10 Mayıs 2011 Salı

IŞIĞINIZ VE SİZ -2

Güzel bir haberle bitirmiştik yazımızın ilk bölümünü. Hayat ışığımızı saklandığı yerden çıkarmak ve onunla barışmak için geç kalmadığımızı artık biliyoruz. Küstürdüğümüz bir dostumuzun gönlünü almak bizim için ne kadar zorsa hayat ışığımız ile barışmak da o kadar zor gelir bizlere. Oysa içten bir özür de yeterli olabilir dostlukları sürdürmeye. Ama önemli olan o ilk adımı atmaktır. İçimize dönüp ışığımız ile bağlantı kurma egzersizleri ile o ilk adımı atabiliriz. İlk egzersizimiz gülümsemek. Evet, yanlış okumadınız durup dururken gülümsemek. Ayna karşısına geçiniz ve kendinize içten bir şekilde gülümseyiniz. Gülümsemenin fiziksel anlamda kimyamızda yaptığı olumlu değişiklikler sizin ruh halinize de yansıyacaktır. Bu egzersizi gün içinde de tekrarlamalı ve ilerleyen günlerde de devam etmelisiniz. Bir diğer konu da; karşılıksız küçük iyilikler yapmaya başlamaktır. İyilik yapmanın külfet olarak görüldüğü bir çağda siz de bu küçük mucizeyi ihmal etmiş olabilir misiniz? Bir arkadaşımıza yardım etmek, bir yaşlıyı trafikte karşıdan karşıya geçirmek, bir çocuğu mutlu etmek gibi küçük iyilikler içimizdeki ışığı bize bir adım daha yaklaştıracaktır. Çeşitli hobiler de günlük hayatın tortularından arınmakta bize fazlasıyla yardımcı olabilmektedirler. Sevdiğimiz bir müzik eşliğinde resim yapmak, doğaya çıkıp fotoğraf çekmek, çeşitli güzel sanatlar aktiviteleri ile kendimizi geliştirmek ve yeteneğimiz elveriyorsa bunlara katılmak ve daha pek çok etkinlikten kendimize uygun olanlarını seçip gerçekleştirmeye başlamak için hiçbir engelimiz yok. Sonuçta amaç kendimizi ve içselliğimizi beslemek için çaba harcamaktır. Bütün bunların yanında maneviyatımızı da güçlendirmek içimizdeki ışığın bize dönmesi için önemli bir mesaj niteliği taşır. Hangi inançtan olursak olalım maneviyatımızı desteklemez, bir şekilde evrendeki ilahi güç ile işbirliği yapmazsak ilahi bir kimya ile bize kazandırılan ışığımıza da tam olarak ulaşma şansımız olmayabilir. Gülümsemek, iyilik yapmak, kendimizi sanattaki güzellik algısı ile beslemek ve manevi olan ile işbirliği yapmak bize ışığımızı yeniden kazandıracak dört eksendir. Bunları olumlu düşünce ile birleştirip hayatımızda uygulamaya başladığımızda ışığımız ile ne kadar kısa sürede barıştığımızı ve içsel yolculuğumuzu çok daha anlamlı kıldığımızı göreceğiz. Aydınlık günler geçirmenizi dilerim.

IŞIĞINIZ VE SİZ - 1

İçimizdeki ışığı taşımanın ve yansıtmanın pek çok yolu vardır aslında. Ama öncelikli olan o ışığı hissetmek ve varlığına inanmaktır. Hayatın akışı ve yoğunluğu içinde bu eşsiz nimeti unutup nefes nefese bir şeyleri yakalamaya çalışır gibi yaşarız. Ama o ordadır ve sizin onu fark etmenizi bekliyordur. Bu koşturmacalar arasında ışığını fark etmeyenler nefes alacak, gülümsemelerini sağlayacak mutluluk arayışlarına girerler. Yoga dersleri, nlp kursları, yaşam koçları bu liste böyle uzar gider. Arayışlar bir türlü son bulmaz, genellikle de kısa tatminlerden oluşur, ışığınızı fark etmeyi ertelemekten başka işe de yaramazlar genelde. Hep bir şeylerin eksikliğini duyarsınız, hep aklınızda soru işaretleri vardır. Neden mutlu değilim? Neden yeterince kazanamıyorum? Neden hiç dostum yok? Neden hayatımda beni mutlu edecek bir aile kuramıyorum? Neden başka insanlara istekleri neredeyse sunulurken ben çok daha fazla çabalamak zorunda kalıyorum? Nedenler ve acabalar hayatınızı işgal etmeye başlamıştır artık. Terapist adresleri, medyum telefonları yavaş yavaş fihristinizi doldurmaya başlar. Arayışlar yön değiştirdikçe siz de yönünüzü bulamamaya başlarsınız. Nerede hata yaptım? Bu soru aklınızda yer etmeye başlarken hatalarınızı kendinize bile itiraf etmekten korkarsınız. Size gülümseyerek el uzatan bir dostu hayatınızın arkasında bırakmakla, iş yaşamında başarılı olma hırslarınızı törpüleyemediğinizden iş arkadaşlarınızı dost değil rakip olarak görmekle, size anlayışla ve sevgiyle bağlı olan eşinizi her yönden eleştirmekle, çocuklarınızı sizin koyduğunuz kurallarla yaşamak zorunda kalan robotlar haline getirmekle ve daha pek çok şeyle aslında hatalar zincirini kurgulamışsınızdır hayatınızda. Kendinizi sevmemeye başlarsınız bu noktada. Hatalarınızı bilip de geriye dönecek cesareti bulamadığınızda “hayat sizi sevgisizliğe ve mutsuzluğa doğru yönlendirmektedir” diye düşünürsünüz. Kader dersiniz bazen kaçış için, ya da size göre daha iyi olanı yaptığınızı savunursunuz. Dostlarınız hayatınızdan bir bir uzaklaşmaya başladığınızda sizin kurallarınızın herkesin kuralları olamayacağını ve de hayatın bir akışı olduğunu bu akışta sizin kurallarınızın yalnızca sizin hayatınızı düzenlemek için var olabileceğini anlarsınız, başkalarının değil. Oysa profesyonel olarak hayata adım attığınız ilk gençlik yıllarınızda içinizdeki ışığın gücünü bilseydiniz ne kadar farklı olurdu değil mi? Sabah uyandığınızda aynaya gülümseyerek bakan gözlerinizdeki ışığınız ile birlikte evden çıkmak, günlük yaşantınızı nasıl da motive ederdi… Peki güzel bir haber vereyim o zaman henüz hiçbir şey için geç kalmış değilsiniz. Işığınızı bulmak ve keşfetmek için hiçbir zaman geç değildir, çünkü gerilerde kalmış olsa da o hala sizinle. Peki onu tekrar içimizden çağırmanın yolları neler ? Küstürdüğümüz ışığımızla nasıl barışabiliriz? İkinci yazıda bunlara cevap arayacağız. Sevgiyle kalın.

9 Şubat 2011 Çarşamba

'AŞK'IN AYINDA 'AŞKIN' ROMANTİZMİ


‘Aşk’ üzerine yazılan yazılar, şiirler, romanlar ve senaryoların hiç birinde aynı ‘Aşk’ı görebilmemiz mümkün değil. ‘Aşk’ daima söylenilen, yazılan, hayal edilen, gizlenenden daha fazlasıdır . Kimi zaman meleklerin sade masumiyetinde, kimi zaman bir tutkunun eşiğinde, kimi zaman da alevlerin arasında, elinizi uzattığınız anda yanacağınız yerde bizi karşılar.  ‘Aşk’ı yüreğinde hissedebilenler, ona korkmadan dokunabilenler ve tabii ki de yaşayabilenler Tanrı’nın geniş armağan denizinde yüzebilen, seçilmiş fanilerdir. ‘Aşk’ın armağan edildiği insanoğlu ölümlü olsa da ‘Aşk’ ölümsüzdür. O enerjisini daima dünyada bırakacak ve her gerçek ‘Aşk’ta biraz daha varlığına o görünmez büyüsünü katarak evrende dolaşacaktır.  Müzik gibi…  Yüzyıllar içerisinde değeri anlaşılan pek çok besteci gibi… Onları yorumlayan sanatçıların tanrısal dokunuşlarında hayat bulan eserleri gibi… ‘Aşk’ın en çekincesiz halini gösterdiği sanat ‘Müzik’ . Sözlerle açıklanamayanın seslendirilmesi ile çağlara yayılan bir büyüde bizlerin kalplerine süzülendir belki de ‘Aşk’.
            Müziği ‘Aşk’la yaşayan iki virtüözümüz Cihat Aşkın ve Gülden Teztel’in Schumann Albümü Kalan Müzik imzasıyla; Alman Romantizmi’nin seçkin eserlerini seslendirdikleri eşsiz bir düet çalışması olarak geçtiğimiz yaz sezonunda dinleyicileri ile buluştu.  Bu ayı anlamlandıracak en Romantik tınıların yer aldığı albüm şüphesiz Schumann.  Tüm dünyanın sevgi enerjisini paylaşacağı 14 Şubat Sevgililer Günü arifesinde özel bir alternatif olarak Klasik Müzik dinleyicilerinin öncelikli tercihi olacaktır Schumann.  Cihat Aşkın ve Gülden Teztel’in bu albümün kayıtlarını 2009 - 14 Şubat’ında tamamladıklarının bilgisini de siz değerli okuyucular ile paylaşmak isterim.
            Orta Avrupa’da 17. Yüzyıl’da Keman Sanatı’nda en önemli üstatlardan kabul edilen Heinrich Ignaz Franz von Biber’in (d.1644-ö.1704) Keman ve Piyano için Do minör Sonatı albümün ilk eseri. Aslında artık klasikleşmiş bir Cihat Aşkın tercihi. Aşkın, hemen her albümünde önemli bir Keman üstadının hem teknik açıdan zor, hem de yorumlaması ciddi hüner gerektiren bir eserini dinleyicileri ile buluşturmayı tercih ediyor.  Keman literatürünün çok bilinen eserlerinden ziyade daha az tanınan eserleri seçerek albümlerinde yer vermesi sanatçının Müzik Tarihi’ne de çok değerli bir katkısı aynı zamanda. Bu eserdeki, resitatif yapı, çeşitlemeler ve tonalitenin kontrpuandaki üstün kurgusu eseri ayrıcalıklı kılan özellikler. Nitekim Keman tekniği açısından da oldukça önemli ve çığır açan bir yerde duran bu eserin yorumlanmasında Aşkın ve Teztel’in düetlerinde bilinen o etkili üslubu görmek şaşırtıcı değil. İki enstrümanın karşılıklı konuşmasını andıran klişe düetlerden çok daha özel bir yorum gücünü Keman ve Piyano’da hissetmek mümkün. Eserin dikkat çeken ikinci bölümü; 17. Yüzyıl’ın müzikteki renkli formunu hissettiren Passacaglia’daki motiflerin neşeli adımları sona doğru Keman’ın seslendirdiği solo kadansların iniş-çıkışlarında ağırlaşarak yerini bir sonraki bölüme bırakıyor. 17. Yüzyıl’ın bu değerli eserini 19. Yüzyıl’da yaşamış Alman Keman virtüözü ve besteci Ferdinand David (d.1810-ö.1873) yeniden yorumlamıştır.
            Albüme adını veren ve kısacık ömrüne rağmen 19. Yüzyıl’ın Romantizm algısında çok önemli bir yer edinen Robert Schumann’ın (d.1810-ö.1856) Keman ve Piyano İçin La Minör ve Re Minör Sonat’ları ile albümün romantik büyüsüne kapılmaya başlıyorsunuz.
            Romantizm’deki; klasik ideallerin dışına çıkan, hayalperest, mistik, gizemli yapı, düşsel dünyaya açılan kaygı ve acı dolu bir pencere, sisli, hülyalı sonsuzluk Schumann’ın Romantizmi’nde sonuna kadar hissedilmektedir. Müziğini şiirsellikle bütünleştirdiği çelişkili algısı onu üstün tekniklerden ziyade üstün duyarlılıkla bestelemeye daha önem vermeye yönlendirmişti, yine de eserlerinde tekniğinin nitelikli varlığı gözlemlenmekteydi. Ezginin mistik gücünü ritim, armoni ve polifonik öğeleriyle bütünleştirmeye çalışırken anlatımın derin sezgiselliğini hissettirmekti amacı.
            Schumann’ın Oda Müziği örneklerinden biri olan  1 No’lu Keman ve Piyano İçin La Minör Sonatı’nda da onun bu değişken yapısını görmek mümkün. 1851’de Düsseldorf’ta bestelediği bu eserdeki tutkulu, kimi zaman çelişkili, bir şeyleri anlatma çabasında olan telaşlı halinden yaşadığı algı medcezirlerini hissedebiliyoruz. İlk kez 1852 yılında Ferdinand David ve Clara Schumann tarafından seslendirilen eserde; İlk bölümdeki kanonik tema; Piyano’nun sürükleyiciliğindeki sanatkârane üslubun etkisinde karakteristik anlatımına kavuşur, ikinci bölümde nispeten daha huzurlu melodik ifade Keman’ın dinleyicilerini daima etkileyen artistik nüanslarıyla kendisini hissettirirken son bölüm tutkulu ama kontrastların gölgesinde bir finalle son bulmaktadır.
            Albümdeki bir diğer Schumann eseri Keman ve Piyano için Re Minör Sonatı ise dört bölümden oluşan çözümlenmesi zor bir teknik yapı içerdiğinden bestecinin nadiren seslendirilen eserlerinden olmuştur. Eser Ferdinand David’e ithaf edilmiş, 1853 yılında Keman sanatçısı Joseph Joachim (1831-1907) ve Clara Schumann tarafından seslendirilmiştir. Bölümler arasındaki geçişlerdeki temaların çeşitliliği, modülasyonlar, ritmik ve armonik yapıdaki akorların orkestral duyumları ile bu sonatı belki de döneminin getirdiği bireysel anlatımda serbestliğin ve gelenekten kopuşun sanatçıların önünde açtığı uçsuz bucaksız seçenekler yelpazesinde, 19. Yüzyıl’ın sürekli devrim akışının figürasyonlarında bir yerde görmemiz mümkün.  Piyano; gösterişli ama görgülü bir nezaketle, kimi zaman Schumann’ın ihtiraslarını akorların vurgusunda hissettiren bir azametle eşlik ederken, Romantizm’in fırtınalı iniş çıkışlarını,  Schumann’ın kendisiyle, aşkıyla yaşadığı duygusal tartışmalarını, gidişlerini, geri dönüşlerini Keman’ın derin bir sanatsal bilgelikle anlattığı melodilerinde duyuyoruz.    
            Albümün son eseri Avrupa Müziği Tarihi’nin belki de en fedakâr kadınının, Robert Schumann’ın büyük aşkı, eşi öldükten sonra tüm Avrupa’ya onun eserlerini tanıtmak için çalışan  Clara Schumann’ın (d.1819-ö.1896) Keman ve Piyano için Üç Romans’ı. Eser Joseph Joachim’e ithaf edilmiştir. Keman ve Piyano için Üç Romans’tan ilki Re Bemol Majör tonda; serin, duygusal bir rüzgârın esintisinde duyulurken, Piyano’nun ritmik yapıya kattığı özel adımların etkisi bu eserde kendisini gösterir.  Sol Minör tondaki ikinci eserin biraz daha tempolu ve melodik yapısı Keman’ın öyküsel akışında sunuluyor. Si Bemol Majör tonundaki üçüncü Romans ise, eşi kadar gelgitleri olmasa da Clara’nın ümitsizlikle iyimserlik arasında bir yerde durduğu sezgisini yansıtıyor.
            Cihat Aşkın – Gülden Teztel düetlerinde daima var olan bir zerafet, seçkinlik, üstün sanatlı bir üslup ve virtüözitenin gücü dinleyiciyi büyülemiştir. Artık, onların konser performanslarında gösterdikleri şairane uyumu özlediğimizde dinleyebileceğimiz bir düet albümümüz var.