİ
Bu bölümde Kitabu İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat eserinde ve Eugenia Popescu Judetz’in kaleme aldığı Prens Dimitrie Cantemir adlı kitabında Kantemiroğlu’nun diğer eseri Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi eserinden alıntılanan bir estetik değerlendirmeler sırasıyla belirtilmiştir.
Birinci Kısım
Musiki Perdelerinin İşaretleri
Birinci bölümde musikiyi hudutsuz olarak değerlendirmekte ve sayısız perde
olabileceğini, pek çok sazda da insan sedasını taklit edebilecek seslere yer verildiğini ifade etmektedir. Ancak en mükemmel saz olarak “Tanbur” u seçmiştir. Şöyle ifade eder: Bildiğimiz yahut gördüğümüz sazların en mükemmeli Tanbur denen sazdır, çünkü insan nefesinden meydana gelen sesleri ve nağmeleri tamamen ve kusursuz olarak gerçekleştirebilir.
“ (s. 2)
Musiki Harflerinin İlmine Giriş
Kantemiroğlu perdeleri anlattıktan sonra 33 harfle bütün musikinin ifade edilebileceğini belirtiyor. Ancak terkiblerin inceliğini, musiki nağmelerinin hareket kurallarının bu harflerle gerektiği gibi icra etmek istenirse vezin ve usul ilişkisine dikkat çekiyor. “Musiki ilminde mükemmellik vezin ve usul ile olur. Usul ile nağme birbirlerine uygun düşmeli, biri ötekinden ileri gitmiş ya da geri kalmış olmamalı ve vezin rakamının gücüyle nağmeyi de usulü de harflerin işaretleri altına koyup tesbit etmelisin. ” (s.11) Yine bir diğer değerlendirmesinde bu ilimde başarı kazanmaya çok kişinin gayret sarfettiğinden bahsederek, bazılarının bu işteki başarıyı tavşan kadar hassas kulaklı olmaya yorduğunu belirtmiştir. Ancak ona göre “Musikinin vücudu tavşan kulağından çok daha ince, nağmenin akıp gidişi de tavşanın ayaklarından çok daha yürüktür. Herhangi bir müzisyen hakkında övgü getirmediği bu bölümde Musiki ilminde olgunlaşmış pek çok kimse olduğundan ancak perdelerin seslerini harflerle, zamanı ve hareketi de rakamlarla gösterip, değişik vezinli usulleri, kusursuz olarak , terkiblerin inceliğine, musikinin şartlarına, gereklerine uyarak zabt ve icra edeni biz görmedik diyerek müzisyen icrasında aradığı mükemmelliği de belirtmiştir.” (s.12)“Yunanlılar musikiyi harflerle tesbit edebilmişlerdir ancak usul ve vezin bilmedikleri için onların musikisi kör ve topaldır.” (s.12)
“Frenkler ve Ruslar için musikiyi harflerle okumayı Yunanlılardan alıp öğrenmişlerse de sofyan ve semai usullerinden başka usul bilmedikleri için başka usullerde bestelenmiş peşrev ve besteleri okuyamazlar, bu yüzden onların musikileri de tam ve mükemmel değildir.” Yorumunu yapmaktadır. (s.12)
“İşte bu yüzden biz de çok çalışıp usul kusur saydığımız bu ciheti mükemmelleştirmeye çalıştık.” İfadesiyle bu eserin yazımında estetik anlamda mükemmel arayışının bilimsel bir yazımla açıklamayı görev bildiği düşünülmektedir.
Musiki Vezninin Sabit Hali Bölümünde ;
Mızrabın sürekli ve eşit vuruluşu, arada bir başka mızrap vurulmayacak kadar yürüklüğü ile değişmez (sabit) vezin meydana gelmektedir. İlm-i hikmette zerre miktarı ne ise, musiki ilminde de (sabit) mızrab vurma vezni odur.
Musiki Vezninin Arizi (Değişken) Olma Hali Bölümünde;
Bir vuruş içerisindeki zamanların değişkenliğinden bahsedilen bu bölümde de; sabit vezne göre kaç mızrab vurulacağı esas alınırsa, terkiblerin inceliğini ve nağmelerin şirinliğinigerçekleştirmek mümkün olur ve musiki ilminde mükemmeliğe erişilebilinir.
Külli Agaze – Hususi Agaze Bölümlerinde ;
Külli Agaze : Aralıksız devam eden, uzun bir nağme. Hususi agaze; külli agazeden
doğar. Hususi agazenin türlü türlü akışından nağme nizamı meydana gelir. Külli agazeden birer nokta gibi parça parça kesilerek gereken perdelere dağılan, ve vurulan mızrabın süresine göre uzayıp, kısalan sadalardan hususi agaze oluşur, kullanılan ölçü biriminin süresi ile usulün içindeki süre sayısına denk gelmesine, nağmenin seslendirilişinin, usul ile birden başlayıp usul ile aynı zamanda sona ermesine çalışılır. Bütün bunları veznin rakamları ile sadaların – harflerin altına getirip tesbit eder peşrevi yahud besteyi bestekarının şart koştuğu şekilde çalar okuruz. (s.15)
Sabit veznin hükmü bölümünde (s.16) belirttiği üzere, Vezni kebir ve Vezni Sagir ayrımı görülmektedir.
Vezni Kebir; Evvel-Sani-Salis olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Büyük veznin vakit ve hareketi ağırdır, Bu vezinde iki mızrab yerine bir, dört mızrab yerine iki, altı mızrab yerine üç ve sekiz mızrab yerine dört mızrab vurulur. Bilmiş ol ki büyük vezinde sade mızrab ile terkibin nağmesi zabt edilebilir fakat bestekarın şart koştuğu biçimde, terkibin inceliğine, musikinin güzelliğine uygun düşecek şekilde tastamam ve kusursuzca icra edilemez. İcra edilememesinin sebeplerini ise şöyle açıklıyor (s.17-18);
“Bazı teriblerde nağmenin hareketi veznin zamanından daha yürüktür, öyleki iki perde için bir mızrab vurmak gerekir, zira usulün vezni her perdeye bir mızrab vurulmasını bekleyemez, beklediği takdirde usul bozulur.
Bazı terkiblerde ise nağme öyle küçük parçalardan meydana gelmiştir ki küçük vezin şartına uyarak bir perdede üç mızrab vurulması gerekebilir. Büyük vezinde ise tek mızrab bulunmadığı gün gibi ortadadır. Bu yüzden usulden düşmek zorunda kalınır. Mesela Devr-i
Revan usulünde bestelenmiş peşrevleri bu vezinle usule sokmak mümkün olmaz.
Üçüncü sebep de şudur; küçük vezin şartına uyarak bir perdede üç mızrab vurduktan sonra o perdeden kalkıp başka bir perdeye geçilse ve o perdede de iki mızrab vurup karar vermek gerekse büyük vezin şartı üzre usul eksik kalır, çünkü birine üç birine iki olmak üzere, iki perdeye beş mızrabı bölüştürmek gerekmektedir. Yukarıda söylediğimiz gibi, büyük vezinde tek mızrab bulunmadığı için usul bozulacaktır. Demek oluyorki, büyük vezinle bestekarın şart koştuğu terkib inceliklerini icra etmek ve mükemmel bir musiki ortaya koymak mümkün değildir. Bu eksik vezni bir musikişinas Frenk musikisinde kullanılıyor diye mükemmel sandı ve öteki vezinleri öğrenmedi. Vezin bilgisini tamamlamadığı, bu bilgiyi tamamlayıcı vezinleri öğrenmediği için de, mükemmelliğe erişemedi; bilgisi eksik kaldı, zamanını boşa harcamış oldu.
En küçük veznin hükmünü anlatırken de yine estetik bir vurgu ile; musikinin mükemmelliği gereği; bazı nağmenin terkibi ve hareketi o kadar yürüktür ki, küçük veznin bir mızrabının bilr ikiye bölünüp her bir payının gereken perdelere üleştirilmesi gerekir. (s.19)
Vezin rakamlarının harflerin altına yazılması hususu üzerinde de önemle durmuş, nağme çok yürük olursa birlik rakamın iki perde arasına konulması gerektiğini, terkibin mükemmel şekilde icra edilebilmesi için açıkladığı tarzda hareket etmenin daha doğru olacağını belirtmiştir. (s.24)”
Devamında ise;
“Ancak; Sabit vezinde her rakam mızrab vuruşunu ifade ederken, arizi vezinde bu farklıdır. Bu nedenle büyük vezinle yazılmış hem sabit hem de arizi vezin nitelikleri taşıyan bir eserde icra zorluğu yaşanmaktadır. Bir eserin büyük vezinle nağmelerin bütün inceliklerini icra edebilmek, ve musikinin bütün güzelliğini ortaya koyabilmek mümkün değildir. (s.25)
Bu bahse Rast Makamı’nda Düyek usulünde bir peşrev ile örnek verirken (s.28-29); sabit vezin kullanılması gerektiğinin işaretlerden anlaşılmasını vurgularken, yalnızca üç sade mızrab vurulmasına işaret edildiğini belirtmiştir. Ancak bunun üzerine yorum yaparken, bu şekilde bestekarın şart koştuğu terkibin inceliklerinin ve musikinin gerektirdiği nağmegüzelliklerinin eda edilemeyeceği gün gibi açıktır demiştir. Bu eserde kalabalık mızrab vurulması gerektiğini belitmiştir.
Musiki İlmine Giriş Bölümünde (s.32),
Musiki ilminin unsurlarını belirtirken; “Harfleri perdelere, heceyi agazeye, sözü terkibe, dili de musikiye benzeterek musiki hazinesini dilediğin gibi kullanabilmeye gayret etmelisin” tavsiyesinde bulunmuştur(s.34).
Ve getirdiği bir eleştiride, bu zamana kadar yazılan edvarların yalnızca kuramdan bahsettiklerini uygulamadan bahsetmediklerini belirtmiştir (s.35). Musiki ilminin bu ana değin neden böyle kaldığını bilemem. Bildiğim tatbikatının son derece bayağı ve köhne, ilminin ise inkar ve ihmal edilmiş olduğudur. Bu ifadeye çeviren Yalçın Tura; 51. notta ;
“Çağımızda pek çok kişi tarafından Türk Musikisinin en büyük bestekarlarının yaşadığı en parlak dönemi olarak görülen bir devir için, o çağda yaşayan, aydın bir kişinin bu değerlendirmesi son derece dikkat çekicidir yorumunu getirmiştir.
Musiki İlminin Umumi Olarak Tarifi Bölümünde (s.36);
“Musiki çıkardığımız seslerin, ölçülü bir zamanda, bir usulün düzenine uyarak hareket edip, belirli bir yerde karar kılıp, durması ve işitme gücümüze zevk vermesidir. Ayrıca bilmiş ol ki Felsefe İlmi’ne göre, akıl gücü konuşabilen canlılara mahsustur ve musiki ilmi akıl sahibi olmanın delilidir. Yalnız insan kendi çıkardığı sesleri ölçü ve düzene uydurup nizama ve intizama sokabilir. Onun için kuşların cıvıltısı ne kadar tatlı ve gönül alıcı olursa olsun, Musiki nağmesi değildir; yaratılışındaki sevinçten ve canlının kendi varlığının hükmünden doğar. Kuşların ötüşüne hoş eda denilebilir ama musiki denilemez. Bu durumda gerek sazla, gerek insanın nefesiyle gerçekleştirilen Musiki ve makam icrasının tam ve mükemmel olabilmesi de kaidelere, kanunlara bağlıdır. ” Tanımıyla bir nevi müzik estetiğinin de Türk Musikisi’ndeki tanımını yapmıştır.
Tam Perdelerin Makamlarının Açıklanışı Bölümünde;
Terkibler üzerine yapılan bir anlatımda Musikinin kendi içinde estetik değerlerini vurgulayacak bir terkib ve makamsal tanımlama da verilmektedir (s.47);
Bilmiş ol ki; “terkiblerin sonu gelmez” denmesine sebep şudur: Musiki ilmi hükmünce, kalan bütün makamların, bütün terkiblerini, girişte, çıkışta ve dönüşte, esas olarak anılan makamla çatışmamaları, ona karşı bir soğukluk, hoşnutsuzluk göstermemeleri şartıyla, tek bir makama bağlamak, uydurmak mümkündür.”
Dügah Makamı’nın tarifinde Dügah Perdesinin Hükmü bölümünde (s.53)
“Dügah perdesi öylesine açık sözlü ve meydan sahibi, güçlü bir perdedir ki, güzel ve tatlı sesiyle, sadece garib ve acayib terkibleri kendine bağlamakla kalmaz, daha nice ünlü ve ulu makamın, karar vermek için koşup geldiği sığınak ve barınak da olur. Tam perdelerin makamlarından olup da selamete ve olgunluğa, Dügah perdesinde kara verip dinlenmek suretiyle kavuşan makamlar şunlardır : Uşşak, Neva, Hüseyni, Muhayyer, Gerdaniye. “
Kantemiroğlu; Dügah perdesinin anlamı ve önemi üzerinde sıkça durup yine şu tanımlamalarla perdenin önemine dikkat çekmeye devam ediyor (s.57):“ Ayrıca bilmelisin ki; Dügah perdesi bütün Musikinin giriş kapısı ve ölçü yeridir. Bir hanende nağmesine başlamadan önce, içten içe kendini bir yoklar, sesinin sınırını, gücünü ve nefesinin miktarını ölçer, ne pek ince, ne pek kalın bir perde bulup oradan okumaya başlar. Bunun için perdelerin kutbu olan Dügah perdesini arayıp bulur.”
Çargah Makamının Hükmü Bölümünde (s.59-60) ;
“Belirtilen makam her ne kadar, tam perdelerin makamlarından olup öteki makamların hükmü gereği, bütün perdelerde gezinebilirse de, çok dar bir makam olduğundan ve terkiblerle hemen hiç uyuşmadığından üzerinde bestelenmiş pek az beste ve peşrev vardır. Bu makamın tabiatı öyledir ki, ne kendi başka bir makamın karargahına gider ne de başka bir makamın gelip kendi karar perdesinde karar vermesini kabul eder. O yüzden, gerek kullanılan, gerek kullanılmayan terkibler arasında bu makama uyan, bağlanan bir terkib yoktur.”
Neva Makamı’nı anlatırken; (s.60)
“Neva makamı, ulu perdelerin makamları arasında sevilen, değer verilen, hoş bir makamdır.” Değerlendirmesiyle yine bir estetik bakış getirmiştir.
Hüseyni Makamı’nın hükmünde ise; (s.62)
“Hüseyni denen makam tam perdelerin makamları arasında üstünlüğü ve sözü geçerli oluşuyla mühim bir yer tutar ve benim gözümde, öteki bütün makamlardan daha yüce, üstün, değerli, azametli ve büyüktür. Bu yüzden bütün makamlar ve terkibler ona uyup bağlanmaktan gocunmazlar, utanmazlar.” “Hüseyni Makamı’nın sesi öylesine yüksek, sözüöylesine açık seçiktir ki, bütün terkinlerin sesini, sadasını tanınmaz hale getirir.(s.65)” Yorumu ile dikkat çektiği kriterler Türk Musikisi’nde önemi farklı anılan Rast Makamı’ndan ziyade Hüseyni’nin bu kadar övülmesinde belki de Hüseyni Makamı’nın tekrar incelenmesini gerektirecektir. Yine devam eden görüşlerinde (s.63) “Bu makam için, bütün makamlardan daha azametli ve heybetlidir, dedim zira Aşiran perdesinin üst sekizlisi olan Hüseyni perdesi Aşiran perdesinin elinden bütün makamlık meziyetini alıp, onu açıkta bırakır ve inletir.
Aşiran perdesinin neden bu kadar hor görüldüğünü ve Hüseyni perdesinin o kadar güç kazanıp ruhsat bulmasının sebebini sorarsan, bilmiş ol ki, basit makam tarifi şartına göre,
Aşiran perdesinin makam sahibi olma gücü yoktur, çünkü, altında Yegah perdesinden başka perde bulunmaz” ifadelerinde perdelere verilen önemin önceleri ve sonralarındaki ses alanından yola çıktığı izlenimini edinmekteyiz. Nitekim devam eden yorumunda izah ettiği perde anlatımlarındaki tasvirleri ile değerlendirmelerindeki hassasiyetleri yine estetik bir karakterde görmekteyiz (s.64). Şöyle ki;
“ Yegah perdesi ise sazın ahengi, esas düzeni olduğundan, öteki perdelerden ayrı tutulur ve onların arasında pek katılmaz. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Aşiran perdesi makam sahibi olamadığından, bütün gücünü, Hüseyni perdesine aktarır. Hüseyni perdesi de böylece güçlenerek, kaymakam iken şah ve sultan olur, ve temsil yoluyla memleketin varına yoğuna sahib çıkıb, üzerinde hak iddia edebilir, sözünü geçirebilir.”
Muhayyer Makamı’nın hükmü üzerine (s.69);
“Sözü edilen makam, ulu ve değerli bir makamdır.”
Saba Makamı’nın açıklanışında (s.72);
“Saba makamı sevimli, hoş bir makamdır.”
Acem Makamı’nın açıklanışında (s.75) ;
“Acem makamı garib ve acayib bir makamdır.” Yorumunun ardından neden böyle bir olumsuz değerlendirme yaptığının açıklamasını yazmamıştır.
Hisar Makamı’nın hükmünde (s.79);
“Bu makam gayet dar bir makamdır ve pek az terkibe malikdir. Bu makamda çok az eser bestelenmiştir. Bir peşrev, bir semai, birkaç da beste vardır, bestelerin seslendiriliş hareketlerini, nağmelerin edasını birbirinden ayırdetmek de bayağı güçtür”. Yorumuna Yalçın Tura; 114. notunda; herhalde aynı sebepten ötürü bu makama daha sonraları da pek fazla ilgi gösterilmemiştir değerlendirmesini düşmüştür.
Rehavi ve Rast Makamlarının ayırımlarında (s.96);
“Fakat bilmiş ol ki, günümüzün musikişinasları, Rehavi’yi Rast’dan nasıl ayırdettiklerini anlatmak için, derler ki: Rehavi makamı, Frenk’lerin trompetini taklid eder ve nağmesinin yürüyüş biçimiyle Rast makamından ayrılır.”
Musikide Hoşlanıp Uyuşma ve Ters Düşüp Çatışma bölümünde (s.112);
Perdeler, makamlar ve terkibler arasındaki uyuşmaları izah etmeden önce nedenini şöyle açıklamıştır: “Öyle ki taksim yapmak istendiğinde, tarifimiz üzere hareket edilirse musiki hazinesine sahip olunabilsin ve gönlün dilediği şekilde, mücevherlerle, altın kakmalarla süslü nağmeler, ortaya konabilsin. Ve o nağmeler, musiki ifadelerine 10uygunlukları, cana yakın yürüyüşleri, hoşa giden düzenleri ile, işitme duygusuna tesir etsin ve beğenilsin.” Bu değerlendirmedeki yorumların hem estetik hem de edebi yanları oldukça güçlüdür.
Birinci derecede uyuşma bölümünde (s. 113); bir sesin sekizlisinin tam bir uyum içinde olduğunu şu sözlerinden anlıyoruz, “Birbirleriyle tam bir aheng içindedirler; sanki konuşur, anlaşır, birbirlerinin sorusuna cevap verirler”. Bu aralık için 153. notta Yalçın Tura tam sekizli aralığının ses fiziğinde de en mükemmel uyumu gösterdiği üzerine not düşmüştür.
Uyuşma ve zıtlık konularını takiben makam geçkileri ile ilgili bir görüşünde de (s.117); müzisyenlerin taksim yaparken bir makamdan başka bir makama geçtikleri sırada; geçki yapılan makamlar arasında en ufak bir soğukluk ve çatışma bulunmamasına dikkat etmelerinin gerekliliğinden bahsedilmektedir. Bu konu ile ilgili devam eden yorumlarında
(s.125), “Musiki ile uğraşanların, mükemmelliğe erişmiş olanları, Musiki ilminin gücüyle, bütün makamlar ve perdeler arasındaki geçimsizliği ve soğukluğu, anlaşma ve uyuşma haline döndürebilirler. Öyle ki perdeler altın bir zincirin, halkaları gibi birbiri içine girip bağlanır ve adeta bir nağme dairesi halinde, bütün makamlar bir makam içinde bir araya gelerek, ayrı ayrı makamlardan, bir makam bütünü meydana getirirler.” Bu yorumuna örnek eserler olarak da Fahte usullerinde bestelenmiş Küll-i Külliyat ve Külliyat adlı peşrevleri, karlar arasında da Kar-ı Natık’ı anlatılan şartlara uyularak bestelenmiş eserleri göstermektedir (s.126). Taksimin nağmesi ile ilgili devam eden değerlendirmelerinde (s.134-135); “Sözün kısası, diledikleri şekilde hareket etmelerine ruhsat verilmiştir. Yeter ki; makamdan makama geçerken bir soğukluk belirmesin. Her makama güzelce girilsin ve her makamdan nezaketle, incelikle çıkılsın. Taksim’in nağmesi sevimli ve cana yakın, makamların gerçekleştirilişi ise sağlam bir zincir gibi dayanıklı görünsün.” Taksim tarifi ve açıklamaları ile edvarı tamamladığını bildiren Kantemiroğlu; Sazendeler için (s.185); “Bütün sazendelerin gücü, ustalığı, eşlik ettikleri sırada ortaya çıkar. Zira sazende, okuyucunun (hanendenin), nefesiyle (ağzıyla), çıkardığı nağmenin her perdesine aynen uymalı, o nağmeyi, en küçük bir fark olmaksızın, sazıyla aynen icra etmelidir” ifadesiyle sazendeliğin kaidelerini estetik değerlerle açıklamaktadır. Eugenia Popescu Judetz’in kitabındaki Kantemiroğlu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi adlı eserinden bir alıntıda ise Türk Musikisi üzerine şöyle estetik tanım ve değerlendirmeye rastlayabilmekteyiz:
“Döneminde ihmal edilmiş musiki sanatı sadece ihya edilmedi, aynı zamanda asil bir İstanbullu olan Osman Efendi tarafından mükemmel bir şekilde icra edildi. “ Yorumunu yapan Kantemiroğlu; sözlerine Türk Musikisi’ne dair bir tarifle şöyle devam etmektedir:
“Şunu kesinlikle söylemeye cüret ederim ki, Türk Musikisindeki kelimelerin vezni ve nisbeti Avrupa musikisinde olduğundan daha mükemmeldir fakat bununla beraber anlaması müşküldür ki, dünyanın en büyük sarayının bulunduğu koca İstanbul şehrinde bu sanatın künhüne vakıf üç ya da dört kişiyi ancak bulabilirsiniz” (s.22
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
KANTEMİROĞLU ESTETİĞİ
Estetik kendi alanına yardımcı olarak; sanatsal, eleştirel, bilimsel, felsefi, tarihsel, psikolojik, deneysel, ampirik (gözleme dayalı), eklektik (seçmeci) ve sistematik metotlar kullanır. Yalnızca güzel-çirkin, iyi-kötü değerlendirmesini içeren bir estetik değerlendirme zayıf kabul edilecektir. Dolayısıyla Kantemiroğlu’na baktığımızda bu metotları eserini kaleme alırken kullandığı görülmektedir. Kantemiroğlu’nun Türk Musiki Tarihi’nin en önemli sürecine kaynak oluşturan Kitabu İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat adlı incelediğimiz eseri musiki içeriği ile ilgili büyük önem taşımakla beraber edebi alanda da ayrı bir değer olarak nitelendirilmelidir.
Yazım dili itibarıyle olsun, hitap tarzı ile olsun, düzeni ve intizamı ile olsun eser başlı başına büyük bir emekle kaleme alınmıştır. Ne var ki bütün bu düzen ve hakimiyet içerisinde yazılmış bu eserde, samimi ifadeler de yok değildir. Ancak anlatımını o kadar hedefe yönelik ve o kadar özümseyerek geliştirmiştir ki, ifadelerinde asla bir sırıtma veya metine ya da tarza aykırılık gözükmemektedir. Bununla beraber, derin araştırmalar, felsefi ve sanatsal alanda akıl yürütmeler, nitelikli incelemeler ve gözlemler, eserin ne kadar titizlikle kaleme alındığının da göstergesidir. Ayrıca döneminin Hanende Receb, Buhurcu-zade, Neyzen Ali Hoca, Tanburi Mehmed Çelebi ve Hocası Tanburi Koca Angeli gibi ünlü müzisyenleri ile görüş alışverişinde bulunduğunu da belirtmesi eserin güvenilirliğini ve musiki dünyasında bilimsel saygınlığını göstermektedir.
Ancak şöyle bir durum da var ki estetik ve müziksel güzellik kavramı ve bu kavramın bir sanat felsefesi olarak kabul edilmesi ve var olması 18. yüzyılın sonralarında ağırlık kazanmaktadır. Kantemiroğlu’nun yaşadığı dönemde bu fikir yeni yeni Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Buna rağmen Kantemiroğlu’nun değerlendirmeleri ve tesbitleri bir sanat felsefesi ve sanatı algılamaya yarayan bir disiplin olan estetikin çalışma kriterlerine uygun görünmektedir.
Estetik disiplinin; sanatsal kaliteyi sağlayan koşulsal faktöreri ve eserin genel yapısını tanıtan, konuyu fiziksel açıdan ele alıp bölümleyerek inceleyen analiz ve çıkarım metotlarını Kantemiroğlu’nun makam sınıflandırmasında görmek mümkündür.
Yine bir diğer dikkate değer unsur da Kantemiroğlu’nun ilk çağ filozoflarından Platoncu bir estetik bakışı olduğunu da gözlemleniyor olmasıdır. Müziğin ; “söz, makam ve ritm” unsurlarının karışımı olduğunu öne süren filozof Platon’un (M.428/7 – 348/7) müzik anlayışında; müzik tamamen insanda bıraktığı duyusal etkiye göre değerlendirilir, estetik kaygılar da buna göre şekillenecektir (Gilbert, 1938). Kantemiroğlu’da uzul-vezin ilişkisini ve musiki nağmesindeki incelik ve güzelliği musikide mükemmellik olarak görmektedir. Yine terkiblerin birbirleri arasındaki geçişlere verdiği önem ve perdelerle ilgili hassasiyetini; kendisinden sonraki yüzyılda yaşamış olan Alman edebiyat tarihçi, felsefeci, romantik yazar August Wilhelm Schlegel’in (1767 – 1845) estetik anlayışında görmek mümkün. Schlegel, müziğin önemli yapı unsurlarının; ritm, armoni ve ton sıralaması ya da modülasyon olduğunu ifade etmiştir. (Bowie, 2007-Soykan, 2002)).
Ayrıca Kantemiroğlu’nun incelenen eserinde; müziğe eleştirel bir gözle de baktığı bir müzik eleştirmeni edasıyla da bazı değerlendirmelerini kaleme aldığı, özellikle eski edvarları da ele alarak eserine o incelemeyi de dahil etmesi ona Türk Musikisi eleştirmeni de diyebilmemizin yolunu açıyor. Hatta yaşadığı dönemde Avrupa’da gelişmeye başlayan müzik eleştirisi geleneğinden de Avrupalı dostları, Batılı ülkelerin elçileri ve sanatçıları ile kurduğu ilişkiler nedeniyle etkilenmiş olabileceği de düşünülmektedir
Çünkü; Kantemiroğlu’nun bu incelenen eseri ilk etapta bir musiki eğitim kaynağı gibi kaleme alınmış görünse de eleştirel ve estetik özellikleri de içinde barındıran geniş kapsamlı bir kaynaktır. Nitekim eserin ilk paragraflarında göze çarpan kendisinin ifade ettiği musikide mükemmelliğe ulaşma niyeti ile yazılan her cümle onun aslında Türk Musikisi estetiği üzerine de bize çok değerli bilgiler aktardığının bir kanıtıdır. Bununla beraber verdiği uyumlu-uyumsuz aralıklar ve tonlar da müzik estetiği tarihinde müzik fiziğinden faydalanan uygulamalarla özdeşleşmektedir. Kitabu İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat, notasyon ve ilmi özelliklerinin yanısıra incelenen estetik değerleri ile günümüzde Türk Musikisi eleştirisi ve estetiğinin kriterlerini oluşturmada da değerli bir çıkış noktası olacaktır
BİBLİYOGRAFYA
Bowie, A., 2007. Aesthetics, 1750–2000, Grove Music Online, Oxford, England.
Gilbert, K., 1938. The Relation Between Esthetics and Art-Criticism, The Journal of
Philosophy, Vol. 35, No. 11. , pp. 289–295. The Journal of Philosophy is currently published
by Journal of Philosophy, Inc.
Fubini, E., 2006. Müzikte Estetik, çev. Furat Genç, Dost Kitabevi, Ankara.
Judetz, E.P. 2000 Prens Dimitrie Cantemir. Türk Musikisi Bestekarı ve Nazariyatçısı. Pan
Yayıncılık. İstanbul.
Kantemiroğlu. 2000. Kitabu İlmi’l Musiki Ala Vechi’l Hurufat. Cev. Prof. Yalçın Tura. YKY.
İstanbul.
Özkan, H.D. 2007. Avrupa Sanat Müziği Bağlamında Müzik Eleştirisi. İTÜ Sosyal Bilimler
Ens. Türk Müziği Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.
Soykan, N., 2002. Betimleyici Eleştirel Bir Hazırlık-Müzik Estetiği, Cogito, 282- 323.
İstanbul.
Resim: Osmanlı siteden alınmıştır.
11 Haziran 2020 Perşembe
HAYVANA ŞİDDETE SESSİZ KALMA !
Dünya nereye gidiyor ? İnsanlık nereye gidiyor bilmiyoruz... Bilemiyoruz.... Sana hiç kötülüğü olmayana zarar vermek, kötülük yapmak nasıl bir duygu ben bilmiyorum. Aileme müteşekkirim bu konuda. İlkeli ve ahlaklı olmanın önemini kavrattıkları için. Neler duyuyor nelere şahit oluyoruz. Lâkin en kötüsü anormal şekilde her gün her yerden hayvana şiddet haberleri ile sarsılıyoruz. Ezilmişliğini, fıtratsızlığını, karektersizliğini ya bu canlara ya da bu canlar üzerinden onlara bakanlara içlerindeki kötülüğü kusan yetmeyip tezgah kuran o olmuyorsa şiddet uygulayan insanımsılarla uğraşıyoruz..Geçtiğimiz günlerde bir filin yavrusu içindeyken barutlu ananas ile öldürüldüğü haberi ile dünya vicdanı şoka uğradı. Ben üzülüyorum tabiiki onlar icin ama içim rahat hiç bir kötülüğü cezasız bırakmayan bir mekanizma var. İnansalar da inanmasalar da var. İnsanlara bakıyorum 3 kuruş dünya menfaati için öyyle tezgahlar öyle şeytanı utandıracak kötülükler kuruyorlarki şaşırıyorum ve de gülümsüyorum. O kadar güzel unutuyorlar ki "ilâhi kudret" i onların bu akılsızlığına sadece gülünüyor. Birbirini harcamaya doymayan insanoğlu bu garip haklarında hesap soracak olmayan can'lara mı zarar vermeyecek? Peki çözüm nedir? Hep lanet ediyoruz, beddua ediyoruz... Bir şey değişiyor mu hayır malesef... Çözüm sevgi dolu bireyler yetiştirmek. Bugune kadar 1000 lerce öğrencim oldu... Sorsanız derlerki biz ondan önce sevilmeyi öğrendik... Konuşabilse baktığım canlar da bunu söylerdi... Çocuklarınızı öyle güzel sevinki maddi manevi hiç bir çıkar için "ahlâksızlık" etmesinler, öyle güzel sevin ki onlar da dünyayı ve canlıları sevsinler, öyle sevgiyle besleyinki yemeklerini gidip istediği yemeyi yiyemeyecek olanlaŕla paylaşsınlar.... Bunu yaparsanız hiç olmazsa bi 10 yıl sonrasının daha güzel bir dünya olabileceğini söyleyebiliriz... Ahlâklı insan olmak çok ileri düzey bir felsefeyle ele alabileceğimiz bir husus. Ona ayrıca değinelim. Günümüze dönersek tohumlarını sevgiyle ekeceğimiz yeni bir dünyaya ulaşıncaya kadar "hayvana şiddetin" suç kapsamına alınıp insana karşı işlenen suçlarla aynı cezai ehliyete tâbi tutulması için her türlü medya platformunda gerekli tepkimizi saygi çerçevesinde dile getirelim. Hayvana şiddete sessiz kalmayalım. Onlar bize emanet.
27 Nisan 2018 Cuma
AY MI GÜNEŞ Mİ DİYE SORSANIZ....
Ay mı Güneş mi diye sorsanız tereddütsüz 'Ay' olurdu cevabım...
Gecenin en doğal ışıltısı...
Bütün büyüleyiciliği ile tam orda başınızın üzerinde duran bir sukûnet ve asalet penceresi...
Yıllardır çözemediğim bir büyü...
Sessizliğinde ışığıyla konuşuyor sanki sizinle....
Kimi zaman etrafında bir hâre ile mutluluğunu gösteriyor, kimi zaman o hâre yi saklıyor ama yine mutlu ışığıyla geceyi aydınlatıyor...
Işığını Güneş'ten alıyor deselerde ben mistik anlamda farklı bakıyorum...
Ay'la ilgili duyduğunuz derinlik Güneş'ten biraz daha farklı çünkü...
Ona doğru çekiliyorsunuz ama orda çok ince bi nüans var sadece onun izin verdiği kadarını görebiliyorsunuz...
Kimi zaman tepsi gibi bir parlaklık kimi zaman incecik bir Hilâl...
Kimi zaman da hepten kayboluş...
Ne kadarına izin verir ise o kadar aydınlatıyor sizi...
Bu ürkütücü mü? Hayır...
Orada olduğunu biliyorsunuz çünkü...
Değişmiyor sadece ışığıyla konuşuyor sizinle...
Ve ne kadar isterse o kadar söylüyor...
Siz ne kadar isterseniz değil...
Ay ne kadar isterse....
Bunun için Moonlight Sonata'daki ögeler bir o kadar gizemli...
Bunun için içini açan bir melodik ziyafetten farklı olarak ince bir nezaketle örülü bir ışık süzmesi dinlersiniz o eserde...
Ay'da Moonlight Sonata'da yalnızca anlatmak istediklerini anlatır size...
Sizin istediklerinizi değil...
Yine de Ay mı ? Güneş mi ?
İllâ ki "Ay"....
13 Nisan 2018 Cuma
LEYLÂ'DAN GEÇMEDEN....
Annemin hatırasına dair son kaleme aldıklarım yaşasın istedim....
Ancak...
Yazmak sonsuzluğun içinde bir zerre de olsa var kılmak yaşanılanları...
"En Kıymetli Nesne Aşk" ise Onu en kıymetli kemalât noktasında ele alabilmeyi beklemek belki de bu kadar zaman aldı....
"Leylâ'dan geçmeden,
Mevlâ'ya varılır mı ? "
Diyor büyükler En kıymetli nesnenin En büyük sınava kâbil olduğunu ifade ederek...
Katılmayı çok istiyorum...
Ancak bu noktada ayrılıyoruz bugün için Onlarla...
Zira, Aşkı Yaradanın bize onu kaybettirip Kendisine yürümemiz için bir yokluk geçişi tercih ettirmesinden ziyâde Aşk'la kendisine yürümemizi yeğlediğine inanmayı tercih ediyorum....
Öyle ulvi bir duyguyu kalbimize "vazgeçilsin" diye koyma zahmetinde bulunmayacağını düşünüyorum...
Boyle Yüce bir Yaradanın 'Seni mi daha çok seviyor Beni mi" diye aşıklara acımasızca bir kader oyunu oynamayacak kadar Özel olduğuna inanmak istiyorum...
Öyle ise Leylâ'dan geçmeyi değil belki onunla Kendi huzuruna geçmeyi düşünce kılıyordur...
"Gönlü boş geçmiş yalnız Kendi aşkına kalbini açmış bir kula o benzersiz Aşk'ının lezzetini bir önceki sahnede yaşatıp bak burda daha güzeli var' demek mi istiyor bilemem...
Lâkin kendisine yürürken Leylâ'yı da yanında götürmenin bir mahsur teşkil edeceğini düşünmüyorum...
O bilir çünkü kimin yerinin nerede olduğunu...
"Leylâ'dan geçmeden Mevlâ'ya varılır mi ?"
Peki....
"Leylâ ile yine O'na varılamaz mı ? "