27 Mayıs 2021 Perşembe

18.YÜZYIL'DA FARKLI BİR MÜZİK ESTETİĞİ ANLAYIŞI


 Tanburi Küçük Artin'in Yazma Eserlerinde   

Musıki'nin Beğeni Kriteri

Türk Müziği'nde musıki ilmini yazan yazarların çoğundan farklı bir yazım üslubu olan Tanburi Küçük Artin  hayatı boyunca bulunduğu bölgelerdeki musıki deneyimlerini,  çalıştığı müzik teorilerini,  bir arada, müzik yaptığı üstatları,  onlardan öğrendiklerini  ve kendi ilmi ile geliştirdiği  müzik nazariyatı  sistemini  Hamparsum notası  olarak adlandırdığımız  özel bir nota yazım biçiminin geliştirilmiş haliyle  Karamanlica  alfabesinin de unsurlarıyla  musıki literatürüne iki yazma eser kazandırmıştır.  Bu eserler  ünlü müzik tarihi araştırmacısı Eugenia Popescu Judetz  tarafından  çeviri, yazım ile hazırlanılmış İngilizce ve Türkçe olarak  kendi yorumlarını da içeren bir araştırmayla kitap haline getirilmiştir.  

Bir 18. yüzyıl klasiği olarak  müzik tarihimizde yer alan Tanburi Küçük Artin  Ermeni bir müzisyen ve seyyahtır.  Çalışmalarında geniş bir kültürel alana yayılarak, Türk ve Hint müzikleri alanında  teori ve icra teknikleri bakımından o dönemin musıkisini detaylı ve farklı bakış açılarıyla bize ulaştırmıştır.  Birçok üstat ve mecliste bulunarak, elde ettiği birikimini  kaleme aldığı bu iki yazma eseri   incelediğimizde  müzik nazariyatının  makam yapısı,  usul İçerikleri,  çalgılar,  farklı bir nota yazım sistemi, Tanbur ve Ney sazının özellikleri,  bu sazların icra teknikleri,  ilim adamlarının  görüşleri ve musıkinin  beğenilmesindeki  estetik bakışı  bizlere kazandırarak çok önemli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. 

    Tanburi Küçük Artin'in Türk Müziği Estetiği  üzerine görüşleri  şimdiye kadar gördüğümüz estetik beğenilere dair tanımlamalardan  çok farklı ve alışılmışın dışında bir bakış açısına sahiptir.  Elyazması eserinin 6. bölümünde  üstatlar arasında musıki  üzerine yapılan bir konuşmayı  naklettiği bir husustan estetik bakışını  görebilmekteyiz. 

"  Kelân hükemâya  bir hükema sordu ki;  Musıki'nin tesiri(*) nedendir?  Kelân hükemâ dedi ki " Bu ilim ruhanidir, ilimdir ve kulağın marifetidir."  Çünkü insanın aynasıdır. Dört terkibdendir. Bu dört terkibden ikisi âliya ikisi suflidir. Aliya hangisi sufli hangisi dersen? Âliya ateşi ve hava, sufli toprakla su'dur. Evveli ki insan dört terkibdendir. Dört terkibin biri insana galip olmalı ki kiminin ateşi galip kimisinin havası galip, kimisinin suyu galip kimisinin toprağı galip. O ateşi galip olan kimseye badi makam agaze edenin gibi ona bir bükâ gelir. O ki havası galip olan kimseye ateşi makam agaze edindiğin (agaze etmek: ses vermek, dinletmek) gibi ona onun gibi bükâ gelir ve safa gelir. O ki suya galip olan kimseye ab-ı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir safâ gelir. O ki toprağı galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi ona da bükâ gelir ve safa gelir. O haz etmemek neden gelir dersen ateşi galip olan kimseye abı makam agaze ettiğin gibi o abı makamdan haz etmez. Niçin dersen ? Zıddıyet sebebi için. Ona kezâlik havası galip olan kimseye haki makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için. Suya galip olan kimseye ateşi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için . Ona kezâlik toprağı galip olan kimseye badi makam agaze ettiğin gibi haz etmez zıddıyeti sebebi için." 

   Bu görüş bizim musıki alanında bu yüzyıldaki kaynaklarda rastladığımız en farklı estetik bakış açısıdır.  Diğer edvar ve eserlerde görebileceğimiz üzere estetik bakış açıları, kurallara uygunluk musıki bestelerinin formlarında kusursuzluk gibi kavramlardan yola çıkarak oluşturuluyor iken  Bu eserde, biz doğadaki dört elementin insan üzerindeki etkisine göre beğenilerin şekillendiği düşüncesini görüyoruz.  Estetik beğeni ölçütlerinde daha önce böyle bir bakışa rastlamadık.  Bu dört elementin doğaya ve insan yaşamına ve de insan tabiatına etkisi  ilkçağ filozoflarından günümüze kadar hep araştırma konusu olmuştur.  Tabiattaki yerleri, insanlardaki karakteristik etkileri ve bilim alanında pekçok konu bu dört elemente izafe ettirilerek araştırılmıştır.  Lakin musıki adına estetik betimlemelerde  ilk kez karşımıza çıkmaktadır.

 Antik Yunan'dan  Aristo ve Eflatun ile günümüze kadar gelen  dört element  düşüncesi ve kuramları İslam filozoflarınca geliştirilerek  Doğu musıkisi kurallarında  Bu dört element dört şubeye (küçük ses grupları),  yedi gezegen yedi agazeye ( makam dizilerini oluşturan ses grupları),  yine astronomi yöntemine geliştirilmiş, on iki burç, on iki makam ile bağdaştırılmıştır.  Ancak, astronomi temelli bu müzik teorisi düzeninin, estetik bir bakışla ele alındığına bu kaynaklarda rastlanmamıştır.  Biz dört element ve astronomi temelindeki sistemsel müzik  teorisi çalışmalarının estetik değerlendirmede de kullanıldığını ilk kez Tanburi Küçük Artin'in yazma eserlerinde  gördük.

 Doğadaki dört elementin insan doğasındaki etkilerine göre beğenilerin oluştuğu yönünde hükemaların görüşünü, bizlerle paylaşan Tanburi Küçük Artin'in  yazma eserinde  subjektiviteye dayalı bir yorum olarak kabul edebiliriz. Şöyle ki;  insan doğasında galip gelen hangi element ise o elementin biraraya gelebileceği özellikleri taşıyan diğer elementin ağırlıklı olduğu eserlerin beğenilmesi  Bireye özgü, subjektif bir estetik görüş anlamına gelmektedir.  Zira 18. yüzyılda incelediğimiz diğer kaynaklarda  daha genele yayılan ve  musiki ilminin esaslarının gözönünde bulundurulduğu estetik değerlendirmeler yer almaktadır.  Buna rağmen elementlere dayalı tercihler neticesinde geliştirilen estetik algı teorisi müzikte dikkate değer  ve alışılmışın dışında bir görüş olarak  faydalanılmaya ve geliştirilmeye uygun bir konudur. 

KAYNAKÇA

JUDETZ, EUGENIA POPESCU: "TANBURİ KÜÇÜK ARTİN - A MUSICAL TRATISE OF THE EIGHTEEN CENTURY. PAN YAYINCILIK . 2002. İSTANBUL.


23 Mayıs 2021 Pazar

21.YÜZYIL'DA BİR BAŞYAPIT: NAZIM ORATORYOSU

 


" Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..."

                                      Nazım Hikmet


 Sahnelenmesinden iki yıl sonrasında izleyebildiğim,  fikir mücadelesinde  hapisten sürgüne adanmış bir ömrün,  belki de yaşamında duyulmadığı kadar yüksek ve coşkulu seslendirilişini izlediğim  Nazım Oratoryosu  dönemsel bir fikir mücadelesinin bugüne kadar gördüğüm en, sanatlı anlatımıydı. 

 Yaşayarak yazmak, dedikleri bu olsa gerek. Tıpkı Nazım'ın yaşarken, yazdığı gibi bu  oratoryo  da onu yaşayarak  ve dahi onunla yaşayarak yazılmış gibi. 

 Nitekim, sahnenin bütün detayları, bütün sunumları da izleyiciye onu yaşatıyordu.

 Genco Erkal'ın  Nazım Hikmet'mişcesine ve onun geçirdiği evrelerin üzerine yazdığı şiirleri sanki o evreleri geçirmiş de  söylüyormuşcasına  izleyiciyi büyülediği o  eşsiz üslubundan mı bahsedeyim,  Fazıl Say' ın  müzik dehasıyla bestelenmiş ve oratoryonun en ideal yerlerinde  en yüksek ifadeleri vurgularcasına kurgulanarak  anlatımlarla bütünleşen ve  orkestranın eşsiz zenginliği ve görkemli uyumuyla seslendirilen müziklerinden mi? 

 Nazım Hikmet'in " Kız Çocuğu" şiirinin   Zülfü Livaneli bestesinin de  bugünün dünyasında verilen mücadelenin ne kadar anlamlı olduğunu bize hissettiren sunumunun duygusallığı ile  dünyamızın sadece birtane olduğu ve sarı siyah beyaz tüm çocukların  yaşaması için el ele vermemiz gerektiği vurgusunun  sanatlı anlatımını görmenizi çok isterdim.  

      Orkestra ve koronun en görkemli anlarından olan  "Nazım Hikmet bir vatan haini olmaya devam ediyor hala"  diyerek, Genco Erkal'ın ifade ettiği gazete haberi  başlığının  kademe kademe en yüksek perdelere kadar her sesten her telden  söylenilmesi  günümüzde de üzülerek yaşadığımız, içsel suskunluğun müziksel bir çığlığıydı sanki....

   Ve...

     Yaşamayı ciddiye alacaksın....

     Yani o derece öylesine ki....

     Mesela, kolların bağlı sırtın duvarda...

     Yahut kocaman gözlüklerin...

     Beyaz gömleğin bir laboratuvarda...

     İnsanlar için ölebileceksin....

     Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar      için.....

     Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken....

      Hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde....

     Şiirinin finaliyle;  bugün, idealler uğruna yaşanmış ve adanmış ömürlerin çok azaldığını gördüğümüz dünya için  bir şeyler yapmamızı hatırlatırken  bu uğurda verilen kayıpların anısına seslendirilen  ve bir Zülfü Livaneli klasiği olan  "Yiğidim Aslanım" türküsüyle  tüm oratoryonun eşsiz anlatımı son buluyor. 

     Sizlere tek tek eserlerdeki tahlilleri yaparak, teknik detaylar vermeyeceğim.  Orkestranın zengin sanatlı ve muazzam etkileyici uyumu ile  bestelerin tematik bütünselliği  solistlerin duygu dolu yorumları  Genco Erkal'ın üstatlığı  Fazıl Say'ın  sanat kariyerinin  en anlamlı ve dahiyane besteleriyle  Piyanosunun birleştiği bu eser  bu yüzyılın bir başyapıtdır. 

Müzik tarihine  böyle geçmesi dileğiyle....  

Sonsuz şükranlarımızla....