14 Kasım 2022 Pazartesi

İSTİKLAL CADDESİ

 https://youtu.be/L4YsTdSiniE

5 Haziran 2022 Pazar

GEZİ'NİN AĞAÇLARI

 SN.OSMAN KAVALA'NIN BİR GÜN GAZETESİNDE YAYINLANAN MEKTUBUNU PAYLAŞIYORUM SİZLERLE;


Osman Kavala

“Tapınaktır ağaçlar. Onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi bilen hakikati öğrenir. Öğretiler ve reçeteler vaaz etmez onlar, münferit şeylere aldırmadan hayatın kadim yasasını söylerler.”
Herman Hesse, Ağaçlar

BirGün’ün Gezi Direnişi’ne ayırdığı geçen Pazar Eki’nde Gezi’nin sosyoekonomik nedenleri ve siyasi anlamı hakkında açıklayıcı, kapsamlı yazılar yayımlandı.

Ben direnişi başlatan “birkaç ağacın sökülmesi” olayı ve bu kapsamda ağaçlarla ilişkimiz üzerine birkaç şey eklemek istiyorum. Güray Öz’ün bu sayıda çıkan yazısındaki, “Önce, toprağı, yeşili, ağacı korumak için içgüdüsel, kendiliğinden ama bastırılması güç bir hareket olarak kendisini gösterdi son zamanların en demokratik, en meşru direnişi” cümlesi bana Gezi’de ifade bulan tepkinin gücü, içgüdüselliği ve meşru olma niteliği arasında güçlü ilişkiler olduğunu düşündürdü. Gezi öncesi, insanları bunaltan, özgürlüklerine, yaşam biçimlerine yönelik bir dizi müdahale olmuş, çevreye zarar veren, kentsel dokuyu, kültürel mirası tahrip eden bir dizi proje hayata geçirilmişti. Bu bakımdan, Gezi Parkı’nı yok edecek yapılaşmanın ilan edilmesi ve hızla bu işe girişilmesi, bardağı taşıran son damla olarak görülebilir.





GüncelYazarlarSiyasetDünyaAvrupaBirgün EgeBirgün Pazar

Gezi’nin ağaçları

Gezi davasında hukuksuz biçimde ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen Osman Kavala’nın Silivri Cezaevi'nden BirGün Pazar için gönderdiği mektubu yayımlıyoruz.

BİRGÜN PAZAR05.06.2022 09:20

-A+



Osman Kavala

“Tapınaktır ağaçlar. Onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi bilen hakikati öğrenir. Öğretiler ve reçeteler vaaz etmez onlar, münferit şeylere aldırmadan hayatın kadim yasasını söylerler.”
Herman Hesse, Ağaçlar

BirGün’ün Gezi Direnişi’ne ayırdığı geçen Pazar Eki’nde Gezi’nin sosyoekonomik nedenleri ve siyasi anlamı hakkında açıklayıcı, kapsamlı yazılar yayımlandı.

Ben direnişi başlatan “birkaç ağacın sökülmesi” olayı ve bu kapsamda ağaçlarla ilişkimiz üzerine birkaç şey eklemek istiyorum. Güray Öz’ün bu sayıda çıkan yazısındaki, “Önce, toprağı, yeşili, ağacı korumak için içgüdüsel, kendiliğinden ama bastırılması güç bir hareket olarak kendisini gösterdi son zamanların en demokratik, en meşru direnişi” cümlesi bana Gezi’de ifade bulan tepkinin gücü, içgüdüselliği ve meşru olma niteliği arasında güçlü ilişkiler olduğunu düşündürdü. Gezi öncesi, insanları bunaltan, özgürlüklerine, yaşam biçimlerine yönelik bir dizi müdahale olmuş, çevreye zarar veren, kentsel dokuyu, kültürel mirası tahrip eden bir dizi proje hayata geçirilmişti. Bu bakımdan, Gezi Parkı’nı yok edecek yapılaşmanın ilan edilmesi ve hızla bu işe girişilmesi, bardağı taşıran son damla olarak görülebilir.

Ancak, bu ‘son damla’nın öncekilerden farklı bir özelliği de olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce günlük yaşamın parçası olan parkta ağaçların sökülecek olması, sadece çevreye verilen zarardan dolayı insanları rahatsız etmedi, daha derin ve güçlü bir içgüdüsel tepkiyi de tetikledi. Ağaçlarla aramızda duygusal bağlar var. Ağaçların bizlere güzel gözükmesinin, estetik duygularımıza hitap etmesinin kökeni çok eskilere dayanıyor. Evrimimizin erken dönemlerinde beslenmenin yanı sıra tehlikelere karşı korunmak için de ağaçlardan faydalandık, ağaç üstlerini güvenli yerler olarak kullandık. Şehirlere yerleşip dört duvar arasına kapanmamız bizi ağaçlardan uzaklaştırdı. Bu eksikliği uzaktan ağaçlara bakarak ve duvarlarımızı, içinde ağaçların olduğu manzara resimleriyle süsleyerek gidermeye çalışıyoruz. Her şeyin metalaştığı rekabetçi toplum düzeninin, iş güvenliğini de ortadan kaldıran bir kaos haline dönüşmesi, dijital, sanal alemin hayatlarımızı gittikçe daha fazla işgal ediyor olması, Franco Berardi’nin söylediği gibi, duyusal ve duygusal yoksullaşmaya yol açıyor. Bu kaos ortamına, temel hukuk ve demokrasi kurallarını çiğneyen otoriter yönetim, insan hayatına değer vermeyen kamu politikaları eklendiğinde insanlar bıkkınlaşıyor, hayattan tat alamayacak hale geliyorlar. Böyle bir ruh hali içinde, insanların her şeye rağmen varlıklarını devam ettiren diğer canlılarla ilişki kurmalarının sağaltıcı bir etkisi oluyor. Parklarda kendimizi iyi hissetmemizin en önemli nedeninin ağaçlara yakın olmanın verdiği güven hissi olduğunu düşünüyorum.

Gündelik hayatımızın parçası olan, temel insani bir ihtiyaca karşılık veren parkın, bir alışveriş mabedini inşa etmek için yok edilmesi, bunun için ağaçların sökülmesi, sanırım varoluşumuzla ilgili tehlikeleri içgüdüsel olarak hissetmemizi, bu konuda zihnimizin daha berraklaşmasını sağladı, böylelikle kendimizi, hayatımızı savunmak için bize ilave enerji kazandırdı.

Gezi Parkı’na iş makinelerinin girmesiyle birlikte İstanbul’un semtlerinde ve birçok şehirde farklı dayanışma eylemleri, protesto gösterileri düzenlendi.

Bunları kumanda eden ortak bir beyin yoktu ama hareketin kalbi vardı; kalbi Gezi Parkı’ydı. Parkta toplanan gençlerin sergilediği dayanışma, düşünce, ya da ideoloji farklılıklarını önemsiz hale getirdi, parkı, ağaçları koruma eyleminin temelindeki ahlaki haklılık protesto eylemlerine güçlü bir meşruiyet kazandırdı.
Bu bakımdan, Gezi deneyiminin dünyada yaşanan neoliberal düzene ve bu düzenin simgelerine karşı düzenlenen eylemlerden bir farkı var. Kamu çıkarlarına zarar veren bir kurum, yabancı bir mekân işgal edilmedi. Gençler, içinde kendilerini iyi hissettikleri, ağaçlarla, yeşille bütünleştikleri, ortak bir yaşam oluşturdukları bir parkı despotça bir müdahaleye, bir işgale karşı korudular. Bu davranışın sağladığı moral güç ve enerjinin başka tehditlere karşı tavır almalarını da kolaylaştırdığını düşünüyorum. Bu nedenle Öz’ün aynı yazıda yaptığı “Biz Gezicilerden ağaçları korumanın pek çok şeyi korumakla mümkün olduğunu öğrendik” değerlendirmesinin tersinin de doğru olduğuna inanıyorum. Ağaçları korumak için harekete geçme, bir arada davranma içgüdüsü, başka birçok şeyin korunması için bizi daha duyarlı ve kararlı hale getirdi.

Gezi Parkı insanların otomobilleriyle ziyaret ettikleri bir yer değil, Taksim civarında yaşayanların, çalışanların yararlandıkları bir mekân. Orada sohbet eden üniversiteli gençleri, maç yapan ayakkabı boyacısı çocukları, hava almaya çıkmış apartman görevlilerinin ailelerini, Taksim Meydanı’nı seyreden Suriyeli göçmenleri görürsünüz. Parka gitmek sadece ağaçları değil, toplumu oluşturan farklı kesimlerden insanları da yakından izleme fırsatı verir. Eşit ve farklı bireyler olarak aynı mekânı paylaşmaktan huzur duymak, keyif almak bir arada yaşamak için değerli bir deneyimdir, başka yerlerde böyle bir, bir aradalık olmaz, alışveriş merkezlerinde hiç olmaz.

Gezi davasının da ağaçların sökülmesine benzer bir etki yarattığına inanıyorum. Gezi davası, Cumhurbaşkanı’nın Gezi’yi kriminalize eden söylemine dayanak olması amacıyla başlatılan bir cezalandırma ve aynı zamanda algı oluşturma girişimiydi. Yani, bir “gösteri davası”ydı. Ancak siyasi yönlendirmeler ve uygulanan çelişkili taktikler sonucu hukuk normlarından, olağan yargılama usullerinden o kadar uzaklaşıldı ki dava amaçlananın tersi bir etki yarattı. Çoğulcu, eşitlikçi bir kent hayatını savunan insanların ağır cezalara çarptırılmaları Gezi’nin meşruluğuna gölge düşürmedi; aksine mahkemenin meşruluğunun sorgulanmasına neden oldu, yargının bu şekilde kullanılmasının tüm yurttaşlar için ne kadar ciddi bir tehdit teşkil ettiğinin herkes tarafından görülmesini sağladı. Bu durumun da birlikte barış içinde yaşama içgüdüsünü tetikleyeceğine, hukuk devletinin kurulması doğrultusunda güçlü bir iradenin ortaya çıkmasına katkı sağlayacağına inanıyorum.

Öz’e katılıyorum, “Gezi, öncesi, şimdisi ve geleceği ile genişleyen hak, hukuk mücadelesinin yasallığının, meşruiyetinin adıdır.” Bunu da sanırım, kısmen, Gezi’nin ağaçlarına borçluyuz.

Gezi Direnişi


16 Mayıs 2022 Pazartesi

ÇELİK'İN SEVENLERİNE "HEDİYE"Sİ....

 



Bu ay içerisinde pandemi de iyice durgunlaşan müzik hayatında özlediğimiz bir yaz sezonu çıkışı yaşadık. Bu yaza damgasını vuracağını düşündüğüm albüm sezonu; Türk Pop Müziği'nin duayenlerinden Akademisyen ve Yazar Sn.Dr.Çelik ERİŞÇİ'nin müzik hayatının hepimizde oldukça romantik izler bırakan seçkin şarkılarından oluşan "Hediye" si ile açıldı. 

Hareketli bir başlangıçla bir dönem listeleri sallamış "Ateşteyim" bizi o yıllara götürdüğü gibi yenilenmiş alt yapısıyla da günümüz soundlarını bize yaşatıyor. 
Ve hepimizin "Aşk" dendiğinde duygularına tercüman olan ilk dinledigimizde kendimizi alamadığımız "Hercâi" tüm zamanların aşkı, kederi, özlemi, çaresizliği dile getiren, Türk Pop Müziği'nin kült eserlerinden olup bu albümde biraz farklı bir rock sounduyla karşımıza çıkıyor. Benim gibi klâsikten vazgeçemeyenler için ilk versiyonu her zaman eşsiz olsa  da bu yeni sound ile de bu eser geleceğe aktarılacaktır  
Ve yaz akşamlarının hafif çakırkeyf gezmelerinde aşka isyanımızın en keyifli anlatımlarından biri olan "Meyhaneci" çok güzel bir düzenlemeyle albümün 3.sarkısı olarak karşımıza çıkıyor. 
Ve yine Çelik'in hareketli şarkılarından bu yaz aylarını neşe ve duygusallıkla geçirebileceğimiz "Yaman Sevda" Rock ve Pop soundlarıyla yapılmış yeni bir düzenlemeyle albümün 4.şarkısı olarak yer alıyor. 
Ve hareket devam ediyor...
Yol ayrılığının en giderli ve hareketli şarkılarından biri "Sen yoluna ben yoluma" zaten çeşitli versiyonlarını düetlerle dinlediğimiz bir eser olarak albümde bulunuyor. 
Duymayan anlamayan bir kalbe sesini duyurmaya çalışmak kadar zor birşey yok bu hayatta. Çelik'in bu albümdeki 6.şarkısı "Bu Şehirde" tam olarak bu seslenişin müziksel hali işte. 
"Kim daha çok seviyor ? "
Biz bu sorunun cevabını hiç bilemedik. Her zaman kalbin en derininden gelen cevap doğrudur. Yine çok sevdiğimiz bu eseri 7.sırada dinliyoruz.
"Nazına Ölüyorum" benim en sevdiğim şarkılardan biriydi ilk çıktığında. O günlerdeki etkiyi bugün yine hissetmek geçmiş ile gelecek arasında durmak gibi. Bu müthiş eseri bizlere yeniden hatırlattığı ve sonsuzluğa adanmiş 8.sayının şarkısında görmek çok güzel. 
Vedaların sitemkar alaycılığındaki hareketliliğini gördüğümüz "Güle Güle" şarkısı yine günümüze uyarlanmış sounduyla albümde yer alıyor. 
Vazgeçişlerin, kopuşların, ayrılıkların en yutkunamadığımız anların eserlerinden biridir "Kızımız Olacaktı" . Aynı ilk günki derinliğini korumuş bu albümde de. 
Ve bir özlem, bitiremeyiş itiraf niteliğinde bir eser de "Dilberim" Albümün 11.şarkısı. Yine ilk versiyonunu da dinlemenizi önereceğim bu çok kıymetli eserin romantizminin yeri ayrıdır.4
"Dert Yakamdan Düşmüyor" daha yeni eserlerden seçilerek albümde yer almış. 
Kader bir fırsat daha verir mi ? bilmiyoruz. Kader her an yeniden yazılıyor. 
Albümün hareketli eserlerinden "Dongi Dongi" ise hareketli yapısına rağmen bir hayli duygusal.
Ve yine bu albümde görmekten çok mutlu olduğumuz bir Çelik klasiği "Benimle Kal". Alışkanlıklarından vazgecemeyen biri olarak yine ilk versiyonunu da önereceğim bir eser Size. 
Arka arkaya yoğun duygusallığa sürükleneceğimiz bir eser daha. 
Vazgeçememek, bırakamamak...
Ve son noktayı koymak...
"Veda etmem ben bu aşka"
"Vazgeçmem bu son söz sana"

Sn.Dr. Çelik ERİŞÇİ Hocamızın bu kıymetli eseri, sevenlerine özenle hazırladığı "Hediye" albümü için kendisine sonsuz teşekkürler. 
Sanırım bizim ilk aşklarımızı yaşadığımız bu şarkılar gelecek nesillerin de ilham kaynağı olmaya devam edecek... 
Emeği geçen herkese sonsuz teşekkurler...
Saygıyla...